80’li yıllarda, ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Paul Volcker dolar arzını iyice kısınca, gelişmekte olan ülkeler 70’li yıllardaki para bolluğu sırasında aldıkları borçları, geri ödeyemediler. Uluslararası Para Fonu (IMF), bu ülkelere para vermeye ve bu yardım karşılığında da, şartlar ileri sürmeye hazırdı. IMF’nin tüm gelişmekte olan ülkelere direttiği şartlar, küreselleşmenin alt yapısını oluşturdu.
Aslında, IMF’nin sağladığı fonlar ülkelerde yatırım yapılmasını değil, uluslar rası bankalara olan borçların geri ödenmesini sağlıyor; bunun dışında kullanılamıyordu. 80’li yıllarda IMF’ye neoliberaller hâkimdi ve “yapısal tedbirler” adı altında, tüm gelişmekte olan ülkelere, benzer reçeteler yazıldı.
Reçeteler, devletin elinde ne varsa özel sektöre satılmasını istiyor; zengin kişi ve şirketlerden alınan vergilerin azaltılmasını, öneriyordu. “Savunma harcamaları” hariç, kamu borçlarının ve bütçe açıklarının iyice azaltılması; yatırım ve piyasalaşma ile ilgili düzenlemelerin gevşetilmesi de, istekler arasındaydı.
Ülkelerin IMF’yi geri çevirme olasılığı yoktu. Çünkü, Dünya Bankası, ABD Hazinesi, uluslararası bankalar, iş alemi ve hatta yardım kuruluşları, IMF’nin arkasındaydı.
IMF’nin sonuçları...
IMF programlarının çoğu ekonomik krizlere yol açtı ve yardım alan ülkeler, daha çok yardım talep ettiler; bu durumda, IMF daha detaylı tedbirler istedi. Örneğin; Meksika’da, üniversite ücretlerinin yükseltilmesi; Haiti’de, ücretlere üst sınır konulması; Tanzanya’da, su üretiminin gösterilen şirketlere satılması, bunlar arasında idi.
IMF, krizlerin geçici olduğunu, uzun dönemde tedbirlerin sonuç vereceğini; söylese de, IMF reçetesini uygulayan ülkelerde, orta sınıf kayboldu. Şili’de, IMF reçetesinin reddedilmesiyle ekonominin düzelmeye başladığı görülünce, IMF reçeteleri konusunda, bir sorgulama başladı.
Gerçek amaç ne idi?
IMF’nin gerçek amacı, devletlerin gittikçe güç kaybettiği bir ortam yaratılması ve bu ortamda, uluslararası şirketlerin gelişmekte olan ülkelere rahatça yerleşebilmesiydi. Ayrıca, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki tüm düzenlemeler ve vergi oranları birbirine benzeyecek; böylece, küreselleşme hızla yerleşecekti.
1990’larda çöken Sovyetler Birliği’ne de aynı reçeteler uygulanınca, Rusya’da “oligarklar” türedi. Sonunda, 1993 yılında Boris Yeltsin, oligarkları da yanına alarak, Rusya’daki demokrasiye son verdi.
Çok uluslu şirketlerin kârlarını kendi ülkelerine getirecekleri umulurken, bu şirketler, kârlarını “vergi cenneti” ülkelere, adalara aktardılar. Devam edeceğim.