Gösterişli galibiyetler her zaman hava yaratır, bir vizyon verir. Büyük takımlara karşı kazanılan maçlar takımın kendine olan güven duygusunu sağlamlaştırır.
Galatasaray artık yeni bir takım; Fatih Terim döneminin üzerinden oldukça zaman geçti.
Sezon başı yaşanan travma takım olarak bir bocalama, sendeleme yarattı bu çok normal olan sonuçtur. Büyük takımların bu sükuneti önemlidir. Çünkü onların diğerlerinde hiçbir zaman olmayan alternatif planları vardır.
Galatasaray peş peşe gelen puan kayıplarını içerideki kargaşaya dönüştürmüş olsaydı muhtemelen bugün aynı çizgide bulunamayacaktı.
Başkan Aysal’ın Fatih Terim hamlesi çok doğruydu. Sürecin nasıl yönetildiği konusunda farklı görüşler, anlayışlar, tartışmalar olabilir, her fikrin kendi açısından önemli bakış açıları da var. Ancak Fatih Terim ile devam edebilmek o şartlar altında sezonunun kaybedilmesi anlamına gelebilirdi.
Mancini, tam bir spor adamı; kendine göre bir futbol felsefesi var. Dışarıdan baktığınızda bunu hissedebiliyorsunuz; ben bunu ligimizin bir çok teknik direktöründe göremiyorum. Başta Fatih Terim olmak üzere.
Oysa Mancini bunu size duruşu, bakışları, sahaya müdahalesi, farklı şeyler denemesi, hatta
Aykut Kocaman yönetiminde Fenerbahçe üç sezon boyunca topa sahip olmayı, onunla oynamayı, paslaşmayı, olgunluğu, sukuneti, sakinliği öğrendi, deneyimledi ve pratiğini yaptı.
Bu oyun bir çok kişi için insanın içine sıkıntı veren bir futboldu. Ancak eldeki kaynaklar zaten ancak bu kadarına yetiyordu.
3 Temmuz sürecindeki takım hatırlanırsa Sow sezonun ikinci yarısında dahil olmuştu; forvette oynatacağı futbolcusu yoktu.
Webo da geçen sezon bu sıralar gelmişti; Emenike malum bu seneye dair bir transferdir.
Alex’in (sonrasında Baroni) merkezde orta sahanın güçlü olduğu bir kadroya sahipti.
Aykut Kocaman olsaydı bu sezonun senaryosu nasıl işlerdi bunun cevabını hiç öğrenemeyeceğiz.
Ancak Ersun Yanal geçen sezon Aykut Kocaman’ın özellikle sezonun ikinci yarısında Sow-Webo-Kuyt ile yapmaya çalıştığı şeyi gelir gelmez devam ettirdi.
Üzerine eklediği şey, orta alandaki oyuncuların dikine oynaması, özellikle Caner ve Gökhan’dan da kanat bindirmeleri ve ceza sahasına bol miktarda orta yapılması oldu.
Bu sezona dair bazı takımların öyle iniş çıkışları var ki anlamak, bir standart içinde kalarak yorum yapmak çok kolay değil.
Ligin ikinci haftası; Bursa’daki maç öyle kıran kırana geçmişti ki Fatih Terim çıkıp, “Bursaspor’u Bursa’da yensinler de görelim” şeklinde açıklama yapma gereği duymuştu.
Sonra dördüncü hafta o yere göğe sığmayan takımı Fatih Terim’in demecine rağmen Beşiktaş gitmiş hem de Bursa’da top göstermeden yenmişti. Beşiktaş’ın bu futbolu Galatasaray’ın içine düştüğü o günlerdeki durum göz önünde bulundurulduğunda farklı bir derbi beklentisini doğurmuş ancak Beşiktaş için de Galatasaray maçı sonun başlangıcı gibi bir şey olmuştu.
Bursaspor’un Ocak ayı performansı ise özellikle dün akşamki maçın Galatasaray için hiç de kolay geçmeyeceği yönündeydi. Eskişehirspor’a karşı iki defa 4-1 ve 3-1’lik skorlarla alınan galibiyetler, Sivasspor’u 2-1’le geçmek, dikkat çekici sonuçlardı.
Her türlü sonuç vardı da kimsenin aklına herhalde 6-0’lık bu gösterişli galibiyet gelmezdi sanırım.
Galatasaray kaleye gönderdiği 12 şuttan altısını gole dönüştürüp yüksek bir isabet oranı tutturarak bu galibiyeti de hazırlamış oldu.
Hiç kuşkusuz Galatasaray fazlasıyla arzuluydu,
Çok koşabilirsiniz, rakibe baskı uygulayabilirsiniz, üst düzey mücadele de edebilirsiniz ancak futbol oynamadığınız zaman bütün bunlardan geriye hiçbir şey kalmaz; çünkü eğer karşınızda topla oynamasını, pas yapmasını bilen bir takım varsa, fazladan koştuğunuzla yetinirsiniz.
Dün akşam Fenerbahçe’nin ikinci yarıdaki görüntüsü buydu.
Her Eskişehirsporlu’ya iki oyuncu gidiyordu ama o sakin kalıp boştaki arkadaşına topu aktarınca bu sefer Fenerbahçe bir adam eksik kalıyordu.
Fenerbahçe’nin orta sahasız oyununun bir yerde arıza çıkaracağı belliydi; hele Eskişehirspor gibi takıma karşı zaten geri dönmek mümkün olamazdı.
Bu yenilginin adresi direkt olarak Ersun Yanal’dır, çünkü mazereti yok, Eskişehirspor daha önce çalıştırdığı, yakından tanıdığı takım, herhangi bir sürprizle karşılaşmayı beklemiyordu herhalde.
Geçen hafta yazmıştım, çabuk oynamakla panik atak arasındaki farkı bilmek, görmek gerekiyor.
Çok koşmaktan top oynamaya zaman ve fırsat kalmıyor gibi bir görüntü var ortada.
Fenerbahçe takım halinde gol yiyene kadar sanki bekliyor, zaten bir şekilde o beklenti yerine geliyor, sonra da başlıyor acele acele oynamaya…
Ligdeki bazı takımların durumu, oynadığı futbol diğerlerinin nasıl oynadığını anlamak bakımından belirleyici olmuyor.
Elazığspor, Erciyesspor zaman zaman iyi futbol ortaya koyuyor olmalarına karşın ölçü olacak seviyede değiller. Bu nedenle dün akşam Beşiktaş’ın 3-0’a kadarki etkinliğine bakıp değerlendirme yaparken sadece siyah beyazlıların ne yaptığına ilişkin yorumlar üretmekle birlikte Ersiyesspor’un neleri başaramadığı ya da izin verdiğine de dikkat etmek gerekiyor.
Örneğin Fernandes’in iki savunma oyuncusunun arasındaki koridordan geçerek attığı gol atan adına ne kadar güzellikler taşıyorsa da yiyen takımın buna nasıl izin verdiğine ilişkin bir ipucu niteliğindeydi.
Beşiktaş birbirinden güzel üç gol atarken kuşkusuz en güzeli Oğuzhan’ın uzak mesafeli şutundan gelendi; futbol adına güzellikler içeriyordu.
Beşiktaş’ın sezon başında hep konuştuğumuz o enerjik, gençlik dolu futbol anlayışından biraz daha sakinleşen ve olgunlaşan tarza doğru yapısal bir dönüşüm gözlemliyoruz.
Bu şekilde oynayarak kazanmak takımın alternatiflerini de artırıyor.
Girişte belirttiğim gibi buna izin verenin Erciyesspor mu yoksa Beşiktaş’ın kendi futbol anlayışı mı olup olmadığını bir
Spora siyaset karışmasın!
Stadyumlarda tribünlerde siyasi slogan atılmasın, tezahürat olmasın!
İlk ve orta öğrenimde özellikle Türkçe (sanırım İngilizce derslerinde de böyle bir şey vardı, hatırlayamadım) derslerinde öğretmenlerimiz bilmediğimiz kelimelerin anlaşılması için bize “cümle içinde kullanın daha iyi öğrenir, anlarsınız” şeklinde bir tavsiyesi olurdu.
Anlamını bilmediğimiz bir kelimeyi cümle içinde nasıl kuracağımız konusu bir türlü açıklığa kavuşmazdı.
Böyle bir eğitim ve öğretim sisteminin içinde geliyoruz; olay, olgu, kavramlar, değerlendirme üzerine anlama, yorumlama ve düşünme biçimimiz hala değişmedi, değişemiyor.
Parçalara ayırıyoruz, tek başına bırakıyoruz, etrafında ne olup bittiği ile hiç ilgilenmiyoruz.
“Spora siyaset karışmasın!” Cümlesini kurduğumuzda sanıyoruz ki Avustralya’daki çim hokeyi ligindeki mücadeleden söz ediyoruz.
Mandela’nın 1995 Rugby Dünya Kupası finaliyle ülkeyi nasıl birleştirmiş olduğunu bir film sahnesi olarak hatırlıyoruz.
Fenerbahçe stoperlerinin savunmada gösteremediği dikkat, özen ve başarıyı hücumda olağanüstü becerileriyle ortaya koyduğu farkla kazandı.
Egemen, Konyaspor’un attığı gol öncesinde onun tecrübesine yakışmayacak öyle hatalı bir top kesti ki ofsayt pozisyonuna rağmen bu golün yenilmesi futbolun gereği olmuştu.
Alves’in maç boyunca savunmadaki dağınıklığı, zamanlama hatalarıysa Konyaspor’u her atak girişiminde ceza sahasının içinde etkili kıldı.
Savunmadaki bütün hataları elbette bu iki oyuncuya ihale etmek çok adaletli olmaz; özellikle orta sahada Meireles ve Baroni’nin istenen performansın çok gerisinde kalması, bu bölgede Mehmet Topal’ın tek başına mücadele etmesi; Hleb ve Djalma’nın gösterişli futbolu Konyaspor’u Fenerbahçe karşısında dirençli ve tehlikeli bir takıma dönüştürdü.
Mesut Bakkal’ın büyük takımlara karşı aldığı ilginç skorlardan biri daha bu maçta tekrarlanabilirdi ancak bu sezon Fenerbahçe’yi başka kılan gerçek bir kere daha kendisini gösterdi; kaybetmeyi düşünmeyen bir takım olma gerçeği.
Mesut Bakkal için şu yorumu yapmak istiyorum.
Haftaya Sivasspor’a karşı da aynı konsantrasyon ve bu futbol anlayışını ortaya koyabilirse teknik adamlık istikrarından
Mancini Galatasaray’a ne oynatacağına karar verene kadar büyük bir ihtimalle sezon bitecek; öyle gözüküyor.
Üçlü savunma yapıp, kanatlardaki oyuncularla orta alanda beş oyuncu bulundurmak iyi bir fikir olsa da bunların savunma kadar en az hücumda da etkili olmaları gerekir değil mi?
Sabri ve Eboue bu işi yapabilir mi?
Yapamayacaklarını dün izledik, belki haftaya olur bilmiyorum.
Ancak eğer Sabri’ye forma verecek kadar bu oyuncuya güveniyorsa Mancini onu sağ kanatta değerlendirip, solda Reira tercihi daha doğru olmaz mıydı? Riera’ya karşı bu kadar ön yargılı olunması da başka enterasan bir durum.
Gaziantepspor’un sağ ve sol kanattan geliştirdiği ataklar karşısında ne Sabri ne de Eboue zaten istenen performansı gösteremedi; hatta birçok pozisyonda Eboue Turgut Doğan Şahin’in gerisinde kalıp, izlemekle yetindi.
Melo’nun sağa ve sola koşuları olmasa bu boşluklar zor dolardı.
Gaziantepspor’un ortadan İbrahim Akın ile geliştirdiği ataklarda da Melo kesici olarak iyi görev yaptı.