Seçim sonucunda tek parti hükümetinin çıkmasıyla, politik istikrarın yeniden tesisi sağlandı. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki çekişme, Cumhurbaş-kanı’nın tam zaferiyle sonuçlandı. Hazine ve ekonomi yönetiminin Ali Babacan’dan alınması, yerinde bir karar oldu. Babacan, yabancıların fazla güdümüne girmiş görünümü veriyordu. Hazine’den sorumlu yeni Devlet Bakanı Şimşek, hem yabancılarla ilişkileri sürdürebilecek, hem de hükümetle, Merkez Bankası gibi bağımsız otoritelerin güç dengesini sağlayabilecek bir görünüm sergiliyor.
Hükümetin gündeminde temel konular olarak, Avrupa Birliği açılımı, Alevi açılımı, terör sorununun çözülmesi bulunurken; Rus uçağının düşürülmesi ile bu gündemler ikinci seviyeye düştü. Rusların yalnız IŞİD’le mücadele değil; Esed rejimini koruma ve bu amaçla da Türkmenler’i tamamen haritadan silme veya iyice sindirme politikası olduğu anlaşılıyor.
Türkiye ise, Türkmenler’i koruma ve Esed rejiminden tamamen kurtulma politikası güdüyor. Rus uçağının düşürülme operasyonu da, Türkmenler’i koruma istediğimizin açık bir göstergesi olarak, tanımlanabilir. Ruslar’ın Türkmenler’e giden gıda yardım tırlarını vurması da, Türkmenler’i yok etme isteklerinin bir parçası
Emlak, birçok ülkedeki en favori iktisadi meşgaledir. Finansal yaşamın başka hiçbir yüzü insanların hayal dünyasını bu kadar meşgul etmez. Ekonomik açıdan ne kadar cahil olursa olsun, her yetişkinin bu piyasanın geleceğiyle ilgili bir fikri vardır. Çocuklara, kendi paralarını kazanmalarına daha çok varken, nasıl mülk sahibi olabilecekleri öğretilir. Öğrenmek için de bir emlak oyunu oynanır.
Bugün Monopol olarak bildiğimiz oyun, ilk olarak 1903’te, radikal iktisatçı Henry George’un müridi olan Amerikalı Elizabeth Phillips tarafından akıl edilmiştir. Oyunun asıl amacı, küçük bir mal sahibi grubunun, kiracılardan topladığı kiralarla kâr elde etmesinin, sosyal sistemde yarattığı adaletsizliği göstermekti. Oyunu ilk uyarlayanlar, prototipi derslerinde kullanacakları şekilde değiştirmiş olan bir iki öğretim görevlisini (Wharton’dan Scott Nearing ve Columbia’dan Guy Tugwell’i) işe dahil ettiler. Atlantic City’nin sokakları üzerine kurulmuş bir versiyonun ticari potansiyelini fark eden ise, Charles Darrow isimli, işsiz bir tesisat mühendisi oldu. Darrow oyunu, her karenin üzerinde parlak renkli bir şerit yer alacak ve oyuncuların bu karelerin üzerine elle yontulmuş küçük evler,
1690’larda Amsterdam, finansal ilerlemenin başkentiydi. Hollandalılar, on altıncı yüzyılın sonlarına doğru İspanya’dan bağımsızlıklarını kazanma adına yaptıkları savaşı finanse etmek için, İtalyan kamu borçlanma sistemini geliştirmişler; diğer birçok yeniliğin yanı sıra insanların birikimlerini devlet tahvillerine yatırırken kumar da oynamasına imkân veren ikramiyeli borçlanmayı bulmuşlardı.
İkramiyeli devlet tahvili satışı, İngiltere dahil bir çok ülkede hâlâ uygulanıyor. Meşhur uluslararası para cambazı John Law, Hollanda ulusal piyangosundan bilet alanları, boş çıkma ihtimaline karşı sigortalayan cin bir projeyi bile hayata geçirmişti.
Bazı otoritelerce kabul edilmese de, Hollandalılar, dünyanın ilk Merkez Bankası sayılabilecek Amsterdam Kambiyo Bankası’nı (Wisselbank) kurarak, para birimlerini güçlendirmişler; güvenilebilir bir banka parası yaratarak sikkelerdeki tağşiş (değer düşürülmesi) sorununu çözmüşlerdi. İlk “banka parası” (banknot) da, bu banka tarafından basıldı.
Hollandalıların en büyük keşfi ise, anonim şirketti. Asya ile yapılan kârlı baharat ticareti, kurulan şirketler sayesinde, sermayenin arttırılması ve riskin paylaşılması yoluyla, geniş ölçüde Portekizlilerin
Dün, I. Dünya Savaşı sonrası, neden diğer ülkelerin değil, Almanya’nın hiper enflasyonla karşılaştığının yanıtını vermiştim. Savaşan bütün ülkeler, savaş boyu, daha önce devlet tahvili almamış binlerce küçük yatırımcıyı bir vatanseverin görevinin bu olduğunu söyleyerek, kendi tahvillerini almaya ikna etmişti. İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya’nın aksine, Almanya’nın uluslararası piyasalara erişimi yoktu. Alman ve Avusturyalı yöneticiler, Britanya’da olduğundan çok daha büyük oranda, kısa vadeli Merkez Bankası fonlarına yöneldiler.
Bu deneyim, bizim gibi ülkelerin neden borçlanmaya devam etmeleri ve piyasalara ulaşım kaynaklarını açık tutmaları gerektiğini anlatıyor. Bizim gibi ülkeler her piyasadan, her sektörü ve her enstrümanı kullanarak borç almaya devam etmek durumunda. Değerlendirme kuruluşlarının önemi bu noktada devreye giriyor; borcun maliyeti, onların verdiği not baz alınarak hesaplanıyor. Borçlanma sınırlarını aşmamak, mümkün olduğunca uzun vadeli ve iyi şartlarla borçlanmak durumundayız.
Alman borç yükü...
Yetersiz vergilendirme ve aşırı harcamanın bir araya gelmesi, 1919 ve 1920’de, henüz galip devletler tazminatı belirlememişken, Alman net milli hasılasının
Niall Fergu-son’un Paranın Yükselişi adlı kitabında da açıklandığı gibi, 19. yüzyılın sonuna doğru borçlarını ödeyemeyen ülkeler, ekonomik yaptırımlar, uluslararası piyasalardan dışlanmalar ve hatta, askeri müdahalelerle karşı karşıya kaldı. Mısır hükümeti, Avrupalı tahvil sahiplerine olan yükümlülüğünü yerine getirmeyeceği tehdidini savurmasıydı, İngiliz Başbakanı Gladstone’un 1882’de Mısır’ı işgal emrini vereceğine inanmak zordu.
Gelişmekte olan bir pazarı Britanya İmparatorluğu’nun garantisi altında tutmak, yatırımcıların siyasi risk konusundaki endişelerini sona erdirmenin en kesin yoluydu. Bu yüzden, Britanya ile birlikte hareket edilir; tahvillerin Londra borsasında pazarlanması istenir ve tahvillerin bir bölümünün İngiliz yatırımcılar tarafından satın alınması tercih edilirdi. Şimdi, Britanya İmparatorluğu’nun yerini, ABD aldı.
İmparatorluğun dışında kalanlar bile, temerrüde düşmeleri durumunda savaş gemileri ile karşılaşabiliyorlardı. Örneğin, 1920’de İngiliz, Alman ve İtalyan gemilerinden oluşan bir birleşik deniz gücü, Venezuela’da limanları kapatmıştı. ABD de, tahvil sahiplerinin Orta Amerika ve Karayip’teki çıkarlarını koruma konusunda gayet kararlı ve etkindi.
Birinci
Dünyaca ünlü olan Rothschild ailesi İngiltere’nin Avrupa’daki müttefiklerine yapılan yüklü para yardımlarını da idare ediyorlardı. Rothschild’ların baş müşterilerinden Herries’in hesabına göre, Haziran 1814’e kadar yaptıkları bu tür ödemeler 12.6 milyon franga ulaşmıştı.
Rothschild’lar, devletlerin çıkardıkları tahvillerin bir kısmını, ilgili devletten para ödemeden direkt olarak alır; bu tahvillerin kendi broker ve yatırımcı ağları aracılığıyla Avrupa’ya dağıtılması ve satılması karşılığında komisyon tahakkuk ettirip; alıcılar tahvil bedellerini tümüyle ödedikten sonra, ilgili devlete tahvil bedelini aktarırlardı.
Rothschild’ların devlete ödedikleri bedelle, yatırımcılardan talep ettikleri fiyat arasında genişçe bir makas vardı. Üstelik, ilk halka arzı takip eden dönemde, tahvil fiyatının yükselmesiyle birlikte, bu makasın daha da açılması olağandı.
Ayırt edici özelliği
Büyük ölçekte uluslararası borçlanma, Rothschild’lardan önce, Cenova, Antwerp ve Amsterdam gibi şehirlerde görülmüştü. Ancak, 1815 sonrasında Londra tahvil piyasasının ayırt edici özelliği ortaya çıktı. Rothschild’lar, borçlanmak isteyen devletlerin tahvillerinin, ülkelerin kendi para birimleri yerine, sterlin
Sanılanın aksine, hisse senedi piyasası değil; tahvil piyasası, batıdaki zenginliğin, servet birikiminin ve sömürünün temeli olmuştur.
Devletlere, tahvil piyasası aracılığı ile borç verilmiş; 1929 buhranı krizi dahil bir çok ekonomik kriz ve savaş, tahvil karşılığı verilen borçların tahsil edilebilmesinin sağlanması amacına yönelik olarak çıkmış veya çıkarılmıştır. Tahvil piyasası aracılığı ile zengin olan ve bazılarına göre, dünyayı yönetmeye kalkan ilk aile, Rothschild ailesidir.
Rothschild nasıl büyüdü?
Niall Ferguson’un “Paranın yükselişi” kitabına göre, Frankfurt gettosunun kasvetli ortamında büyüyen ve finans dünyasının Bonapart’ı sayılan Nathan Rothschild, zaman içinde Avrupa tahvil piyasasının ve bazılarının dediği gibi Avrupa siyasetinin efendisi oldu.
Rothschild ailesini Avrupa’nın dört bir yanında kırk bir görkemli ev sahibi olacak kadar zengin yapan, tahvil piyasasıydı. Efsaneye göre, Rothschild Ailesi servetlerinin ilk milyonunu, 1815 yılında, Nathan’ın, Waterloo savaşının sonucunun Britanya tahvillerinin fiyatı üzerinde yaratacağı etkiye ilişkin başarılı öngörüşü ve spekülasyonu ile yapmıştır. Hikayenin bir versiyonuna göre ise, Nathan savaşı yerinde görmüş,
Başkaları daha önce denemiş olsa da finansal başarıyı kalıtımsal statü ve güce dönüştüren ilk bankacılar Floransalı “Mediciler”di. Bunu, 14. yüzyılın sonlarında, önemli bir şeyi öğrenerek başardılar: “Finansta küçük olmak pek makbul değildir”. Bankalarını o güne kadarki herhangi bir finansal kurumdan daha büyük bir hale getirip, işlemleri çeşitlendirerek risklerini yaymanın bir yolunu buldular. Borçlandırma yanında, döviz ticareti de yaparak güçlerini pekiştirdiler. İtalyan bankacılık sistemi, takip eden yüzyıllarda en çok ticari başarı elde edecek olan Hollanda, İngiliz ve İsveçliler için bir model teşkil etti.
Mediciler’in başarısının temel anahtarı ölçek değil, her konudaki çeşitlendirmedir. Önceki İtalyan bankaları iflas eden bir müşterisi nedeniyle kolayca batmanın eşiğine gelen, monolitik bir yapıdayken, Medici Bank her biri özel ve düzenli olarak gözden geçirilen kontratlara dayanan, birbiriyle ilişkili birden çok ortaklıktan müteşekkildi. Şube müdürleri sadece çalışan değil, kârdan pay alan küçük ortaklardı. Medici Bank’ın çok kârlı olmasını sağlayan, bu ademimerkeziyetçilikti.
Amsterdam örneği
Niall Ferguson’un “The Ascent of Money-Paranın Yükselişi” kitabına göre, finansta