Niall Fergu-son’un Paranın Yükselişi adlı kitabında da açıklandığı gibi, 19. yüzyılın sonuna doğru borçlarını ödeyemeyen ülkeler, ekonomik yaptırımlar, uluslararası piyasalardan dışlanmalar ve hatta, askeri müdahalelerle karşı karşıya kaldı. Mısır hükümeti, Avrupalı tahvil sahiplerine olan yükümlülüğünü yerine getirmeyeceği tehdidini savurmasıydı, İngiliz Başbakanı Gladstone’un 1882’de Mısır’ı işgal emrini vereceğine inanmak zordu.
Gelişmekte olan bir pazarı Britanya İmparatorluğu’nun garantisi altında tutmak, yatırımcıların siyasi risk konusundaki endişelerini sona erdirmenin en kesin yoluydu. Bu yüzden, Britanya ile birlikte hareket edilir; tahvillerin Londra borsasında pazarlanması istenir ve tahvillerin bir bölümünün İngiliz yatırımcılar tarafından satın alınması tercih edilirdi. Şimdi, Britanya İmparatorluğu’nun yerini, ABD aldı.
İmparatorluğun dışında kalanlar bile, temerrüde düşmeleri durumunda savaş gemileri ile karşılaşabiliyorlardı. Örneğin, 1920’de İngiliz, Alman ve İtalyan gemilerinden oluşan bir birleşik deniz gücü, Venezuela’da limanları kapatmıştı. ABD de, tahvil sahiplerinin Orta Amerika ve Karayip’teki çıkarlarını koruma konusunda gayet kararlı ve etkindi.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan askeri müdahalelerin temel nedeni, demokrasinin yükselişi ya da sosyalizm değil; Avrupalı tahvil yatırımcılarının maruz kaldığı mali riskler idi.
Tahvil Britanya’yı kurtardı
Birinci Dünya Savaşı, sadece mal sıkıntısına yol açmadı; devletlerin de aşırı borçlanmalarına neden oldu. Britanya ve Almanya dahil, tüm devletler aşırı borçlanmaya gittiler. Durum böyle iken, Birinci Dünya Savaşı sonrasında hiper enflasyona sürüklenen ülke Almanya oldu; Mark değerini tamamıyla yitirdi.
Neden diğer ülkelerin değil de, Almanya’nın hiper enflasyonla karşılaştığının yanıtı, savaş esnasında ve sonrasında tahvil piyasasının oynadığı roldedir. Savaşan bütün ülkeler, savaş boyunca, daha önce hiç devlet tahvili almamış binlerce küçük yatırımcıyı bir vatanseverin görevinin bu olduğunu söyleyerek, kendi devlet tahvillerini almaya ikna etmişti.
İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya’nın aksine, Almanya’nın uluslararası piyasalara erişimi yoktu. İtilaf Devletleri New York piyasasında ya da sermaye zengini Britanya İmparatorluğu aracılığı ile diğer piyasalarda tahvil satabilirlerken; İttifak Devletleri (Almanya, Avusturya - Macaristan, Türkiye) kendi kaynaklarına yönelmek zorunda kalmıştı.
Alman ve Avusturyalı yöneticiler, Britanya’da olduğundan çok daha büyük oranda, kısa vadeli Merkez Bankası fonlarına yöneldiler. Vadesi gelen tazminat ödemeleri 1921 ve 1922’de Reich’ın (Alman Devleti) harcamalarının üçte birine ulaşıyordu. Yine de, 1923’teki hiper enflasyonu sadece Versay Antlaşması’nın bir sonucu olarak görmek yanlış olur.
Almanlar tabii ki olayı böyle görmeyi tercih ediyor; savaş sonrası dönemde, savaş tazminatı yükünün sürdürülemez bir cari açığa yol açtığını, bu açığı finanse etmek için Mark basmaktan başka seçenek olmadığını ve enflasyonun Mark’ın değerini yitirmesinin direkt sonucu olduğunu savunuyorlar.
Yarın, uluslararası piyasalardan borçlanma konusunun bizim için önemini anlatacağım.