ABD Merkez Bankası Federal Reserve (FED), piyasaya daha fazla likidite vermeyebileceğini açıkladı. Bu açıklama, tüm dünya borsa endekslerinde değer kayıplarına neden oldu. Bu yıl sonbaharda ABD’de yapılacak seçimler öncesinde FED’in böyle bir karar alması beklenmiyordu.
Ancak, alınan karar verilen likiditenin derhal çekilmesi anlamında değil. Sadece, vadesi gelecek olan ve devlet tahvil-bonoları karşılığında sağlanmış bulunan açık piyasa anlaşmaları yenilenmeyecek. Yani, likiditenin çekilmesi açık piyasa işlemlerinin vade bitiminde yapılacak; anlaşmalar yenilenmeyecek.
Yine de, yıl sonuna kadar 500 milyar dolarlık bir likidite diliminin geri çekileceği anlaşılıyor. Geri çekilecek bu likidite miktarı ABD’nin yıllık Gayri Safi Milli Hasıla’sının (GSMH) % 3’ünü aşıyor. FED’in bu kararı, ABD dolarının euro karşısında güçlenmesine neden oldu. Avrupa Birliği Merkez Bankası’nın (ECB) piyasaya likidite verme operasyonu sürdükçe de doların değer kazanma eğilimi devam edecek.
Öte yandan, sonbahar başında FED’in bu kararını revize etmesi veya piyasaya başka bir yolla likidite sağlaması da gündeme gelebilir. Çünkü FED, dış ticaretteki rekabetin korunabilmesi için doların güçlü
Ülkemizde bulunmayan “gölge bankacılık(shadow banking)” uygulamaları, banka gibi algılanan, banka gibi hareket eden, banka gibi borç alıp veren yatırım yapan; ancak bankalar gibi düzenlemelere tabi olmayan finansal kuruluşların yaptıkları işlemleri ifade ediyor. Bu kuruluşlar, kişilerden hatta bankalardan mevduat alıp; kredi veriyorlar ve elde ettikleri faiz farkı sayesinde kâr sağlıyorlar.
Gölge bankaların vezneleri yok. Her şekil ve büyüklükte olabiliyorlar. Müşterilerine, ipotekli kredi, varlığa dayalı ticari kağıtlar karşılığında kredi, para piyasası fonları verebiliyorlar. Hedge fonları da, birer gölge banka olarak nitelendirebiliriz.
Derin bir vade uyumsuzluğu
Gölge bankalarının çoğunun tek ortak özelliği var: Derin bir vade uyumsuzluğu(maturity mismatch). Kısa vadeli olarak borçlanıp; uzun vadeli ve likit olmayan varlıklara yatırım yapıyorlar. Kârlarının temellerinden biri bu.
Global krizin çıkmasında, ABD’deki yatırım bankalarının ve hatta ticari bankaların kârlarını arttırmak için, gölge bankalara yatırım yapmaları ve hatta, bazen de gölge banka gibi çalışmaları önemli bir rol oynadı.
Bankacılık sektörümüzün, kredi vermek ve işlem yapmak için yeterli sermayesi var. Sektör için konulan hedef “sermaye yeterlilik oranı” yüzde 12 ve yasal sınır yüzde 8 iken, operasyonel riskler dahil “sermaye yeterlilik oranı” aşağıda görüldüğü gibi ortalama olarak yüzde 16.8’i buluyor. Avrupa ve ABD de bazı bankaların yüzde 4 sermaye yeterlilik oranı ile çalıştığı düşünülürse sektörün ne kadar sağlıklı olduğu anlaşılır.
Ancak, aşağıda görüldüğü gibi, bankalarımızın “öz kaynak kârlılıkları” gittikçe düşüyor. Bu da, bankaların bu yıl eski kârlarını yapamayacaklarını ve hayli zorlanacaklarını gösteriyor.
Sektörün verdiği kredilerin toplam varlıklarına oranı da yükselme eğilimini durdurdu. “Kanuni karşılıkların” artması, hem kredileri hem de kârlılığı azaltıyor.
Tahsil edilemeyen kredilerin düşük seviyelerde bulunması, sevindirici. Aşağıda görüldüğü gibi, takipteki alacakların toplam kredilere oranı yüzde 2.8 seviyelerinde. Alınamayacağı kesinleşmiş olan krediler ise yüzde 0.6’yı aşmıyor. Bu rakamlar halkımızın ve işadamlarımızın borcuna sadık olduğunu gösteriyor.
Kriz kâhini Nouriel Roubini’nin “Crisis Economics” adlı kitabında, derecelendirme(rating) şirketlerinin global krizin çıkmasında nasıl büyük rol oynadığı açıklanıyor.
Roubini’ye göre, rating kuruluşlarının da yakasına yapışılması ve iş modellerini değiştirmeye zorlanmaları gerekiyor. Rating kuruluşlarının gelirlerini not verdikleri kurumlardan sağlıyor olmaları, çok büyük bir çıkar çatışması(conflict of interest) doğuruyor. Aslında, borç derecelendirmesi için borç senedini ihraç eden kurumların değil, yatırımcıların para ödüyor olması gerekiyor. Öte yandan, rating kuruluşları borç ihraç edenlere “danışmanlık hizmeti” de verebiliyorlar. Bu da, başka bir çıkar çatışması doğuruyor. Ayrıca, borç derecelendirme işinin rekabete çok daha fazla açık olması gerekirken, bu işi yapan bir avuç kuruluş bulunuyor olması da sorgulanmalı. Bu kuruluşların birbirlerini de gözledikleri; bu nedenle de bir çeşit ortak davranış içine girdikleri anlaşılıyor. Birkaç kuruluşun bu denli yüksek gücü elinde tutmasının, sistemi ve rekabet ortamını zorladığı düşünülüyor.
Yüklü ücretler aldılar
Kriz öncesinde, Fitch, Moody’s ve Standard & Poor’s gibi rating şirketleri, varlığa dayalı menkul değer
Dünyayı sarsan global ekonomik krizi yıllar önce öngören kriz kahini Nouriel Roubini’nin “Crisis Economics” adlı kitabı “Kriz Ekonomisi” adı altında Türkçe’ye de çevrildi. Kitap, yaşadığımız global krizin nedenlerini ve dünya ekonomisinin geleceğini açık bir dille anlatıyor.
Kriz sırasında Amerikan Merkez Bankası’nın (Federal Reserve yaptığı hatalar, derecelendirme (rating) kuruluşlarının taraflı davranışları, bağımsız ve üst düzey yöneticilerin nasıl kendi çıkarlarını şirketlerin çıkarlarının üzerinde tuttukları, sentetik yatırım araçlarının büyük bankalarca bile nasıl kaldıraç olarak kullanıldığı, merkez bankalarının para basmaları sırasında ve sonrasında oluşan ve oluşacak likidite tuzağından çıkış yolları, Basel-I ve II bankacılık prensiplerinin açmazları, piyasayı düzenleyen (BDDK, SPK gibi) kurumlar için de bir düzenleyici gerektiği, “Cari İşlemler Açığı”nın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde giderek nasıl krize yol açacağı, gibi konular detaylı olarak ve açık yüreklilikle inceleniyor.
Kısa vadeli bakıyorlar
Global krizin çıkmasında, şimdi bizim Sermaye Piyasası Kurulu’muzun da uygulamaya soktuğu “Kurumsal Yönetim İlkeleri”nin önemli bir rol aldığı anlaşıldı.
Türkiye’nin GSMH ve Kişi Başına Düşen Milli Gelir(KBMG) hesaplamaları değiştirildi. Buna, Türk lirasının gittikçe değerlenmesi de eklenince, hem GSMH’miz hem de KBMG’imiz ciddi bir şekilde artmış durumda. KBMG, 10.000 doları aştı. Bu değişim sonucu, iç ve dış borçlarımızın GSMH’mıza olan oranları düzeldi.
Ancak, iç ve dış borçlarımız hala ciddi bir şekilde artıyor. Son 10 yılda, iç ve dış borcumuzun toplamı 221,7 milyar dolardan, 600 milyar doların üzerine yükseldi.
Tablolarda, dış ve iç borçlarımızın durumu görülüyor:
Türkiye Brüt Dış Borç Stoku (Milyar $)
Ekonomimiz son 10 yıldır gittikçe artan ölçüde cari işlemler açığı veriyor. Dünyada 2010 sonu itibariyle, GSMH’sına oranla cari işlemler açığı bizden büyük olan sadece 4 ülke var. Bunlar; Güney Kıbrıs, Portekiz, İzlanda ve Yunanistan. Cari açıkın en büyük kalemi olan dış ticaret dengesi bizden daha bozuk olan sadece 6 ülke bulunuyor. Bunlar; Yunanistan, Bulgaristan, Portekiz, Fas, Malta ve Güney Kıbrıs.
Aşağıda, cari işlemler açığının nasıl kapatıldığını gösteren bir tablo var:
Cari işlemler açığının finansmanı
Görüldüğü gibi, cari açık büyük ölçüde ‘sıcak para’ ile kapatılıyor. Özel sektörün kullandığı kredileri azaltmasının ve doğrudan yabancı yatırımların da etkisi var.
Sermaye Piyasası Kurulu(SPK) yeni Sermaye Piyasası Kanunu’nu görücüye çıkardı. Kanun tasarısı, sermaye piyasamızdaki tüm yetkileri SPK’da topluyor ve kendiliğinden gelişen piyasaların da SPK’nın güdümüne sokulmasını istiyor. Bu durumda tüm borsa ve piyasalar SPK düzenlemesine ve denetimine tabi olacak. Böylece, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin borsalarla ilgili tüm yetkileri de tamamen SPK’ya geçiyor. Bu Birlik’in adının Türkiye Odalar Birliği şeklinde değiştirilmesi gündeme gelebilecek.
Merkez Bankası nezdinde kurulu piyasalar SPK’nın yetki alanı dışında tutuluyor. Oysa, bu piyasaların Merkez Bankası dışına çıkarılması ve denetim ve düzenleme yetkisinin de diğer borsa ve piyasalarda olduğu gibi SPK’ya verilmesi gerekirdi.
Artık isteyen borsa kurabilecek
Artık, özel kişiler bir anonim ortaklık kurarak, SPK’nın denetim ve gözetimine tabi bir borsa oluşturabilecek. Bu anonim ortaklıklara, yeni yasada “Piyasa İşleticisi” adı veriliyor.
Sermaye piyasası araçlarının halka arz edilmeksizin de ihracı mümkün. Sermaye piyasası araçları, prensip olarak bilgisayar ortamında tutulacak. 7 yıl içinde bu araçların fiziki biçimlerinin
SPK’ya teslim edilmemesi halinde bu