Seken topları kullanma becerisi gösteren takımın kazandığı bir karşılaşmaydı TT Arena'daki Galatasaray-Karabükspor maçı...
Galatasaray'ın pozisyon üretmekten uzak; ilerideki üçlüsünün yaratacağı karamboller ve Sabri'nin sağ kanattan yaptığı şişirmelerle oynadığı, Selçuk'un aktif alanda görünmediği standartların çok altında bir karşılaşma oldu.
Lua Lua'ya birisi bütün futbol becerini göster ve kapağı İstanbul'a atıver diye bir akıl vermiş anlaşılan. Yüksek becerisini bencillikle birleştirerek Karabükspor'un atak zenginliğini budadı diyebiliriz. Maçın ilk otuz dakikasında öyle topları sündürdü ki saç baş yolduran cinstendi.
Neyse ki Akpala ile oyunu dengelemeyi becerdiler. İlhan Parlak'ın neden sahada olduğunu anlamak da çok kolay değildi; kaçırdıklarıyla Tolunay Kafkas'ı çileden çıkardı.
Sneijder...
Mancini geldiği günden beri hakkında olumlu şeyler söylüyor; o da dün bunun hakkını teslim etti ve takımına galibiyeti getiren golleri attı.
Sneijder kesinlikle Hollanda milli takımında izlediğimiz oyuncu olamadı bir türlü; bunun nedeni kendisinden mi kaynaklanıyordu yoksa takım ona uygun mu değildi? Son zamanlarda kamuoyuna yansıyanları da hesaba katarsak; Sneijder'ın Fatih Terim'le de
Uzun yıllardır yoğun çalışma şartlarım nedeniyle sadece Bayramlarda izin kullanıyorum ve bu yıl çok da planlı olmayan bir şekilde kendimi Sakız Adası'nda buldum.
Sakız Adası, Türkiye'ye en yakın komşu adası ve bunun getirdiği sonuçlardan biri yoğun Türk turist nüfusuna sahip olması; biz de bunun parçası oluverdik.
Çeşme'ye kırk beş dakika uzaklıktaki bu komşu adası kendisine gelen misafirlerini gayet güzel karşılıyor ve ağırlıyor. Aynı tatili ülkemizde büyük bir ihtimalle iki kat pahalı şekilde tamamlamak mümkünken, bütçenize dost bir bayram geçirmenin güzel bir alternatifi olarak orada duruyor.
Turizme ait bu girişten sonra spor gündemine doğru yavaş yavaş girmeye çalışalım.
Bir kere Türkiye'den uzak kalmanın en önemli eksiklerinden bir tanesi internet sorunu; interneti en üst düzeyde kullanan ve haberleşmenin temel aracı olarak gören benim gibi biri için böylesi yoksunluk çok şey demektir.
Hemen kısa yoldan bir itirafta bulunmam gerekiyor ne Estonya ne Hollanda karşılaşmalarını izlemeyedim.
Bu yazı zaten maçlardan bağımsız temel bir felsefei sorun üzerine kurulacaktır.
Grubun ilk maçı olan Hollanda eşleşmesini Amsterdam'da izledikten sonra Türkiye'deki maça da gitmeyi çok istiyordum anc
Bu karşılaşma geçen sezon oynanıyor olsaydı; üçüncü periyodun son yarısında Galatasaray 48-39 önde geçtiğinde büyük bir ihtimalle bitmiş olurdu.
Fenerbahçe Ülker’in kırılgan takımı maçı bırakır hatta fark 15-16 sayılara kadar da çıkardı; son periyotta da yalandan bir baskı görürdük ancak netice değişmezdi.
Dün Obradoviç yönetiminde Fenerbahçe Ülker adına tipik bir Euroleague standardında bir basketbol oyunu izledik. Geçen sezonun Amerikalı oyuncu ağırlığı yerine bu yıl Fenerbahçe’de Avrupa pasaportlu daha fazla oyuncu var ve görüyoruz ki kırılmıyorlar da...
Kuşkusuz geçen sezonun başında Celtics karşısında izlediğimiz Fenerbahçe Ülker ve yaptığımız yorumlar fazlasıyla yanıltmıştı bizleri; doğru test Euroleague arenası oluyor.
Obradoviç kenardaki duruşu, hareketleri, oyuna müdahalesi, pozisyon pozisyon oyuncularına yaklaşımı gerçekten önemli farklar; işte bu fark Emer Preldzic’i belki de karşılaşmanın kahramanı, kader adamı yaptı.
Son hücumda Bo’nun topu Emir’e teslim ettikten sonra hücum yönüne göre sağ dipe yerleşirken, Preldzic bir kere da kenara baktı; o an koç ile aralarında nasıl bir bağlantı oldu bilemiyorum ancak kalan 15-16 saniye top onun elinde kaldığına
Fatih Terim, Galatasaray’ın ligin birinci haftasında kazandığı Gaziantepspor karşılaşmasındaki kadrosunsa Chedjou-Gökhan değişikliği yaparak bir sonraki hafta Bursaspor deplasmanına gitti ve orada çok sağlam bir takımla karşılaştı; açıkçası yenilgiden zor kurtuldu diyebiliriz.
Üçüncü hafta Eskişehirspor karşısında Hamit’in yerinde Engin, dördüncü hafta sahasında berabere kaldığı Antalyaspor maçına Sneijder’ın yerine Amrabat ve Selçuk’un yerinde de Emre Çolak’ın alarak başladı.
Üst üste gelen puan kayıplarından ve Real Madrid faciasından sonra gidilen ve kazanılan Beşiktaş deplasmanında Sabri ve Dany ilk on birde başlıyordu.
Bir sonraki hafta Melo’nun yerine kadroda Bruma vardı.
Pazar günü ligin ilk yenilgisinin yaşandığı Akhisar deplasmanındaysa Melo ve Selçuk’un yerinde Yekta ve Ceyhun forma giyiyordu.
Maç sırasında yapılan oyuncu değişiklikleriyle takım kurgusu sürekli ve hiç durmaksızın farklı şekiller alabiliyordu.
Gaziantepspor, Bursaspor, Eksişehirspor ve Beşiktaş karşılaşmalarına 4-3-1-2, Antalyaspor ve Rizespor’a karşı 4-1-3-2, Akhisahar’a 4-2-3-1 dizilişi ile çıktı Galatasaray.
Ancak Akhisar maçını bir kenara koyarsak genel anlamda sahaya yayılması, Melo
Fenerbahçe geçtiğimiz üç sezon ağır temposu, insana baygınlık veren o pas alışverişi için sık sık eleştirmiştik.
Eleştiri, zaman içinde karşıtını geliştirdi. Fenerbahçe'nin başına kim gelirse gelsin daha hızlı oynamanın yolunu arayacaktı; çünkü fark yaratmak gerekiyordu, en belirgin olan şey de çabuk, dinamik futbol olabilirdi.
Fenerbahçe'de kaleci hariç herkes çok koşuyor, maç ortalamasında zaman zaman bir oyuncu fazla oyunuyor, olağanüstü mücadele var; topa sahip olma arzusu var, herşeyden öte hırs var.
Bunlar zaten sporun temel bileşenleridir. Ne kadar çok ter dökerseniz spor anlam kazanır. Asla bu özellikleri kaybetmemek gerekiyor.
Kuşkusuz takım oyunlarında organize olabilmek, doğru şekilde sahaya yayılabilmek, herşeyden önce pas alışverişini sağlayabilmek çok önemlidir.
Genel istatistik veriler başarılı olmuş takımların üç pasta gol pozisyonuna girebildiklerini söylüyor. Ancak öyle zaman oluyor ki onlarca pas yapıp pozisyon dahi üretemeyebilirsiniz, değil ki gol olsun!
Fenerbahçe'nin dün eksiği dinamik, hızlı, mücadeleye dayalı oyununu akılla buluşturamamış olmasıdır.
Hani halk oyunlarında müziğin temposuna göre belli bir ayak oyunu vardır, tören geçişerinde davulun her vuruşunda so
Galatasaray’ın fizik gücünün üst düzey maçların sonunu getirecek seviyede olmadığına dün güzel bir örnekti.
Üstelik sadece savunmayı düşündüğü bir karşılaşma için...
Mancini’nin üzerinde durması ve geliştirmesi gereken en temel mesele de bu olsa gerekir.
Fatih Terim Burak, Drogba ve Sneijder’ı oynatabilmek için takım düzenini 3-5-2 şeklinde kurgulamıştı. Melo, Selçuk’un arkasına geçip, stoperlerin arasını doldurmuştu.
Mancini ise bu üçlüden en az birini kenara alarak orta sahanın yerleşimini dörtledi.
Burak’ın kesik yemesini normal karşılamak gerekir; çünkü golcü oyuncu bu sene kafası sahaya veremiyor. Konsantrasyon eksiği ya da kafasının içindeki her ne ise son 3 sezondur son vuruşlarda gösterdiği yüksek isabet ve becerinin tekrarına engel oluyor.
Kuşkusuz her golcünun böyle dönemleri vardır, ancak Mancini gibi zamanı olmayan bir teknik adam için elbette şansa yer yoktu.
Beşiktaş’ın temel kurgusu ilk dört hafta güce, mücadeleye dayalı pres üzerindeydi. Takım zaten çok paslı oynamıyor, oynayamıyor; hızlı, dikine hücumlarla rakip savunmayı hazırlıksız yakalayıp sonuca gidiyordu.
Fernandes, Gökhan, Olcay ve Oğuzhan’ın adam eksilten orta saha organizasyonları ile Beşiktaş oldukça da yaratıcı bir takım görüntüsü çiziyordu.
Orta sahadaki yüksek topla oynama isteği savunmanın da yükünü azaltan bir şey oluyordu.
Kuşkusuz bu oyunun zirvesini Bursa’da izledik. Bursaspor karşısındaki oyun ulaşılabilecek son nokta mıydı?
Beşiktaş, genç oyunculardan kurulu bir takım. Bu nedenle devamlılık sorunu yaşaması muhtemeldi; geçen sezon da böyle inişli çıkışlı bir grafiği vardı.
Galatasaray karşısında hiç beklenmedik, umulmadık bir takım çıktı ortaya. Bunun bir diğer nedeni rakibin içinde bulunduğu sıkıntılı pozisyon olabilirdi. Hafta içinde Real Madrid karşısında alınan hezimet sonuç ekstra motivasyon yaratabilirdi.
Ancak Antalyaspor karşısında bir kere daha çaresiz Beşiktaş’ı izleyince buradaki sorunun takımda olduğunu konuşmamız gerektiği belirdi.
Galatasaray üç forvetle sahada oynuyor.
Meireles'in sakatlanmasıyla Ersun Yanal ilginç bir tercih kullandı, Salih'i oyuna aldı. Böylece Alper, Salih ve Topal'dan kurulu bir orta saha çıktı ortaya.
Kesinlikle risk taşıyan bir hamleydi; yanlış mıydı, duruma göre...
Eğer Fenerbahçe'nin ileri üçlüsünde oynayan Sow, Kuyt ve Webo mücadelesini rakip alan ile sınırlamış olsalar, orta sahaya destekte bulunmasalar bu bölgenin Gençlerbirliği'nin hakimiyetine geçme ve atak organizasyonlarının çeşitlenmesi gibi sonuçlar gelişebilirdi.
Ancak, Ersun Yanal takım kurgusunu ileriden geriye koşan, yüksek mücadele eden oyunculardan kurgulayınca, Salih tercihi ofansif anlamda doğruya dönüştü. Salih'in bu takımın bir parçası haline gelmesi o kadar önemli ki; Ersun Yanal'ı bu risk taşıyan tercihi ve özgüveninden ötürü kutlamak gerekir.
Zaten haftalardır, Alper'in ilk onbirde başlayıp güçlenmesi, takımın merkezindeki oyuncusu olması gerektiği konusunda burada konuşuyoruz. Alper ilk devre inisiyatif alma konusunda tutukluk yaşasa da özellikle ikinci yarı çok iyi oynadı. Rakibin onu faullerle durdurmak zorunda kalması, ona yapılan faullerin sayısı Alper'in nasıl bir futbol oynadığına dair bize biraz fikir verebilir.
Alper oynadıkça, kendine güveni