İslami kesimin medarı iftarı imam hatip liseleri kartondan kuleler gibi bir anda yıkılıverdi. İhtiyacın çok üzerinde abartılı olarak çoğaldılar ve yine abartılı bir şekilde inişe geçtiler.
Bırakın yeni başvuruları, ortaokullarından mezun olanların yüzde 80'i bile imam hatip liselerine kayıt yaptırmadı. Bazı okullara hiç kayıt olmaması ise çok enteresan...
İmam hatiplere kayıt konusunda ne bir baskı yapıldı, ne de zorunlu bağış gibi caydırıcı unsurlar vardı. Aksine din istismarcılarının yoğun reklam kampanyası hiç eksik olmadı.
Sadece taşlar yerli yerine oturdu. Gerçekten imam ve hatip olmak isteyenler başvurdu, diğerleri ise kendilerine daha farklı bir ufuk açacaklarına inandıkları okullara yöneldiler.
Diğer tüm meslek liselerine olduğu gibi İmam Hatip liselerine de Türkiye'nin ihtiyacı var. Ama gerektiği kadarına. Yoksa Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmak işten bile değil. Son örnekte olduğu gibi.
İmam hatiplerin gözden düşmesi siyasi
Uzay çağında bizim devlet bürokrasisi hala kağnı hızında ilerliyor. Dünyanın en ücra köşesindeki yazı ve görüntülere, teknolojinin sağladığı nimetler sayesinde artık bir kaç dakikada ulaşmak mümkün olurken, Milli Eğitim Bakanlığı hala Ankara'da yayınlanan bir yönergeyi, İstanbul'a ya da İzmir'deki bir okula 10 günde ulaştıramıyor.
Veli ve öğrencilere aylarca eziyet çektirildikten sonra, liselerde alan değiştirmeye yönelik bir yönerge geçtiğimiz hafta yayınlandı. Ama ne hikmetse, okullar açılıp, dersler başlamasına rağmen yönerge hala okullara ulaşamadı.
Böylesi gecikmeler ne ilk, ne de son. Ankara'da alınan bir kararın ya da bakanın televizyonda açıkladığı bir olayın uygulamaya geçebilmesi için, okul müdürlerinin eline yazılı bir belge geçmesi gerekiyor. Yazılı bir belge olmadan Başbakan da, Cumhurbaşkanı da açıklama yapsa, anlı şanlı bürokratlarımızı harekete geçirmek mümkün değil.
Ama bugünkü hiyeraşik yapıda, bir evrağın katlar arasında dolaştıktan sonra bakana ulaşması bile günlerce sürüyor. Bakan onayından sonra ise esas
Bir ülkeyi yönetenler için vatandaşlarının o ülkede yaşamktan gurur duymalarından daha güzel birşey olabilir mi?..
Eğer amaçları hizmetse, kesinlikle olmamalı. Ama koltuk hırsıysa, umurlarında bile olmazsa hiç şaşırmamak gerekir.
Eğitim sistemindeki yozlaşma, daha çoçuk yaşlarından itibaren vatandaşın devlete olan saygısını köreltiyor. İşin garibi de bunun dozunun giderek artmasına rağmen, devleti yönetenlerin bu konuda hiçbir önlem almadığı gibi, rahatsızlık da hissetmemesi.
Öyle bir nesil yetişiyor ki, hiçbir şeyi sevmiyor, hiçbir şeyden tatmin olmuyor. Gülmüyor üzülüyor. Çalışmıyor, daha fazlasını istiyor. Vasata razı oluyor, kaliteyi aramıyor.
Haksız da sayılmaz. Daha okula başladığı andan itibaren hasızlığın her türlüsüyle karşılaşıyor. Göz göre göre hakları gasbediliyor. Hakkını aradığında ise hep kaybeden kendisi oluyor.
Yapılan haksızlıklar, adaletsizlikler ise hukuk devletine olan güvenini daha da sarsıyor. Torpil, rüşvet, keyfi uygulama en çok
Yeni öğretim yılı dün coşkuyla başladı. Öğretmen, öğrenci ve velilere hayırlı uğurlu olmasını diliyoruz. Umarız, önceki yılların sorunları hep geride kalır...
"Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir" diye bir atasözü var. Yeni öğretim yılının sorunlardan arınmış bir çözüm yılı olduğunun anlaşılabilmesi için de, daha ilk günden sorun yaratıcı değil, sorun çözücü adımların atılması gerekiyor.
Bakan Uluğbay öncelikle şu sorunları çözerek yeni öğretim yılına iyi bir başlangıç yapabilir.
* Tek dersten kalanlara yeni bir sınav hakkı ya da sorumlu olarak bir üst sınıfa geçme olanağı, daha fazla zaman kaybetmeden bir an önce sağlanmalıdır.
* Alan değiştirme konusunda karmaşa devam ediyor. Örneğin Hukuk için Sosyal'i seçen ve 2.5'un üzerinde not ortalaması tuttaran öğrenciler şimdi TM'ye geçmek istediklerinde yine 2.5'un üzerinde ortalama isteniyor ki bu haksızlık. Geçen hafta yayınlanmasına rağmen halen okullara ulaşmayan "alan değiştirme genelgesi"ne bakanlığın yeniden bir açıklama getirmesi
TÜRKİYE, eğitimde yeni bir sayfa açıyor. Bu sayfa, şimdilik tertemiz. Ak pak. Yapılacak her icraat, bu sayfanın rengini belirleyecek.
Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası, geçen yıl çıktı. Ama, fiili uygulaması ilk kez bu öğretim yılında, yani bufgün başlıyor.
Türkiye'nin, "bilgi çağı" olarak üzerinde hemfikir sağlanan "21. Yüzyıl"ı yakalayıp yakalayamayacağı da özellikle bu öğretim yılında gösterceği performansa bağlı. Aslında bu yıl, bir sınav yılı. Türk toplumu, aydınlık yarınlara mı koşacak, yoksa bitmek tükenmek bilmeyen kısır çekişmelerin esiri olmaya mı devam edecek? Hepsi bugünden itibaren atılacak adımlara bağlı...
Nasıl ki öğrencilerin yaşamlarına yön veren önemli kilometre taşları varsa, ulusların kaderini belirleyen kritik dönemeçler de vardır. Lise son sınıftaki öğrenci için iki seçenek vardır. Ya başarılı olup üniversiteyi kazanacak ya da hayat boyu eksikliğini hissedeceği diplomasız yaşamın kahrını çekecektir.
Türkiye şimdi bu dönemeçte. Ya kişi başına düşen 3.6 yıllık vasat
MALUM çevreler türban konusunu tırmandırmaya devam ediyor. Amaçları belli. Bugüne kadar olduğu gibi türbanı ve dini duyguları istismar ederek yeni taraftar kazanmak.
Türban istismarcılarının eğitimle uzaktan yakından ilgilerinin olmadığını, bizim gibi eğitimin içinde olan herkes bilir. Onlar için eğitim gibi, kendilerinden olmayan çocuk ve gençler de hiç önemli değil. İnsan hakları ve demokrasi gibi erdemler ise kendileri söz konusu olduğu zaman akıllarına gelir. Siz hiç Refah Partisi'nin, tarikatların, dinci basının üniversite önündeki yüz binlerce gencin sorunlarıyla ilgilendiklerini, okuldan atılanların mağduriyetlerine çözüm aradıklarını, üniversiteye girişte müktesep hakların gasbedilmesine tepkilerini hiç gördünüz mü? Ya da öğretmen, öğrenci ve velilerin diğer sorunları konusunda yapıcı bir adım attıklarına şahit oldunuz mu?.. Keşke olabilseydik. Siyasi tavırları bir yana eğitime gönül verdikleri için ilk alkışlayan biz olurduk...
Başbakan Yılmaz'ın türban konusunda takındığı tavrın da, eski RP'lilerden hiçbir farkı yok. Tıpkı onlar gibi istismar etmeye devam
BAZI öğretmen ve öğretim üyelerinin ne kadar acımasız olduğunu sık sık dile getiriyoruz. Ama her seferinde öylesine örnekler geliyor ki, bu kadarı da olmaz diyoruz.
Öğretmenler böyle de onları yönetenler farklı mı? Alın birini, vurun diğerine. Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK, sorun çözme yerine adeta sorun üretiyor. Çözüm diye yayımladıkları genelgeler bile, sistemi daha da içinden çıkılmaz hale getirmekten öte bir işe yaramıyor.
Yamalı bohçaya dönüşen yeni üniversiteye giriş sistemi, on binlerce öğrenciyi mağdur etmekten öte bir işe yaramadı. Alan değişimi konusunda gerçekleştirilen tek yanlı alan değiştirme serbestliği ise haksızlıkları daha da artırmaktan öte bir işe yaramadı.
Bir konuda yeniden yapılanmaya gidilirken önce altyapının oluşturulması gerekir. Ama üniversiteye giriş konusunda bu hiç yapılmadı. Alan seçimi gibi çok önemli bir uygulamaya geçildi ama, öğrencilerin önüne seçenek konulmadı. Öğrenciler, önce kendi isteklerinin dışında alan seçmeye zorlandı, ardından da cezalandırıldı. YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın
İLK ve orta dereceli okullar pazartesi, üniversiteler de ay sonunda açılıyor. 15 milyon öğrenci, 600 bin öğretmen, binlerce servis aracı yollara dökülecek. En az iki - üç hafta Türkiye'nin gündeminde eğitim olacak...
Peki ilk ve orta dereceli okullarla, üniversiteler yeni öğretim yılına hazır mı? Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK gerekli tedbirleri aldı mı?..
Evet demek gerçekten çok zor. İsterseniz önce Milli Eğitim ve ilk ve orta dereceli okullara bir göz atalım:
* 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim, ilk kez bu yıl uygulanacak. Ama 5. sınıfı bitiren öğrencilerden hala pek çoğu, 6. sınıfa kaydını yaptırmış değil. Bu anayasal zorunluluğun gereğini ise ne kimse hatırlatıyor, ne de özellikle kırsal kesimlerdeki velilerin bu zorunluluktan haberi var...
* Öğretmen tayinleri hala yapılmadı. Bugün yapılsa bile göreve başlamaları en az iki hafta sürer. Başvuranların hepsinin tayini yapılsa bile yine on binlerce öğretmen açığı söz konusu.
* Ders kitapları konusunda