3 Temmuz Davası’nı en yakın takip eden kişilerden biriyim. Buna ayırdığım mesai basit bir ilgi veya takibin ötesindedir. Mutlaka kaçırdıklarım olmuştur, zaten teknik olarak başından beri savunduğum şekliyle ifade etmem gerekirse böylesine kompleks bir davanın her detayına sahip olmak mümkün değildir.
Bu söylediğim şeyi öncelikle yargı mekanizması için de ifade ettiğimi belirtmek istiyorum.
Zaten bu kadar karmaşıklaştırmak olayın basit olarak algılanmasına doğru zorlamak anlamına gelmektedir.
Davanın medyada savunuculuğunu yapanların temel yöntemi de bunun üzerine kurulmuştur.
“3 Temmuz ve Fenerbahçe İdeolojisi” kitabını bu nedenle başka bir merkez üzerine yerleştirerek kurguladım ve yazdım. Çünkü 3 Temmuz tek başına bir anlam ifade etmiyordu; öncesinde büyük bir algı yaratmak, daha operasyonun ilk gününde suçlunun yakalandığı izleniminin oluşması çok önemliydi.
Zaten esas sorun da burada düğümleniyordu.
Gelişmiş batı demokrasilerinde sorunlar nedenleriyle birlikte ele alınır, tartışılır. Bizim gibi her fırsatta demokrasi söylemini ağzından düşürmeyen ancak en küçük insan hakkı konusu olduğunda onu ihlal etmekten asla çekinmeyen pusu kültürüne sahip geleneklerde
Hukuk ve adalet kavramları birbirlerini açıklamak için kullanılmasına karşın her zaman aynı anlamlara karşılık gelmezler.
Hukuk için TDK’daki tanımı okuyalım.
Şimdi adalet için aynısını yapalım.
Hukuk yasama organı tarafından çıkarılan çağın ve dönemin gereklerini işaret eden yasaların toplamıdır. Bu çoğunlukla iktidarın yaptırım yönetme gücü olarak da ifade edilebilir.
Hukukun evrensel değişmez kaideleri insan haklarının temelidir.
Adalet kavramı hukukun yargı erki yoluyla yasaların uygulanmasıdır. Buradaki temel nitelik farkı “hak gözetmek, vicdanın sesini dinlemek” olarak açıklayabiliriz.
Hukuk fakülteleri yasaların nasıl yorumlanması ve en doğru kararın ne şekilde verileceğinin bilgisini öğretir, gösterir veya araştırır.
Adalet bazen hukukun kendisinden kaynaklanan özel nedenlerden ötürü başka şekillere girebilir. Bunu belirleyen dönemin özel durumudur.
Bir ülkenin gelişmişliği o ülkenin içinde yaşayan kişi ve kurumların yaşanan krizler karşısındaki tutum ve onu düzeltme, geliştirme, yeniden tekrarlanmamasını sağlama önlemlerini doğru şekillerde alabilmesi ve gerekli düzenlemelerini nasıl yaptığı ile ölçülür.
Anayasal kaidelerle çizilmiş üç ana organ vardır.
Yasama, Yürütme, Yargı.
Çağın gereklerine uygun olarak zaman zaman bu üç ana bileşenin birbirlerinden farklı kararlara imza atması mümkündür.
Yeri gelir yargı makamı günün gereklerine uygun şekilde yasama ve yürütmeden çok farklı yorumlar yaparak karar verebilir.
Bunu neye göre yapar?
Toplumun süreç içinde gösterdiği tepki, reaksiyon, tutum ve tavır alışları her zaman belirleyici olur.
Hatta AB sürecindeki bazı yasal düzenlemeler veya çağın gerektirdiği uygulamalar da buna referans olabilir.
Kasımpaşa-Beşiktaş maçındaki pozisyonla ilgili maç yazımda konunun beni aştığına yönelik bir görüş belirtmiştim. Böyle durumlarda dışarıdan yorum yapabilmek için bunun futbol oyun kurallarına dair kitapçıklarda yazılmış veya benzerlerini daha önceki karşılaşmalarda görmüş olmak gerekir diye düşünüyorum.
Penaltı veya ofsayt için iyi kötü herkesin bir bilgisi var. Gerçi çok net pozisyonlarda dahi ortak bir karar vermek mümkün olmasa da fikir beyan edecek kadar tecrübeye sahibiz.
Donk’un pozisyonu bütün spor kamuoyunu gözüne ışık tutulmuş tavşan durumuna getirdi.
Spor etiği açısından yakalaşalım; bir tarafta oyun kuralları çerçevesinde oynamaya çalışan bir oyuncu var; diğer tarafta da onu karanlık tarafa götürerek olimpik ruhundan uzaklaştıran başkası.
Burada kimin yanında durmamız gerektiğini net olarak ortaya koymak gerekiyor.
Donk bana göre yaptığı hareketle karanlık tarafa dair bir tercihte bulunmuştur. Kuşke Barış Şimşek de o an bunu bu şekilde değerlendirip tartışma uzamadan bitirebilseydi.
Ancak hakemlerimiz o kadar iradesiz, verdikleri kararlar konusunda öylesine bilinçsiz ve istikrarsızlar ki ceza sahası içinde tam bir beceriksize dönüşüveriyorlar.
Yunus Yıld
Bütün şartlar Fenerbahçe Ülker’in bu karşılaşmayı kazanacağı şekillerde bir araya gelmişti.
Rakibin en etkili ve iyi oyuncusu sahada yoktu.
Fenerbahçe Ülker, Barcelona’nın bütün hamlelerine doğru yerde ve şekillerde tepki vermeyi başarmış, maçın kopmasına ilk yarıda iki defa engel olmuştu.
Rakibine ilk devre 39 sayı şansı vermişti. (ikinci yarı da 37 sayı yediler; ama 34 sayıda kaldılar.)
Bjelica, Kenan ve Melih gibi oyuncular rakip karşısında etkili bir oyun ortaya koyuyor, sayı da buluyorlardı.
Direkt olarak potaya gittiklerinde istedikleri pozisyonları yakalayabiliyorlardı.
Elbette bütün bunları alt alta topladığınızda ortaya kazanma adına bir şeylerin çıkması beklenirken normal şartlarda olması gerekenlerin sahaya doğru şekillerde yansımaması o çok istenen momentumun yakalanmasına da engel oldu.
Tam bir sene önce burada Ünal Aysal Projesi’nden söz etmiş, özellikle de Galatasaray’ın Ağustos ve Eylül aylarında yaşadığı kaotik duruma ilişkin daha ortada hiçbir şey yokken bazı öngörülerde bulunmuştum.
29 Ocak 2013 tarihli yazının son bölümündeki cümleyi bir kere daha okuyalım.
“Dünya yıldızlarıyla dolu bir kadronun önümüzdeki dönemde yine marka değeri olan Mourinho benzeri bir teknik direktörle desteklenmesinin sürecin normal bir sonucu olacağını öngörmek kehanet olamayacaktır.”
(https://skorer.milliyet.com.tr/uzay-gokerman/unal-aysal-projesi/YazarYazisi/1661781/default.htm)
17 Ocak 2013 tarihli "Fatih Terim’i yararlı bir “eleman” yapan Ünal Aysal Modeli" başlıklı yazıdaki şu bölümün de özellikle üzerinden tekrar geçmek istiyorum.
“Bir kere yeni durumu bu şekilde tespit etmek gerekiyor.
Galatasaray'da Sneijder özelinde ortaya çıkan tartışmanın geri planında böylesi bir yönetim modeli ve anlayışı vardır.
3 Temmuz sürecinde Fenerbahçelilerin gösterdiği duruş Cumhuriyet tarihi boyunca bir ilk olma özelliği de taşıyordu. Bir gün, bir hafta ya da ay değildi bu sürecin ölçüsü önce bir yıla yayılmış, sonrasındaki dönemde de bir altlık olarak belirleyici olma özelliğini sürdürerek günümüze kadar gelmiştir.
Peki, savcısından tutun da rakip takım taraftarına varıncaya kadar herkesi etkisi altına alan ve hakkını teslim etme zorunda hissettiren Fenerbahçe’yi ve Fenerbahçelileri bu kadar farklı kılan gerçeklik neydi?
Bunun için biraz sporun dışına çıkacağız, hatta oldukça bu bölgeyi terk edeceğiz; fizik ile felsefenin buluştuğu yeni dönem paradigmalardan biri olan kuantumun sınırlarını zorlayacağız.
Merak etmeyin eğlenceli olacaktır.
Klasik fizik ile kuantum fiziği arasında ne fark var, önce bunun üzerinden geçelim.
- Klasik fizik bize süreklilik, devamlılığı olan bir evren modeli sunar. Oysa kuantum uzay ve zamanın süreksizliğini ve kesintili olduğunu göstermeye çalışır. Klasik fizikte formüller yazılırken nesnelerin özellikleri için birer değişkenlik değeri verilir, her değişken değeri sonuç olarak hesap edilebilir bir sonuç kümesi oluşturur; oysa kuantum fiziğinde
3 Temmuz sürecinde Fenerbahçelilerin gösterdiği duruş Cumhuriyet tarihi boyunca bir ilk olma özelliği de taşıyordu. Bir gün, bir hafta ya da ay değildi bu sürecin ölçüsü önce bir yıla yayılmış, sonrasındaki dönemde de bir altlık olarak belirleyici olma özelliğini sürdürerek günümüze kadar gelmiştir.
Peki, savcısından tutun da rakip takım taraftarına varıncaya kadar herkesi etkisi altına alan ve hakkını teslim etme zorunda hissettiren Fenerbahçe’yi ve Fenerbahçelileri bu kadar farklı kılan gerçeklik neydi?
Bunun için biraz sporun dışına çıkacağız, hatta oldukça bu bölgeyi terk edeceğiz; fizik ile felsefenin buluştuğu yeni dönem paradigmalardan biri olan kuantumun sınırlarını zorlayacağız.
Merak etmeyin eğlenceli olacaktır.
Klasik fizik ile kuantum fiziği arasında ne fark var, önce bunun üzerinden geçelim.
- Klasik fizik bize süreklilik, devamlılığı olan bir evren modeli sunar. Oysa kuantum uzay ve zamanın süreksizliğini ve kesintili olduğunu göstermeye çalışır. Klasik fizikte formüller yazılırken nesnelerin özellikleri için birer değişkenlik değeri verilir, her değişken değeri sonuç olarak hesap edilebilir bir sonuç kümesi oluşturur; oysa kuantum fiziğinde