Çok uzun yıllardır görmediğimiz bir siyasallaşma, politikleşme yaşıyor insanlarımız. Son on güne damgasını vuran Gezi Parkı Direnişi’nin özeti budur.
İşin tuhaf tarafı bütün bu olan bitenin merkezinde veya ön saflarında takım taraftarının olduğunu görüyoruz.
Çarşı süreçte ismi en üste çıkan taraftar grubu olması bakımında ilgi çekiyor.
Peki buralara nasıl geldik?
İnsanlar nasıl oldu da sokaklara başbakanın karikatürleştirdiği şekliyle söyleyelim bir kaç ağaç için bu kadar rahat ve gerisini düşünmeden dökülüverdi?
Kulüp taraftarları siyasallaşabildi?
Bunun nedenleri operasyonel süreçlerdir.
3 Temmuz Türkiye’nin gündemine bomba gibi düştüğünde kimse bu sürecin bir sene sürecek bir taraftar hareketine dönüşeceğini tahmin etmiyordu. Savcı Mehmet Berk’in ifadesiyle bir kaç ay içinde unutulup gideceği hesap edilmişti.
Diyelim ki AB 1 Eylül 2013 tarihinden itibaren Türkiye’nin üyelik statüsünü onayladı ve 1856 yılında Kırım Savaşı’ndan sonra toplanan Paris Antlaşması’nda yazan Osmanlı Avrupa Devletler Topluluğu üyesi olacak tarihsel süreci her anlamda sonuçlanmış oldu.
Ne olacak?
AB üyesi olduğumuz andan itibaren sınırlar kalkacak, hepimiz istediğimiz yerde çalışabilme, dolaşabilme özgürlüğüne kavuşacağız. Kuşkusuz Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşayan insanlar için de bu tersi geçerli olacak.
Konu futbola gediğinde de yabancı sınırlaması ancak üyelik dışında kalan ülke vatandaşlarına uygulanacak.
Yıllardır futbol kamuoyumuzu işgal eden, bir türlü standarda bağlayamadığımız yabancı sınırlamasını ne yapalım sorusu bir anlamda kendiliğinden çözülmüş olacak.
Futbolumuzdaki temel sorun yabancı sınırlaması mıdır?
Yoksa bir türlü oturtamadığımız futbol karakteri, standardı, seviyesi mi?
Hayatın içinde neye sınır koyuyorsanız onu bağlayan unsurları çözememişsiniz demektir.
Futbolda teknik adam seçimi, tercihi takımın genel karakterini belirleyen temel unsurlardan biridir.
Kuşkusuz bir kulüp teknik direktöründen oluşturacağı kadroya kadar bir bütün halinde genel tarzını da yansıtmaktadır.
Fenerbahçe ve Beşiktaş sezona teknik direktör arayışı ile giriyorlar.
Fenerbahçe, Daum ile 2003 yılında başlayan bir istikrar ortamına girmişti. Bunu 2006’daki Denizli’deki final kesintiye uğratmış ancak yine de Zico ile standartlar korunmuştu.
Denizli finali Fenerbahçe’den kaynaklı olmaktan çok dışsal olayların belirlediği bir durumdu ve kuşkusuz buradan çıkabilmek için teknik adam değişimi zorunlu görüldü. Son maçta şampiyonluğun Galatasaray’a kaybedilmiş olması camiada ve taraftarlar arasında travmatik bir durum yarattı. Bu travmadan hala çıkamayanlar var.
Oysa istikrar adına yönetimsel ve teknik yönetimsel istikrar korunabilmeliydi.
Zico ile başlayan ve ikinci sezon Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final gören süreç yine bir Galatasaray finali ile son buldu.
Zico bu dönemde Fenerbahçe’nin ikinci önemli şansıydı. Oturmuş takım ve oyun kurgusu önemli bir fark yaratıyordu. Ancak Brezilian tarzı takımın zaman zaman maç seçmesine neden oluyordu.
Herkesin her şeyi çok iyi bildiğini düşündüğü, sandığı yerde kimse diğerinin ne dediğini dinlemez, ilgilenmez, orada planlı, programlı iş de yapılmaz.
Gerçi amaç iş yapmak da değildir. Çünkü bir eser yaratabilmek için hayalinizin olması gerekir. Eğer fark yaratacak bir hayaliniz, idealiniz yoksa geriye tek bir şey kalır; ahkam kesmek.
Ülkemiz böyle bir yerdir. Ahkam keseni bol, hayal edeni az iş yapanı çok daha az bir coğrafya...
Bu nedenle dünyanın en güzel şehrinin ortasındaki iki köprü birbirinin aynısıdır. Temeli atılan üçüncüsünün herhangi bir kentin içindeki yaya geçidinden hiçbir farkı olmaz.
Çirkin ve gösterişsiz bir hayatın içinde basit ve birbirini tekrar eden zihin egzersizleriyle insanlar her geçen gün hiçbir farkın olmadığı, sıradanlaştığı yaşamın tek güzellik olduğu yanılsamasına kapılırlar.
Sıradanlaşan ve birbirini tekrar eden fikirleriyle farklı olanın yapmaya çalıştığı şeyi ölçmeye, değerlendirmeye, yorumlamaya çalışırlar.
Elbette ne doğru bir anlama süreci yaşanır ne de yeniden üretme...
Dün futbol dünyamızın belki de en farklı aktörlerinden biri olan Aykut Kocaman artık devam edemeyeceğini belirten bir açıklamayla Fenerbahçe'ye veda etti.
Geçtiğimiz sezonun orta noktasında hazır da zaman varken Ünal Aysal'la ilgili bazı detaylar vermiş, süreci tarif etmeye çalışmıştım.
Galatasaray'ın şampiyonluğu ile biten ligin hemen sonrasında yönetimin geçtiğimiz hafta sonunda genel kurul kararı alması, Ünal Aysal'ın sembolik de olsa istifa etmesi gündemin birinci sırasına yerleşen bir durum oldu.
Fatih Altaylı'nın deyimiyle "rahat mı batmıştı?"
Liderler en güçlü oldukları pozisyon ve zamanda bitirici hamleyi yapmayı severler. Mevcut konjonktür de zaten bunun için ortam hazırlar.
Liderlik hiçbir zaman terk edilen bir kurum olmamıştır. Çok az örnek vardır, zirvedeyken bırakıp giden yönetici adına.
Ünal Aysal bırakıp gider mi?
İçinden bırakıp gitme isteği arzusu olsa bile süreç buna asla izin vermez. Çünkü ortada her neye bağlı olursa olsun büyük bir başarı vardır ve bu Galatasaray'ın dibe vurduğu dönemin hemen sonrasında yaşanmıştır, tekrar da etmiştir.
Galatasaray, 18. ve 19. şampiyonluklarına Ünal Aysal başkanlığında ulaşmakla kalmamış; ekonomik olarak da rahatlamıştır. Öyle olunca da gösterişli transferler yapılabilmiştir.
Sezonu Süper Kupa finali ile açan Fenerbahçe toplamda oynayabileceği 65 maçın 64’üne çıkarak ulaşılması zor bir başarıyla Kupa’yı kazanarak yılı tamamlamış oldu.
Oynayamadığı tek maç Amsterdam’daki Avrupa Ligi Kupa finaliydi ve onu da nasıl kaçırdığını çok iyi biliyoruz.
Fenerbahçe’nin Aykut Kocaman ile başlayan üç yılı istikrar, devamlılık, süreklilik sağlama adına geçmiştir.
3 Temmuz gibi çok da zor bir süreci içeren bu dönemin kolay olduğunu kimse iddia edemez.
2012-13 yeniden yapılanma adına önemli bir sezondu. İnişleri ve çıkışlarıyla... Bununla ilgili detaylara önümüzdeki günlerde girmeye çalışacağım.
Kupa finali Fenerbahçe’nin bütün final maçları gibi gergin bir atmosfer altında oynandı.
Zokora’nın Emre ile kapatılmamış bir hesap içinde olduğunu görmek son iki haftadır yaptığımız bütün tartışmaları, polemikleri anlamsızlaştıran bir sonuçtu. Geçen sezon Trabzon’daki maçta rakibi sakatlamaya yönelik bir hamle yapmıştı; dün de bütün mevcudiyetiyle ile Emre’nin beden sağlığına tehdit oluşturacak şekilde fiili eylemde bulundu. Sonrasında ortalık bir anda karıştı.
Kuşkusuz bu psikoloji ile oynayama çalışan bir futbolcunun sahada işini yapması mümkün değildi. Tolun
Sezonu Süper Kupa finali ile açan Fenerbahçe toplamda oynayabileceği 65 maçın 64’üne çıkarak ulaşılması zor bir başarıyla Kupa’yı kazanarak yılı tamamlamış oldu.
Oynayamadığı tek maç Amsterdam’daki Avrupa Ligi Kupa finaliydi ve onu da nasıl kaçırdığını çok iyi biliyoruz.
Fenernahçe’nin Aykut Kocaman ile başlayan üç yılı istikrar, devamlılık, süreklilik sağlama adına geçmiştir.
3 Temmuz gibi çok da zor bir süreci içeren bu dönemin kolay olduğunu kimse iddia edemez.
2012-13 yeniden yapılanma adına önemli bir sezondu. İnişleri ve çıkışlarıyla... Bununla ilgili detaylara önümüzdeki günlerde girmeye çalışacağım.
Kupa finali Fenerbahçe’nin bütün final maçları gibi gergin bir atmosfer altında oynandı.
Zokora’nın Emre ile kapatılmamış bir hesap içinde olduğunu görmek son iki haftadır yaptığımız bütün tartışmaları, polemikleri anlamsızlaştıran bir sonuştu. Geçen seozn Trabzon’daki maçta rakibi sakatlamaya yönelik bir hamle yapmıştı; dün de bütün mevcudiyetiyle ile Emre’nin beden sağlığına tehdit oluşturacak şekilde fiili eylemde bulundu. Sonrasında ortalık bir anda karıştı.
Kuşkusuz bu psikloloji ile oynayama çalışan bir futbolcunun sahada işini yapması mümkün değildi. Tolu
Derbi öncesinde gündemde bir alkışlama polemiği vardı. Türkiye’deki Fenerbahçe-Galatasaray rekabetini yıllarca en derinden ve yakınından şahit olanların sanki ne olup bittiğini bilmiyormuş gibi ihaleyi Fenerbahçe’ye bağlamaları, “ne olacak canım, bitiversin bu tartışma” şeklinde yaklaşım göstermeleri fazlasıyla ilgi çekiciydi.
Derbi böylesi bir atmosferde oynandı. Öncesinde, sırasında ve sonrasında bir sürü olay yaşandı.
İki üç tane nereden geldiği belli olmayan muz üzerinden Fenerbahçe’ye ve taraftarına ırkçılık etiketi yakıştırıldı.
Geçen sene de benzer şeyler Emre ile Zokora arasında yaşanmış, saha içinde tatlıya bağlanan anlık refleks, Trabzonspor yönetiminin soyunma odasındaki çabalarıyla bir anda ülke gündemine yerleştirilivermişti. Öyle ki belki de Zokora bile daha önce aklına gelmeyen bir karşı duyguyla doldu.
Bu işler böyle gelişir, başlar.
Trabzonspor’un niyetinin ne olduğunu Başkan Sadri Şener’in yaptığı son açıklamalarından anlayabiliyoruz.
Başkan diyor ki, “Fenerbahçe ile düşmanlığımız inşallah ilelebet sürecektir. Öyle umuyorum.”
Ortada her ne olursa olsun birileri tarafından ısrarla gündeme taşınıyor, olduğundan farklı gösterilmeye çalışıyor.