Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıl hükmettiği topraklardan 36-40 ülke çıkması, bu ülkelerde yaşayan insanların 600 yıl önceki dillerini konuşuyor olması, gelenek ve göreneklerini, dini inançlarını korumaları dünya tarihinin bugün ısrarla görmezden geldiği bir gerçektir.
Oysa özellikle sömürgecilik süreci boyunca sömürgeci devletler, milletler gittikleri yerlerin bütün yapısını kökünden değiştirmiştir, kendisine benzetmiştir.
Drogba, Sow, Webo hangi dili konuşuyor?
Neye inanıyorlar?
Afrika’nın balta girmemiş coğrafyalarında kiliseler, papazlar ne iş yapıyordu?
1980’lerin en ilgi çekici dizilerinden biriydi Kökler; Kunta Kinte’nin yaşadığı insanlık dışı öyküyü hatırlamayanımız var mı? Kunta Kinte, Amerika’ya getirildikten sonra sahibi önce ismini değiştirdi, sonra yaşam şeklini, inançlarını...
Bu durum Hindistan, Avustralya, Güney Afrika, Yeni Zellanda için farklı mı?
Irkçılığın dünya tarihindeki yerini bilmeden, öğrenmeden, hangi sosyal olaya karşılık geldiğini bilmeden karşılaşılan her olaya “bu ırkçılıktır” demek sömürgeci kafasıdır, “sömürülmüş düşünce zihniyetinin” uzantısıdır.
Geçtiğimiz günlerde Milliyet’te bir haber yayınlandı; içeriğe göre Galatasaray amatör şubelerle ilgili olarak küçülme kararı alıyordu.
Haberden küçük bir bölüm okuyalım.
“Sarı kırmızılı kulüp, bu sezon futbol gelirlerinde kulüp tarihinin en yüksek rakamlarına rağmen borcun artması yüzünden birçok branşta küçülmeye gidecek. Yönetimin bu kararında amatör şubelerin bu yıl 56 milyon lira zarar etmesi yatıyor. Basketbol, voleybol, yüzme, sutopu ve kürek şubelerinin toplamda 56 milyon gider fazlası oluşturması Ünal Aysal yönetimini zorlamaya başladı..”
Beşiktaş geçen sene bu kararı aldı ve uygulamaya koydu; bu sezon Sportif anlamda Beşiktaş ismini bir çok branşta başarı ile yan yana görmede çok zorlandık.
Büyük bir ihtimalle önümüzdeki sezon da benzer şeyler yaşanacaktır.
UEFA kriterlerinin devreye girmesiyle birlikte artık profesyonel şirket halini almış futbol şubelerinden diğer branşlara kaynak aktarımı mümkün olmuyor.
Bu da amatör şubelerin yaşaması için sponser desteği ve altyapı yatırımlarını ön plana çıkarıyor.
Her geçen gün niteliği değişen derbi öncesinde her kim ne şekilde alkış tartışması açıyorsa ya kasıtlı yapıyor ya da sanki Türkiye'nin gerçeklerinden haberi yokmuşçasına etrafa şirin gözükmeye çalışıyor.
Türkiye'de akil adam olmanın yolu ortaya laf konuşmak oldu. Realite ile hiçbir ilgisi ve bağlantısı olmayan ütopyalarla aslında ayağa kalkamayacak hastaya yatıştırıcı verilmeye çalışılıyor, oysa bilinmiyor ki ortam daha çok geriliyor.
Dün de gerilim unsuru arttırılmış bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı izledik. Olaylar hem sahadakileri hem de dışındakileri etkiledi. Bundan sonra daha da artacaktır.
Bu maça Cüneyt Çakır verilir mi?
Bu atamayı yapanlar neyi ispat etmeye ya da kabul ettirmeye çalışıyorlar?
Bundan tam bir sene önce oynanan final maçında verdiği ya da veremediği, çaldığı ya da çalamadığı düdükleriyle Fenerbahçelilerin tepkisini çeken ve bir sene arkasında konuşulan hakem değil miydi Cüneyt Çakır?
Bu atama neyin dayatmasıdır?
MHK aslında bu maçla birlikte kale arkalarındaki çizgi hakem uygulaması yapıp, bir kaleye Fırat Aydınus'u, diğerine Halis Özkahya'yı koyabilirdi. Bu şekilde çok daha anlamlı bir tablo ortaya çıkardı.
Günlerden yine bir 12 Mayıs ve nasıl bir tesadüftür ki bir sene sonra aynı yerde Fenerbahçe-Galatasaray derbisi...
Geçen sene Şükrü Saraçoğlu Stadyumu’nda yaşananlar az şeyler değildi.
Olaylara şahit olmuş biri olarak aradan geçen bir senenin genel anlamda bir çok kurum ve kişiye hiçbir şey öğretemediğini görerek şaşırıyorum.
Aslında belki de şaşırmamak gerekiyor.
Tarihte bir çok yaşanmış olay üzerinden onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce yıl geçmesine rağmen ısrarla anılıyor, yaşatılıyor, tekrar hissettiriliyor.
Neden?
Çünkü tarih sadece birilerinin tuttuğu not defteri değildir. Yaşananlar tarih kitaplarında kaldığı sürece anlamlarını yitirirler.
İnsani duyguya dönüştükleri andan itibaren güçlenirler.
Mehmet Topal, Caner ve Emre'den oluşan üçlü orta saha kurgusu Fenerbahçe'nin atak organizasyonunu yönetmede başarılı olmadı. Ne zaman Emre ve Ziegler çıkıp yerlerine Salih ve Baroni girdi takım biraz daha ceza sahasının içine doğru hareket etme becerisi kazandı.
Baroni girdiği iki net pozisyonu değerlendirememiş olsa da kaçırmış olması bile başlı başına bir şey gösterdi; orta sahada şu an alternatifsizliğini koruyor.
Topal rakip atakları etkin bölgede durdurma konusunda gerçekten çok iyi oynuyor; ancak ne zaman topla ileri çıkıyor bir anda bütün melekeleri sıradanlaşıyor. Dün kaptırdığı topların gol olmamış olması biraz da Eskişehirsporlu oyuncuların son top seçimlerindeki başarısızlıklarındandı.
Caner hala üç boyutlu düşünemiyor. Futbolun derinlik unsurunu bir türlü ortaya çıkaramıyor.
İleride oynayan diğer üçlü; Kuyt, Webo ve Sow maç boyunca ceza sahasının çevresinde rakip savunmayı delmeye, boşluk bulmaya çalıştı. Becerebildi mi? Akılda kalan net bir pozisyon olmadığına göre 120 dakikalık bir kısır futbol olduğunu söylemek mümkündür.
Fenerbahçe'nin en iyi oyuncusunun Gökhan Gönül olması çok da normal değil; ancak ilginçtir belki de sahanın en iyi futbolcusuydu.
Es
Top Fenerbahçe defansının arkasına atıldığında iki stoperin arasından fırlayan Ömer takip edip gol vuruşunu yaptı. İki stoperden biri pozisyonu sonuna kadar takip ederken ikincisi aksiyon başladığı an koşusunu ve mücadelesini bırakıp Ömer’i kaleci Mert ve Egemen ile baş başa bırakacaktır.
Burada Fenerbahçe’nin iki tip futbolcu modeli çıkıyor ortaya; biri her ne olursa olsun sonuna kadar giderken diğeri ilk darbeyle oyundan düşüyor.
Fenerbahçe savunması genel anlamda sezon boyunca farklı futbolcularla hep benzer görüntüleri verdi.
Mücadeleni sonuna kadar yap, gerekirse topu kendi kalene gönder ama en azından dostlar seni alış verişte görsün!
Yıllar önce, yanılmıyorsam İnönü’de oynanıyordu, bir Galatasaray-Fenerbahçe karşılaşması; maçın ikinci yarısının hemen başlarında hakem Müjdat’ı oyundan atmıştı. Pozisyonu hatırlamam mümkün değil, ancak Fenerbahçeli futbolcular karara uzun süre itiraz etmişlerdi. Malum, itiraz hiçbir şekilde hakemin kararını değiştirmiyor, on kişi kaldıktan sonra öyle bir mücadele başlatmışlardı ki, kısa süre içinde golü de bulup maçı kazanmışlardı.
Benfica-Fenerbahçe karşılamasının kırılma anı Gökhan Gönül’ün aldığı darbe sonrasında oyundan çıkmak
Benfica ile oynanan yarı final karşılaşması sonrasında Aykut Kocaman’ı eleştiren malumumuz bir takım zihniyetler çıktı ortaya.
Evet, finale gidilemediği için herkes çok üzgün. Benfica elenemeyecek bir takım değildi, bunu ilk maçta da gördük, ancak ısrarla görmek istemediğimiz şeyler var ve kuru gürültü yaparak kafa bulandıran bu kişiler nedeniyle gerçekleri ayırt edip bunların üzerine yoğunlaşacak fırsatları ısrarla kaçırıyoruz.
Gündemimizi kaybediyoruz, oysa sorun başka yerlerde.
Fenerbahçe, Benfica’yı eledi, Chelsea’yi de geçti ve kupayı aldı. Sorunlarımız çözülecek mi? Sorunlarımızın acaba farkında mıyız? Yoksa oturduğumuz yerden genel anlamda hiçbir şeye dokunmadan eleştirmenin hafifliği ile sarhoş olmayı, kafa yapmayı mı tercih ediyoruz?
Hoşlanıyoruz?
Doğru yolu mu yoksa emniyet şeridinde hareket etmeyi mi gösteriyoruz?
Aykut Kocaman, geçen hafta Hürriyet'in özel sayısında çıkan röportajında her zamanki bilgeliğiyle aslında bize eksik taraflarımızı gösteriyor.
Bu seviyelerde oynamayı, mücadele etmeyi öğrenmek gerekiyor, bunun için de bir şekilde son maça kadar kovalamayı başarmak.
Finalin bir golle kıyısından dönmenin en önemli sebebi tecrübesizliktir.
Benfica 3-1'i yakaladıktan sonra futbol adına ne yaptı?
Kaleci Artur ne hokkabazlıklara soyundu?
Bunu ayırt edebilmek gerekiyor. Futbolun çirkin ve karanlık tarafıydı Benfica'nın 3-1 öne geçtikten sonraki futbolu; Fenerbahçe 2-1'i tutmayı bu şekilde başarabilir miydi? Zamanı çalabilir miydi?
Evet, hırsızlık geninde olsa bunu da yapardı ancak bilmiyor, istese bile beceremiyor, oynamaya gayret ediyor.
Bu nedenle Gökhan Gönül büyük bir özveriyle kafasını rakibin ayağına uzatıyor ve belki de oyunun en önemli dakikasında sahayı terk ediyor.
Sanılması ki karanlık, kirli futbolu savunuyorum. Ama bu tarafı aşamıyor Fenerbahçe, yıllardır hep finallerini aynı taktik karşısında kaybetti.