Çok değil, bundan bir ay önce Galatasaray'la ilgili şu an içinde bulunduğu duruma ait bir projeksiyon yapsanız size gülerler;
"Aklını mı kaybettin?" şeklinde de tepki gösterirlerdi.
Eğer tepki doğruysa bugün gelinen nokta da aklın kaybedildiği yer olsa gerekir. Ortada irrasyonel bir şeyler oluyor.
Karşılaşma öncesinde bu maçla ilgili genel tahminim 6'lık bir skor üzerineydi. Bütün şartlar bunu gösteriyordu. Galatasaray futbolcusu çıkacak giden teknik adamının arkasından en doğru uğurlama şeklini gösterecekti.
Bu bir isyan karşılaşması olmalıydı!
İlk yarı 5-0 bitebilir miydi?
Burak'ın bir, Bruma'nın net üç pozisyonunun gol olmamasını aklımız aldı mı?
Bizim bildiğimiz Burak dün akşam girdiği bütün net pozisyonları golle tamamlardı. Ancak ofsayt gerekçesiyle sayılmayan dışında diğerlerini aklın almayacağı bir şekilde; birinde 3,5 pastan olmak üzere dışarı attı...
Pazar akşamı Beşiktaş taraftarı görünümlü kişilerin derbi maçının 90+2. Dakikasında sahaya girmesiyle sporda şiddet konusu yine gündemimize oturdu.
Dün itibarıyla üç büyük kulübün önemli taraftar gruplarından bazı kişiler gözaltına alındı. Devlet gücünü gösterdi. Bu işi çözebileceğine yönelik bir irade koydu.
Yasalar hazırlanıyor şimdi; sahaya girenler hemen cezaevine gönderilecek. Mesele de çözülmüş olacak...
Bu işlerin stadyumların içine girmeden önce başka yerlerden başlayarak halledilmesi gerektiğini sıklıkla konuşuyoruz.
Temel sorun öncelikle çocuklarımızın doğru şekilde eğitilmesinden geçiyor.
Eğitim fırsat eşitliğiyle gerçekleşir. Çocukların önlerine alternatif yaşam alanları açmakla çeşitlenir.
Oysa bizler ne yapıyoruz; herkesi aynı kabın içine koyup birbirlerinin üzerine basarak yukarı çıkmalarını bekliyoruz.
En yukarı çıkanlar, şanslı olanlar kaymak tabaka oluyor. Altta kalanlarsa diğerlerinin hayatlarına özenerek, öykünerek, kıskanarak bakıyorlar, eziliyorlar, yeniliyorlar, kayboluyorlar...
“Dünya yıldızlarıyla dolu bir kadronun önümüzdeki dönemde yine marka değeri olan Mourinho benzeri bir teknik direktörle desteklenmesinin sürecin normal bir sonucu olacağını öngörmek kehanet olamayacaktır.”
29 Ocak 2013 Salı günü yazdığım Ünal Aysal Projesi başlıklı yazımı bu cümleyle tamamlamıştım.
“Burada geri adım atacak olan taraf her kim olursa olsun, Ünal Aysal'ın belirleyici pozisyona geçtiğini bir şekilde tespit etmemiz gerekiyor.”
17 Ocak 2013 Perşembe gününe ait Fatih Terim’i yararlı bir “eleman” yapan Ünal Aysal Modeli isimli yazım da bu şekilde son buluyordu. Yazılara ait linkleri aşağıda paylaşacağım.
İleriye doğru bazı projeksiyonlar yapıyoruz ancak süreçleri bütün gelişmeler tamamlandıktan sonra anlayabiliyoruz.
Galatasaray’da Fatih Terim dönemi sona erdi; şaşırdık mı? Asla, çünkü süreci çok yakından ilgiyle takip ediyor bu ikilinin ilişkisinin ne kadar samimiyetsiz bir temel üzerinde yürüyor olduğunu görüyorduk.
Türkiye Ünal Aysal ismiyle 2000’li yılların başında tanıştı; ilginçtir bu kişiyi gazete sayfalarına taşıyan Hıncal Uluç’tu. Galatasaray büyük bir borç batağı içinde yüzüyor, hisse senetleri yabancı sigorta şirketleriyle paylaşılıyordu. Tam
Gezi Olaylarında özellikle Beşiktaş ve Fenerbahçe taraftar gruplarının bu protestoyu sahiplenmesi, maçların 34. Dakikasında başlayan “her yer Taksim her yer direniş” tezahüratı özellikle hükümeti fazlasıyla rahatsız ediyordu.
Stadyumların bir yerinde başlayan bu tazahürat bir başka tarafta da karşıt söylemini oluşturuyordu.
Bir taraf bağırıyor, diğer taraf ıslıklıyor, yuhalıyordu.
Kuşkusuz Beşiktaş’ta Çarşı Grubu fazlasıyla ön plana çıktı. Öyle ki Beşiktaş yönetimi stadyumlardaki protestoyu engelleme adına kombine sahiplerine taahhütname bile imzalattı.
Yıllarca ülkeyi futbol üzerinden popülist politikalarla yönetenlerin bu sefer o kitlenin protestosuyla karşılaşmasının şaşkınlığı ve ne yapacağını bilmez haliydi yaşananlar.
3 Temmuz sürecinin Fenerbahçe taraftarı üzerindeki etkisi siyasallaşma, eylemselleşme olarak kristalleşti. Bunu dağıtmak için de Fenerbahçe’nin tam merkezine karşıtlıklar yerleştirildi. Tribünler bölünmeye çalışıldı, bunda kısmen de başarı sağlandı.
Fenerbahçe bugün 3 Temmuz’dan daha çok Aziz Yıldırım’ı tartışır hale geldi.
12 Mayıs 2012 tarihinde Şükrü Saraçoğlu’nda olanlar futbol sahalarında ender rastlanan türdendi. Gezi olaylarında Fenerbahç
Çok iyi top oynuyor olduğundan değil, mücadele gücünün üst düzeyde olmasından Beşiktaş'ı ligin diğer takımlarından farklı bir yerde değerlendiriyor, tartışıyorduk.
Koşuyor, orta alanda rakibine baskı uyguluyor, savunmasına önem ve dikkat gösteriyordu.
Genç ve dinamikti...
Ancak... Yıllardır konuştuğumuz bir şey var; Beşiktaş bir türlü olgunlaşamıyor, yetkinleşemiyor, tecrübe eksiğini sahada kapatamıyordu.
Dahası, büyük takım olma farkını sahaya yansıtamıyor, sürekli birşeyler eksik kalıyordu.
Fenerbahçe'nin bu sezon çektiği fikstür diğer şampiyonluk adaylarınınki ile kıyaslandığında oldukça avantajlıydı ve Konyaspor maçının son 15 dakikası çıkarıldığında bunun olumlu şekilde kullanıldığını söyleyebiliriz.
Bu önemlidir. Lige sadece iyi başlamak değil; avantajlı fikstürü faydaya çevirmek Fenerbahçe'nin son yıllarda hep arzuladığı ancak bir türlü üstesinden gelemediği bir durumdu.
Ersun Yanal yönetimindeki takım, UEFA-CAS-Avrupa Kupaları krizinin içinden geçerek ligin zirvesine yerleşiverdi.
15 golle maç başına 3 gol ortalaması tutturdu ki bu da yine geçen senelerle kıyaslandığında özellikle taraftarı memnun eden bir sonuçtur.
Geçen hafta 113, bu hafta 116 km koşu mesafesi, son dakikaya kadar oyunun içinde kalma başarısı ve bütün bunları takımın geneline yayabilme paylaşımı pozitif unsurlar olarak ortaya çıkıyor.
Mücadele ederseniz, yalandan değil, isteyerek arzulayarak koşarsanız elbette peşinde olduğunuz hedefe de ulaşmanız kolaylaşır.
Buraya kadar alt alta eklediğimiz şeyler iyi veya doğru futbola yönelik değil; daha çok hırs ve kazanma azmiyle bağlantılıdır. Geçen hafta da üzerinden geçmiştik, sezon başında futbolun taktiksel şablonu tam anlamıyla yerli yerine
Yakından takip edenler hatırlayacaktır, arşivlerde de duruyor, Fatih Terim’in takımın başına geçtiği ilk yıl yerleştirdiği 4-4-2 dizilişinin geçen sezon ortasında kadroya dahil olan Sneijder ve Drogba’nın gelişiyle ister istemez değişime uğrayacağını tartışmış, işleyen sisteme eklenen flash transferlerin “teknik adamın kafasını karıştırabileceğini” de konuşmuştuk.
Sneijder ve Drogba’nın yeteneklerini ön plana çıkardıkları 3-2’lik Real Madrid, Emirates Turnuvası’nda 1-0 geriden gelip Drogba ile 2-1 kazanılan Arsenal maçları taktiksel anlamda yanıltıcı sonuçlar yarattı.
Galatasaray bu iki yıldız futbolcuyu aynı anda takımda oynatabilmek için 3-5-2 dizilişine yakın bir formata geçti.
Geçen sezon çok önemli maçlar çıkaran (Elmander’siz) “Umut’suz bir takım” oldu.
Savunmanın yapısını bozmamak için de Melo’yu Selçuk’un yanından alıp, iki stoper’in arasına biraz da önünde duracak şekilde konumlandırdı.
Sneijder, Drogba ve Burak’ın geri gelmeyişleri, savunmada hiç olmamaları; Fatih Terim’in ilk sezonunda (Elmander-Baros ile) uyguladığı rakip savunmadan çıkarken yapılan baskılı futbol anlayışını da geriletti.
Hamit de olmayınca orta alandaki savunmaya dönük yapıyı Engin’le
Fenerbahçe'nin son dakikaya kadar kovalayıp, kalenin içine kadar girip maçı alması, bunu başarabileceğini göstermesi takım için çok önemli bir eşikti.
Çünkü lig boyunca bu şekilde geriye düşeceği karşılaşmalar olacaktır; çevirebileceğine yönelik inanç hem takımı hem de stadyumdaki taraftarı diri tutacaktır. Sahada diri kalmak sadece fizik kondisyonla olmaz akılla, inançla, mantalite ile de sağlanır, desteklenir.
Kötü, dengesiz, koordinasyonsuz, savruk, dikkatsiz ve beceriksiz oynarken kazabilme başarısını da bunun yanına kâr olarak ekleyeceğiz. Çok iyi oynarken nasıl kaybedilebilirse; kötüyken kazanmak bunun denge unsurudur.
Fenerbahçe'nin Sivasspor karşısında gösterdiği performans ile herşeyi çözmüş olduğunu düşünmek yanılgıların en büyüğüdür. Şu bir gerçek ki ligimizde tam anlamıyla hazır bir takım yok; bu kadar kısa sürede form tutmak da futbolda sürekliliği olan bir şey değildir.
Fenerbahçe'nin ilerisi ile gerisi kuzey güney veya doğu batı gibi... Bambaşka iklimlerde yaşıyorlar sanki...
Hatta takımın hücum organizasyonlarında ileride bambaşka futbol oynayan Caner ve Gökhan Gönül bile kendi yarı sahalarına geçtikleri andan itibaren tanınmayacak hale dönüşebiliyorlar.
Gökhan Gönül dün