Şimdiye kadar kaçınılmaz olarak ve olması gerektiği gibi, siyasi gelişmeler ekonomimizi az veya çok etkiledi. Birçok ekonomist de, siyasi dalgalanmaları baz alarak ekonomik tahminler yaptı. Öte yandan, mevcut iktidarların gitmesi için bile ekonomik kriz beklentisi kovalayan çevreler vardı.
Ancak son yıllarda bu beklentilerin hiçbiri gerçekleşmedi. 2015 yılı içinde de böyle bir senaryonun gerçekleşmesi olanaksız. Kısacası ne basının susturulmaya çalışılması, ne paralel yapı operasyonu, ne genel seçim, ne eski bakanların yüce divana gidip gitmemesi ne de Kürt meselesi, ekonomimizi birebir etkileyecek konuma ulaşamayacak.
Ekonomiyle etkileşim...
Doğal olarak yukarıda sayılan ya da sayılmayan tüm siyasi gelişmelerin, ekonomimize ya da ekonomik kararlara bir etkisi olacaktır. Ancak 2015 yılında bu etkilerin sınırlı kalacağı anlaşılıyor. Bu öngörünün iki nedeni var. Nedenlerden birincisi, komşularımızın ve yakın bölgemizdeki siyasi sorunların bizim sorunlarımızın çok üstünde olması. İkincisi küreselleşen dünyada risk algısının değişmesine paralel olarak yabancı yatırımların, ciddi bir siyasi değişim olmadıkça uluslararası mali sisteme bağlılığını kanıtlamış olan ülkelerden
IMF politikaları ile çokuluslu şirketlerin gelişmekte olan ülkelere rahatça yerleşmesinden sonra, gelişmekte olan ülkeler, sermayenin kendi ülkelerine gelebilmesi için teşvik üstüne teşvik vermeye başladılar. Hatta, yabancı yatırımcılara, üretim denetimi yapılmayacağını, uzun yıllar boyunca vergi alınmayacağını açıkladılar. Bu konuda, gelişmekte olan ülkeler arasında bir yarış başlamıştı. Sonunda, gelişmekte olan ülkelerin çoğunda, ne sendika, ne güvenli çalışma şartları, ne de iş ve ücret güvenliği kaldı. Nikaragua, Honduras, Çin, Bangladeş gibi ülkelerde, fabrikaların etrafları dikenli telle çevrildi. Kapalı kapılar ardında, gardiyanlar eşliğinde, yaşları küçük işçiler fabrikalarda, zaman zaman dövülmeye varan iş şartlarında çalıştırılmaya başlandı. Bazı işyerlerinde, bayan işçilere ayda bir hamilelik testi uygulanıyor, hamile olanlar hemen işten atılıyordu. Bazı fabrikalarda, işçiler sık sık tuvalete gitmesin diye, işçilerin gün boyunca su içmesine izin verilmiyordu. İşte, “Çin mucizesi” denilen ve gelişmekte olan ülkelerin çoğunda uygulanan ucuz mal üretimi böyle doğdu.
Kuralları delme yöntemleri
Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) “serbest ticaret” ile ilgili kurallarına
80’li yıllarda, ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Paul Volcker dolar arzını iyice kısınca, gelişmekte olan ülkeler 70’li yıllardaki para bolluğu sırasında aldıkları borçları, geri ödeyemediler. Uluslararası Para Fonu (IMF), bu ülkelere para vermeye ve bu yardım karşılığında da, şartlar ileri sürmeye hazırdı. IMF’nin tüm gelişmekte olan ülkelere direttiği şartlar, küreselleşmenin alt yapısını oluşturdu.
Aslında, IMF’nin sağladığı fonlar ülkelerde yatırım yapılmasını değil, uluslar rası bankalara olan borçların geri ödenmesini sağlıyor; bunun dışında kullanılamıyordu. 80’li yıllarda IMF’ye neoliberaller hâkimdi ve “yapısal tedbirler” adı altında, tüm gelişmekte olan ülkelere, benzer reçeteler yazıldı.
Reçeteler, devletin elinde ne varsa özel sektöre satılmasını istiyor; zengin kişi ve şirketlerden alınan vergilerin azaltılmasını, öneriyordu. “Savunma harcamaları” hariç, kamu borçlarının ve bütçe açıklarının iyice azaltılması; yatırım ve piyasalaşma ile ilgili düzenlemelerin gevşetilmesi de, istekler arasındaydı.
Ülkelerin IMF’yi geri çevirme olasılığı yoktu. Çünkü, Dünya Bankası, ABD Hazinesi, uluslararası bankalar, iş alemi ve hatta yardım kuruluşları, IMF’nin arkasındaydı.
1980’li yılların sonlarında ekonomi literatürü yeni deyimler kazandı. “Turbo swap”, “swaptions”, “credit default swap” gibi yeni sentetik enstrümanlar bu dönemde gündeme geldi. Yatırım çeşitleri gittikçe zor anlaşılır hale gelmişti.
Reagan döneminde, “Amerikan Rüyası” sayılan gayrimenkul kredi (mortgage) sistemi de çökertildi. Mortgage bankalarının, gayrimenkul dışında da yatırım yapmalarına izin verildi. Bu bankalar, halkın mevduatını riskli yerlere yatırdılar. Zarar ettiklerinde de faturayı devlete gönderdiler. Aynı bizim devlet bankalarının yaptıkları gibi.
Şeytan İmparatorluğu
Komplo teorileri yapılıp, Sovyetler Birliği’nin “Şeytan İmparatorluğu” olduğunun söylendiği dönemde, Polonya’da işçi sendikaları grev yapabiliyor, Yugoslav otomobili Yugo ABD’de satılıyordu.
1985’te Sovyetler’de Gorbaçov, açıklık (glasnost) ve ekonomide yeniden yapılandırma (perestroika) programına başladı. Rus ekonomisinin sorunu belliydi. Aynı miktarda kâğıt üretmek için; Ruslar, Finlilerden yedi kat fazla ağaç katlediyorlardı. Ruslar çalışmak yerine, sırada beklemeye alışmışlardı. Sonunda, birkaç yıl içinde Sovyetler Birliği parçalandı.
FED politikaya karışıyor
1990’da Başkan
80’li yıllar, özellikle Amerikan ekonomisine en zenginlerin hâkim olduğu yıllardı. Çok uluslu büyük şirketler, maliyetlerin artmaması için hava ve deniz kirliliğinin kontrol edilmemesi gerektiğini; zenginlerden alınan verginin azaltılması sayesinde sermaye birikimi sağlanabileceğini; mali piyasalarda düzenleme ve denetimlerim asgariye indirilmesini; Avrupa devletlerini büyük bütçe açıkları içine sürükleyen sosyal güvenlik önlemlerinin ertelenmesini istiyorlardı.
Şirketler, bu amaca yönelik olarak, televizyon, sinema, gazete ve mecmualar başta olmak üzere; kitap basımevleri, düşünce kulüpleri ve üniversitelerde büyük propaganda kampanyalarına başladılar. Wall Street Journal, “fakirlerin, gerçekte çok zengin” olduklarını savunuyor ve onlara, az sorunları olduğu için, “şanslı ördekler” diyordu.
Tersini düşünmeye başladılar
Bu gelişmeyle birlikte, sorgulamaya yatkın bilim adamları, yeni ekonomi anlayışları gündeme getirdiler. Bunlardan biri, “tekelci rekabet”, diğeri “asimetrik bilgi akımı” idi. İnsanlar tek kaynaklı ve dayatmalı bilgi almaktan yılmışlardı. Bugünlerde bizde de benzer gelişmeler yaşanmıyor mu?
Seçim propagandası sırasında Reagan, vergileri indireceğini,
ABD’de 1968 başkanlık seçimini Cumhuriyetçi Nixon büyük bir reklam kampanyası ve harcaması sonrasında kazanmıştı. Bizim Cumhurbaşkanımız da 46 yıl sonra aynı şeyi yaptı.
Nixon, 1971’de yükselen enflasyonu durdurma adına, fiyatları ve ücretleri dondurmayı denedi; olmadı. Bu girişim, o yıllarda başlayan “altına hücum”a karşı düşünülmüştü. ABD artık, söz verdiği gibi 35 dolar karşılığında bir ons altın veremez durumdaydı. 1971’de altın standardına son verildi. 1973’e kadarki iki yıl içinde Bretton Woods sistemi tamamen çöktü.
Petrol krizinin aslı...
1973 yılında, Amerika’nın Ortadoğu’da İsrail’in tarafını tutması neticesinde, OPEC’in petrol üretimini azaltmasıyla, büyük bir enerji krizi başladı. Petrol fiyatlarının artması, arz kıtlığının yarattığı bir enflasyona neden oldu ve gıda başta olmak üzere, tüm fiyatları yükseltti.
Fiyatların artması, özellikle Afrika’da, fakirliğe ve giderek diktatörlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Ekonomik özgürlüğünü kaybeden halkın, politik özgürlüğünü de kaybettiği açıkça belliydi. Her ülkede olduğu gibi! Bu dönemde, Batı’nın Afrika’ya yaptığı ilaç ve sağlık yardımı, Afrika’da nüfus patlamasıyla sonuçlandı.
70’li yıllar, ABD ve Avrupa
60’lı yıllar elmas ve pırlantanın daha güncel olarak gündemimize girdiği yıllardı. Aslında elmas, sanıldığı gibi, o kadar da zor bulunan bir maden değil. Ama, üretici firmalar bir oligopol oluşturmuştu ve arzı; dolayısıyla da, elmas fiyatını kontrol ediyorlardı. 60’lı yıllardan itibaren evlenme teklifleri, çeşitli reklam programları ile de desteklenerek, pırlanta yüzükle yapılmaya başlandı. Bu yüzük, damadın iki aylık maaşı değerinde idi. Üstelik, pırlanta yüzükler, bir anı olarak saklanır ve bir daha satılmazdı. Bu kültürün yerleştirilmesiyle, pırlantaya sürekli bir talep oluşturuldu. Özellikle, Güney Afrika pırlanta şirketi De Beers’in çabalarıyla yerleşen bu yeni kültür sayesinde, pırlanta üreticileri piyasa fiyatını kontrol edebiliyorlardı. 60’lı yıllarda, sadece pırlantada değil, birçok üründe “oligopolist rekabet” olgusu gündemimize girdi.
Aynı yıllarda, “Keynesyen” ekonomi prensiplerinin yerini “monetarist” yaklaşımlar almaya başladı. Keynes, “devletler genel talep seviyesini düzenlemelidir” derken; Friedman, “hükümet harcamaları, her yıl %3 civarında artırılmalıdır” diyerek; ekonominin sorunlarına rakamsal çözümlerle yaklaşmaya başladı.
70’li yıllarda iflaslar
70’l
Çin ve Japon ekonomilerindeki yavaşlama ve Avrupa’daki durgunluk, yalnız petrol fiyatlarında yaşanan düşüşlerde değil, diğer endüstriyel ham madde fiyatlarındaki düşüşlerde de bir faktör oldu. IŞİD problemine rağmen Irak’ın, merkezi bir hükümet olmamasına rağmen Libya’nın petrol üretimlerini kısıtlamaması da petrol fiyatlarının düşmesinde rol oynuyor. Öte yandan, son OPEC toplantısında, Rusya’nın üretim kısıtlamasına gidilmesi konusunda Suudi Arabistan’ı ikna edememiş olması da petrol fiyatlarındaki düşüşün devam edeceğini, en azından düşük fiyat seviyelerinin korunacağını gösteriyor. Uluslararası Enerji Ajansı, 2015 yılı için petrol fiyat tahminini 102 dolar/varil’den 80-90 dolar/varil fiyat aralığına çektiğini açıkladı. Ancak, önümüzdeki kış şartlarının sertliği, petrol fiyatlarının biraz artmasına neden olabilecek.
Petrol her derde deva değil
Petrol üreten ülkeler, buradan elde ettikleri yüksek gelirlere rağmen iki yakalarını bir araya getiremiyorlar. Örneğin, bütçe dengesi sağlayabilmeleri için, İran’ın petrolünü 135 dolar/varil’den, Cezayir’in 127 dolar/varil’den, Irak’ın 124 dolar/varil’den, Venezuela’nın 120 dolar/varil’den petrol satmaları gerekiyor.
Petrolü