80’li yıllar, özellikle Amerikan ekonomisine en zenginlerin hâkim olduğu yıllardı. Çok uluslu büyük şirketler, maliyetlerin artmaması için hava ve deniz kirliliğinin kontrol edilmemesi gerektiğini; zenginlerden alınan verginin azaltılması sayesinde sermaye birikimi sağlanabileceğini; mali piyasalarda düzenleme ve denetimlerim asgariye indirilmesini; Avrupa devletlerini büyük bütçe açıkları içine sürükleyen sosyal güvenlik önlemlerinin ertelenmesini istiyorlardı.
Şirketler, bu amaca yönelik olarak, televizyon, sinema, gazete ve mecmualar başta olmak üzere; kitap basımevleri, düşünce kulüpleri ve üniversitelerde büyük propaganda kampanyalarına başladılar. Wall Street Journal, “fakirlerin, gerçekte çok zengin” olduklarını savunuyor ve onlara, az sorunları olduğu için, “şanslı ördekler” diyordu.
Tersini düşünmeye başladılar
Bu gelişmeyle birlikte, sorgulamaya yatkın bilim adamları, yeni ekonomi anlayışları gündeme getirdiler. Bunlardan biri, “tekelci rekabet”, diğeri “asimetrik bilgi akımı” idi. İnsanlar tek kaynaklı ve dayatmalı bilgi almaktan yılmışlardı. Bugünlerde bizde de benzer gelişmeler yaşanmıyor mu?
Seçim propagandası sırasında Reagan, vergileri indireceğini, devleti küçülteceğini, mali piyasalar üzerindeki denetimleri kaldıracağını vaat etti. Reagan’ın haklı olduğu yönler, vardı. Amerikalılar, Avrupalılar kadar vergi ödüyor, buna rağmen sağlık yardımı ve ucuz üniversite eğitimi alamıyorlardı.
Seçilince yapacağını yaptı
Reagan seçilince dediğini yaptı. 1981 yılında, vergi tavanını yüzde 70’den yüzde 50’ye indirdi. Çok uluslu şirketler sevinç içinde idi. Dar gelirlilerin vergileri ise, ancak yüzde 1 inebilmişti.
Merkezi hükümet harcamaları ise, artan askeri harcamalar yüzünden; küçüleceğine, büyüdü. Bütçe açıkları, gündeme geldi. Bütçe kontrolü kayboldu; hatta kayıtlara hiç geçmeyen bütçe harcamaları yapıldığı anlaşıldı. (Bu konuda, sonradan onlarca kişi, mahkemeye çıktı.)
1983’te vergiler yeniden yükseldi. İşsizliğin yeni bir tanımı yapıldı ve yüzde 6.5’lik bir işsizlik oranının, iş değiştirenlerin yarattığı bir oran olduğu bahanesiyle, “tam istihdam” anlamına geldiği açıklandı.
Spekülatörlerin bayramı
Bu yıllar, borsa endekslerinin arttığı, spekülatörlerin bayram yaptığı ama Amerikan Hazinesi’nin borçlarının şimdiki 9 trilyon dolara ulaşma serüveninin başladığı yıllardı. “Spekülatörler”in, bir ekonominin vazgeçilmez unsurları olduğu, savunuluyor; “spekülatör-manipülatör bağlantısı” atlanıyordu.
Borsada değeri sıfırlanmış şirketlerin hisseleri (junk bonds) bile, para ediyordu. Şirket hisseleri, olması gereken fiyatın çok üstünde satılıp büyük kârlar yapıldı. Bu dönem, bizde de yaşanmadı mı?
Yeni bir balon oluşmuştu. 19 Ekim 1987’de de bir günde yüzde 22 düşen borsa, patlayan balonun habercisi idi. Olsun, batan şirketler birbiri ardına, devlet tarafından kurtarılıyorlardı. (Bizde de, dış baskılara dayanamayan Hükümet, TMSF’yi bu amaçla Merkez Bankası dışında yapılandırdı.)
Bu kurtarma operasyonu, kapitalist sistemi, yeni balonlar üretmeye itecekti. 2008 global krizinin hazırlıkları böyle başladı.