ÜNİVERSİTE adayları şu günlerde çok tedirgin. Bir yandan 21 Haziran'da yapılacak ÖYS için son hazırlıklar, bir yandan liseyi bitirme telaşı, bir yandan da tercih sıralaması için çevreden gelen baskılar...
Adayların daha sağlıklı tercih yapabilmeleri açısından bazı temel bilgileri "Üniversiteler Rehberi" köşesinde yayınlamaya devam edeceğiz ama bu arada tercihlerle ilgi bazı temel hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.
1. ÖYS kılavuzunu önünüze koyun ve hiçbir önkoşul gözetmeksizin ilginizi çeken yükseköğretim kurumlarını tek tek belirleyin.
2. ÖYS'de hangi testleri alacağınıza karar verin. ÖYS'de Türkçe, Matematik, Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri ve Yabancı Dil'den sorular soruluyor. Bunlardan Türkçe ve Matematik zorunlu olmak üzere en az üç test almak gerekiyor. Örneğin TM, TS, S ağırlıklı tercih yapanlar Türkçe / Matamatik / Sosyal Bilimler testlerini cevaplarken, F ve M ağırlıklı tercih yapanlar Türkçe / Matematik / Fen testlerini alacaklar.
3. Öğrenim göreceğiniz illeri belirleyin. Ailenizin
GENÇLERLE sık sık bir aradayız. Bazen bir panelde, bazen bir konferansta ya da derste. Başta eğitim ve gelecek olmak üzere hemen her konuda uzun söyleşiler yapıyoruz.
Tespit ettiğim en belirgin özellikleri, müthiş çekingen olmaları. Bu Siirt ya da Batman'daki öğrenciler için böyle de İstanbul'un Ankara'nın gözde okullarında okuyanlar için farklı mı? Hayır.
Çekingenlik ve içe kapanıklık eğitim kademesi yükseldikçe kendini çok daha fazla hissetiriyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi teste bağlı ezberci eğitim sistemi. İkincisi de evde, okulda, sokakta "sen sus daha küçüksün" dayatması.
Sohbetlerde öğrencileri açmak kolay olmuyor. Ama samimi bir ortam yaratıp frekanslarını yakaladığınız zaman da susmak bilmiyorlar. Bu da gösteriyor ki, asıl sorun onların konuşmamaları değil, konuşturulamamaları...
Öğretmenin asli görevi okulu ve dersi sevdirmek. Oysa tam aksi yapılıyor. Eğer okulu hizmet satan bir kurum, öğrencileri de bu hizmeti satın alan bir müşteri olarak görürsek müşteri memnuniyetinin çok
Milli Eğitim'in en büyük sıkıntısı, idari ve akademik yeterliliğe sahip politize olmamış yönetici bulmak. Hemen her parti, bürokrasinin en tepesinden, en aşağısına kadar liyakatı olanı değil, yandaşı olanı göreve getirdiği için ne kadar düzeltilmeye çalışılsa da, daha da içinden çıkılmaz hal alır.
Eğitim sistemimizin bugün tıkanma noktasına gelmesinin en önemli nedenlerinden biri de işte bu yandaş yönetici tayinleri. Kimi partili, kimi tarikattan, kimi de dava arkadaşı. Bazıları da esen rüzgara göre yön değiştiren bukulemun idareciler. Eğitimle, yöneticilikle uzaktan yakından alakaları yok. Ama bir yerlere sıkı sıkıya bağlılar...
Onbinlerce idareci arasında oturduğu koltuğun hakkını verenler yok mu? Elbette var. Ama sayıları o kadar az ki! Çevrenize bir bakın, eğitim yöneticilerinden kaçı o göreve liyakatıyla, kaçı da torpille geldi?..
Bu durumdan en fazla şikayetçi olan bakanlardan bire de Hikmet Uluğbay. Ama işin içinden bir türlü çıkamıyor. Bir yanda parti tabanı ve ortakların baskısı, öte yanda doğruyu bulma arayışı. Umarız
TÜRKİYE, dünya bilimine katkı sıralamasında 32 ile 40. sıra arasında gidip geliyor. Dünya bilim üretiminin yüzde 90'ını ABD, Kanada, Japonya, Almanya, Hindistan gibi ilk 10'a giren ülkeler gerçekleştirse de, Türkiye'nin 20'li sıralara yükselmesi, moral açısından büyük önem taşıyor. Peki mümkün mü? Eğitimde olduğu gibi, bilimsel konularda da gerek ulusal, gerekse evrensel bir politikanın olmaması, işimizin zor olduğunu gösteriyor. Ama son yıllardaki gelişmeler, ümit verici. Fazla değil, 10 yıl içinde dünya bilimine katkı sıralamasında 20'li rakamlara inersek, hiç şaşırtıcı olmaz.
Fizik Vakfı'nca geçtiğimiz ay Çukurova Üniversitesi'nde düzenlenen Fen ve Matematik Eğitimi Sempozyumu'nun bir benzeri cuma - cumartesi Kültür Fen Lisesi'nin ev sahipliğinde gerçekleşti.
Sempozyumda birbirinden ilginç tebliğler sunuldu. Ama daha ilginç olan Türkiye'nin dört bir yanından hatta KKTC'den gelen öğretmenlerdi. İki gün boyunca bilimsel konulara duydukları açlığı gidermeye çalıştılar. Daha fazlasını istediler...
Evet, Türkiye'de eğitime, bilime,
GELİŞMEKTE olan yörelerin en büyük sorunu kalfiye elaman. Güneydoğu'ya kadar gitmeye gerek yok Ankara'nın, İstanbul'un ilçelerini dolaşın yeter. Büyük kentlerin hemen hemen hepsinde doktor, mühendis, eczacı, öğretmen, avukat fazlalığı var. Ama birkaç yüz kilometre ötede sanki başka bir ülkeymiş gibi ne öğretmen var ne de doktor...
Büyük kentlere yığılan kalifiye elemanlar, o illerde doğan büyüyen gençler mi? Kesinlikle hayır. Türkiye'deki üniversitelerin hangisine giderseniz gidin öğrencilerinin üçte ikisi başka ilden gelenlerden oluşuyor. Van'daki İstanbul'a, Bursa'daki İzmir'e, İstanbul'daki de Niğde'ye gidiyor.
Üniversite öğretim üyesi ve öğrencilerin üçte ikisi de yine Ankara, İstanbul ve İzmir'de bulunuyor. Peki bu öğrenciler mezun olduktan sonra doğdukları, büyüdükleri, ailelerinin bulunduğu illere, ilçelere, köylere geri dönüş yapıyorlar mı? Evet demek o kadar zor ki!..
İstanbul Ticaret Odası Yükseköğretim Kurumlarının Bölgelerarası Gelişme Farklılıkları Açısından Önemi ve İşlevleri başlıklı önemli bir araştırma
ŞU günlerde telefonumuz en çok "Hangi okul daha iyi?" sorusu için çalıyor. Ana okulu arayanlaradan, üniversite seçimine kadar hemen herkesin kafası karışık. Hangi gelir grubunda ve hani eğitim düzeyinde olursa olsun anne, babaların en büyük özlemi çocuklarını daha iyi okullarda okutabilmek. Ama istemekle de olmuyor...
Bu konuda objektif kriter bulunmadığı için, karar vermek gerçekten çok zor. Hangi okula giderseniz gidin, en iyi okul kendileri. Ama gelin görün ki, söylenenlerle gerçekler birbirinden çok farklı...
Bana göre, özellikle ilköğretim çağında, en iyi okul, en yakındaki okuldur... Okulları, eğitim düzeyleri ve sosyal olanakları açısından A, B, C gruplarına ayırdığınızda, hangi bölgeye giderseniz gidin değişen bir şey yok. Bir başka bölgedeki en iyi okul, en yakındaki en iyi okuldan daha iyi değil. Örneğin üniversiteleri ele alalım. Ankara'da olanlar için ODTÜ iyi bir tercih. Ama İstanbul'da olanlar için de İTÜ aynı derecede iyi bir tercih.
Robert, GS, İstanbul Erkek gibi yüzlerce yıllık geleneğe sahip okullar elbette
TÜRKİYE'de kriz yaratılmadan sorun çözülmüyor. Kuran kurslarını son bir ay içerisinde iki kez yazdım. Ama bir kez daha konuya dikkat çekmekte yarar görüyorum.
8 yıllık kesintisiz Temel Eğitim Yasası TBMM'de görüşülürken üzerinde en çok tartışılan konulardan biri de Kuran kurslarına kaçıncı sınıftan sonra başlanacağı idi. Uzun tartışmalardan sonra, 5. sınıftan sonra öğrencilerin Kuran kurslarına gitmelerini öngören maddeler reddeldi ve öğrencilerin ancak tamel eğitim bittikten sonra, yani 8. sınıftan sonra Kuran kurslarına gidebilecekleri karara bağlandı...
Ancak TBMM'nin aldığı bu karar hükümetin çok hoşuna gitmemiş olacak ki, 8 yıl yasasının çıkmasından hemen sonra bir genelgeyle, öğrencilere 5. sınıftan sonra Kuran kurslarına gidebilme olanağı sağlandı. Ancak yürürlükte kalma süresi uzun sürmedi. Danıştay söz konusu genelgeyi Anayasa'ya ve Temel Eğitim Kanunu'na aykırı bularak iptal etti...
Ama TBMM içindeki muhafazakarların bu konudaki ısrarı bitmedi. Başta ANAP olmak üzere CHP dışındaki partilerin peş peşe hazırladığı yasa
SİİRT, Diyarbakır, Mardin, Bitlis dörtgeninin içinde kalan Batman, çiçeği burnunda illerimizden biri. 1990'da Özal il yapmış...
Batman da, Şırnak gibi daha önce Siir'te bağlıydı. Şimdi ikisi de parlak bir gelecek arayan iki güzide kentimiz.
Batman, 1954 yılında Türkiye'de ilk kez petrol bulununcaya kadar kendi halinde bir köymüş. Ne zaman ki yerden petrol fışkırmaya başlamış, eski adıyla İluh, yeni adıyla Batman'ın kaderi değişmiş.
Her ne kadar üretilen petrol Araplarınki kadar kaliteli olmasa da, Türkiye'nin asfalt ihtiyacının yüzde 30'unu, bölgenin de benzin ve tüpgaz ihtiyacını önemli ölçüde karşılar durumda...
Batman'a petrolle birlikte medeniyet, terörle bilikte de sefalet gelmiş. Şehrin yarısını TÜPRAŞ, BOTAŞ ve Türkiye Petrolleri'ne ait tesisler oluşturuyor. Modern bir kent havasında. Yeşilden spora, kültürel mekanlardan sosyal aktivitelere kadar her şey düşünülmüş. Ama, kapısından dışarı çıktığınızda bir başka dünya ile yüz yüze geliyorsunuz. Terörün neden olduğu göç dolayısıyla