Geçen hafta dünya kadınlar gününü kutladık ama başarılı kadınlarımızın bir bir listesini yayınlayamadık. İşte, Rüya Bayegan ülkemizin mutlaka listelere girmesi gereken en başarılı iş kadınlarından biri. Üstelik en az bilineni. Çünkü o, ülkemizde çok az vakit geçiriyor. Sürekli seyahat halinde. Tesadüfen karşılaşırsanız, bir kaç saat önce uçaktan inmiş oluyor.
Bu kadınımız ne mi yapıyor? Dışarıya satacak petrolü olmayan ülkemizden diğer ülkelere petrol ve petrokimya ürünleri satıyor. Yaptığı iş alıcıyla satıcıyı buluşturmak; dünyadaki petrol ve petrokimya ürünlerinin fiyatlarını, arz ve talep eğilimlerini takip etmek. Bayegan, bazen işlere aracılık yapıyor; bazen de kendi adına alıp, satıyor.
Bayegan Grup’un dünyanın 23 önemli finans merkezinde iletişim ofisi var. Bu ofislerde birer, ikişer kişi çalışıyor. Yurtdışı ofislerin amacı, müşterilerle ilişkiyi sürdürmek ve fiyat oynamalarından haberdar olmak. Grup’un yurtdışındaki ofisleri dahil yaklaşık toplam 150 çalışanı bulunuyor. Bayegan Grup’un yıllık cirosu bir çok ürünün fiyatına ve miktarına göre değişmekle birlikte, bir kaç milyar doları buluyor. Bayegan, petrol ve petrokimya ürünlerinin üretildiği ülkelerde ve
genell
Geniş anlamıyla, bir ülkede yapılan yatırımlar ya o ülkenin vatandaşlarının ya da yabancı ülke vatandaşlarının tasarrufları ile gerçekleştirilir. Maalesef, ülkemiz vatandaşları ülkemizde yapılan yatırımları karşılayacak kadar tasarruf sağlayamıyor. Yani, başka ülkelerin insanlarının tasarrufunu yatırımlarımız için kullanmak durumunda kalıyoruz. “Cari Dış Açık”ımızın kapatılması da başka ülke vatandaşlarının tasarrufları ile yapılabiliyor.
Problemli ülkeler...
Aşağıdaki tabloda, ülkelerin iç tasarruflarından o ülkede yapılan yatırımlar düşünce kalan miktarın o ülkenin Gayri Safi Milli Hasıla(GSMH)’sına oranını görüyoruz. (Örneğin; Türkiye yatırımlarının karşılanması için GSMH’sinin %10’ u kadar bir dış tasarruf almak zorunda kalıyor):
Görüldüğü gibi, Asya ülkeleri ve Almanya’da iç tasarruf o denli yeterli ki hem ülke de yapılan yatırımları finanse ediyor hem de ülkenin Cari Dış Fazla vermesinin yolunu açıyor.
Avrupa’da zor durumda olduğunu söylediğimiz ülkelerin yatırımlarını karşılayamayan ölçüde tasarrufları var. Ancak, bu veriye bakıldığında Türkiye’nin Avrupa’nın problemli ülkelerinden daha kötü durumda olduğunu görüyoruz. Neyse ki, güçlü bankacılık sistemimiz
Bab-ı Âli toplantılarının bu ayki konuğu Adalet Bakanı Av. Sadullah Ergin idi. Konuşmasının ilginç satırbaşlarını şöyle özetleyebiliriz:
Siyasi tarihimiz darbeler ve müdahaleler arasında geçti. Müdahalelerin anası da babası da 1960 darbesi oldu. 1960 Anayasası bazı organlara milletin iradesini bir tarafa koyabilecek güçler vermişti. 28 Şubat 1997 deki müdahalenin şekli farklı olsa da, yapılan aynıydı. Her seferinde, önce “toplum mühendisliği”, sonra müdahaleler geldi.
Hükümetimiz, halkın iradesine olan müdahaleleri önledi. Yaptığımız en önemli reform budur. Bu reform olmasa yapılan tüm yenilikler geri dönebilirdi. Sürdürülebilir bir demokrasiye ulaşılması ve güven veren bir adalet sistemi hedefimizdir.
Hakim ve savcı sayımız gelişmiş ülkelerin çok altındadır. Ülkemizde, her 100 000 kişiye 10.1 hakim ve 5.9 savcı düşüyor. Dünya ortalamasına yetişebilmemiz için, bu rakamların en az ikiye katlanması gerekiyor. Uzun süren yargılama ve tutukluluk hallerinin nedenlerinden biri budur. Halen, yaklaşık 3 milyon hukuk ve 3 milyon da ceza davası neticelenmeyi bekliyor. Aldığımız tedbirlerle bu yüksek rakamı eritiyoruz.
İlk derece mahkemelerdeki ortalama dava süresi 210 ila 230
20. yüzyılda, özellikle de 1. ve 2. Dünya Savaşları olmak üzere, savaşların çoğu kazananın hepsini alması adına yapıldı. Ama, kazanan önce hepsini almış gibi görünmüş olsa da, oyuna devam etti ve bir süre sonra kazandığından fazlasını kaybetti. Zamanımızda ise “hepsini almak” için artık savaşmak gerekmiyor.
1908’den başlayarak, 1929 dünya ekonomi krizi dahil, aşağıda konu edeceğimiz tüm büyük ekonomi operasyonları en güçlülerin her şeyi ele geçirip dünya ekonomisini yönlendirmesi hedefine sahipti. Yani, James Bond filmlerinde konu edilen “dünyayı ele geçirme” istekleri, tarihte hep var oldu. Bazıları toprak ele geçirerek bu amaçlara ulaşabileceklerini zannettiler; bazıları da ekonomik faaliyetleri yönlendirdiler.
20. Yüzyılın ilk yarısı altın madeninin büyük ölçüde egemen olduğu bir yüzyıldı. Merkez Bankaları altın karşılığı olmadan para basmazlardı. İngiltere, Fransa, ABD ve Almanya bu sayede tüm dünyayı kendilerine borçlandırabildiler. Kazanmışlardı; hepsini alıyorlardı. Ama, 1908 yılında geçiştirilen ve 1929-1933 yılları arasında zirveye ulaşıp, neredeyse 2. Dünya Savaşı’na kadar süren ekonomik kriz, sadece altın karşılığı para basıp piyasanın ihtiyacı olan likiditenin
“Kazanan Hepsini Alır” sözcüğü küreselleşen dünyada hem sosyal hem ekonomik hem de siyasi gelişmeleri değerlendirirken en çok kullanılan sözcüklerden birisi oldu. Aslında bir “kumar değimi” olan bu sözcük, belli bir sınıfın veya grubun toplumun tüm kaynaklarını ele geçirebilme olasılığına sahip hale gelmesi anlamında kullanılıyor.
Sosyalist öğreti “Kazananın Kazancı Paylaşılır” esasına dayanır. Temelleri sosyalist öğretiye dayanan Komünist sistemin yok olmasıyla, kazananın daha çok kazandığı kapitalist sistem tüm dünyaya hakim oldu. Artık;
- Emperyalizmin yeni bir evresi başladı. Zengin devletler, para sistemleri sayesinde doğrudan sömürüye gerek görmeden gittikçe daha çok zenginleşebiliyor.
- Siyasi, ekonomik ve sosyal sistemlerin giderek benzeşmesi sayesinde, büyük şirketler diğer ülkelerde de rahatlıkla büyüyerek, büyüklüklerine büyüklük katıyorlar.
- Toplumların gelir dağılımları kaçınılmaz olarak gittikçe bozuluyor; ülkeler arası zenginlik uçurumu artıyor.
- Yeni Dünya düzeni, mutlakiyet rejimlerinin yıkılıp, denetimi ve iktidarda olanın çok daha kolay değiştirilebileceği demokratik rejimlerin kurulmasıyla oluşturuluyor.
- Halkların uyuşturulması ve tüketim
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Başkanı İbrahim Turhan, ilk sunumunu yaptı. Sunum, İMKB’nin önümüzdeki süreçteki yol haritasını ve Başkan’ın misyonunu açıklıyor.
Başkan Turhan diyor ki;
- İMKB Yönetim Kurulu’nun çoğunluğunun hükümet tarafından atanması sayesinde, kararlar daha kolay alınacak; global eğilimlere daha kolay uyum sağlanacak,
- Önümüzdeki dönemde İMKB başka borsalarla, yazılım kurumlarıyla veya mali kuruluşlarla stratejik ortaklık veya birleşmeler gerçekleştirebilecek ya da özelleştirilecek. Bu süreçte İMKB’nin gelir elde etme ve paylaşım modelinde yeni uygulamalar gündeme getirilebilecek. Böylece ulusal ve yabancı yatırımcıların ihtiyaç duydukları hizmet ve ürün çeşitliliği daha rahat sağlanabilecek.
- Şeffaf ve anlaşılır bir piyasa yapısı, teşkilatlanmış piyasa ve pazarların en başta gelen özelliğidir. Bu nedenle birbirini tekrarlayan bürokratik fonksiyonların yok edilmesi, işlemlerin en kolay biçimde gerçekleşmesi, işlem maliyetlerinin düşürülmesi, aynı platformda birkaç işlem birden yapılabilmesi gibi tedbirler sayesinde yatırımcılar Borsa’mıza daha fazla ilgi göstereceklerdir.
- Geliştirilecek yeni mali enstrümanlar arasında, türev ürünler ve
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), rakibi olmayan bir borsadır. Hisselerini satmak isteyen şirketler, bu borsanın gittikçe zorlaşan kurallarını kabul etmek zorundadır. Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) başlıca işi İMKB’yi denetlemek; burada yırtıcı kuş uçurtmamaktır. Oysa SPK’nın temel işi, ülkede piyasalaşmayı geliştirmek ve İstanbul’u bir “uluslararası bir finans merkezi” hüviyetine kavuşturmak olmalıydı.
Hükümet’e göre, İstanbul’un “uluslararası finans merkezi” olması için, işe SPK’dan değil, rakibi bile yaratılamamış olan İMKB’den başlanmalıdır. Öte yandan, bazı bilgisiz uzmanların borsa idaresini ele geçirmekle ekonominin iplerini ellerine geçirebileceklerini sanmaları da, İMKB’yi “zaptedilememiş ilk hedef” haline getirmiş olabilir. Yoksa, İMKB, SPK, BDDK, Merkez Bankası ve kamu bankalarının binalarının yan yana getirilmesi ile “finans merkezi” oluşturulacağını zannettiklerini sanmıyorum.
Belki de yapılmak istenilen, “finans merkezi” yaratmak değil, birileri için rant yaratmak olabilir. Yakın gelecek, tüm niyetleri belli eder.
Finans merkezi yaratmak
Kobirate-Kredi Derecelendirme ve Kurumsal Yönetim Şirketi, İMKB100, İMKB30 ve İMKB kurumsal yönetim endeksinde yer alan XKUR firmalarına yönelik kurumsal yönetim raporunu açıkladı. Kurumsal yönetim, şirketlerin daha şeffaf, adil ve hesap verebilir biçimde yönetilmesini sağlıyor. Bu prensipler dahilinde şirket ortakları, hisse senetlerine sahip olanlar, şirketle iş ilişkisi içinde olanlar ile şirket yönetim kurulu arasındaki ilişkiler düzenleniyor.
Sermaye Piyasası Kurulu’nun gözetimi altında geliştirilen kurumsal yönetim ilkelerindeki uygulama yıllar içinde önemli aşamalar kaydetti. Böylelikle genel kurul süreçleri iyileşti; oy haklarının kullanılmasında kısıtlamalar kaldırıldı; kamunun aydınlatılması politikaları oluşturuldu; etik kuralları geliştirildi; kurumsal sosyal sorumluluk projeleri gündeme geldi; internet sitelerinde aydınlatıcı bilgilere yer verildi ve yönetim kurullarında bağımsız üye bulunması sağlandı.
Bazı önemli kurumsal yönetim ilkeleri
A) Genel Kurulla İlgili Olanlar;
* Pay sahipleri ile ilişkiler birimi oluşturulması,
* Genel Kurul ilanlarının en az üç hafta önceden internet yoluyla duyurulması,