Elimizde bir çok örnek var. En yakın zamanda Kuyt'ın açıklamasını hatırlayalım; Liverpool'dayken haftada üç maç oynayarak formunu koruduğunu bire düşen ortalamadan olumsuz etkilendiği yönünde bir şikayeti olmuştu.
Fenerbahçe geçen sezon 63-64 maç yaptı. Özellikle Avrupa'daki karşılaşmalarında takım performansının üzerine çıktı. Maç kondisyonunun artması takım üzerinde olumlu bir etki yarattı, sezon sonunda oynadığı kupa finalinde rakibi Trabzonspor'a net bir üstünlük kurdu. Bu sezon takım neredeyse uçarak oynuyor.
Avrupa'nın bütün üst düzey takımları, oyuncuları formlarını maç oynayarak koruyorlar. Messi, Ronaldo, Ribery gibi oyuncular sakatlanmadıkları sürece sürekli oynuyorlar.
Peki...
Bu uzun girizgahtan sonra konuyu Galatasaray'a bağlayabiliriz.
Kupa maçlarının angarya görülmesi taktiksel bir hatadır. Hele bunun ekonomik bir fayda ile kıyaslanıyor olması çok daha başka bir hatalı kabuldür.
İşini önemseyen bir takım için Kupa maçlarında oynayan yedek futbolcular maç eksiklerini kapatarak ve havaya girerek pozisyonel anlamda kendilerini geliştirmelerine katkı sağlayacak bir ortam bulacaklardır.
Galatasaray'ın bu kadar istekli ve sonuna kadar maçın içinde kalacağını beklemiyordum. Buna s
Cumartesi gününe ait yazımı şu cümleye bitirmiştim.
"Pazar günü oynanacak karşılaşmaların ligin kaderine etkisi çok yüksek olacaktır. İlginç bir hafta sonu bizleri bekliyor."
Öyle de oldu. Özellikle Kasımpaşa-Beşiktaş mücadelesi tam anlamıyla bombaydı.
Önce Galatasaray'ı konuşalım.
Hava muhalefeti karşısında doğru iktidar duruşu gösterilemediği için bir sonraki güne uzayan Şampiyonlar Ligi karşılaşması nedeniyle Galatasaray'ın Süper Lig'deki maçında da bir gün erteleme oldu.
Yedikleri gole rağmen Mancini üçlü savunma kurgusuyla Galatasaray'ın fazlasıyla sorunlu defans bloğuna çeki düzen verdi. Maç boyunca rakibine önemli bir pozisyon vermezken bu özgüvenle 37. dakikada Hakan Balta'yı kenara alıp Burak'ı oyuna sokan İtalyan teknik adam televizyonlardan yansıyan görüntüye göre kağıda 4-1-4 dizilişini yazdı.
Kağıtta Burak için sol, Umut için de sağ kanat yazılmasına karşın Burak sürekli göbekte oynamaya devam etti. Yani bir şekilde Mancini ne yazarsa yazsın, ne söylerse söylesin sahada yine bildiği gibi oynayan oyuncular olması teknik direktörün bir açmazı olsa gerekir.
Örneğin Drogba'nın gerçekten kenardan aldığı taktikle oynayıp oynamadığını fazlasıyla merak ediyorum.
Fenerbahçe'nin ortaya koyduğu üst düzey mücadele gücü, baskısı, oyun karakteri ve zaman zaman dört forvetli hücum kurgusuyla bugüne kadar çok daha fazlasını atabilmeliydi.
Oysa bir çok karşılaşmayı o meşhur son dakika efsanesiyle kazanmayı ancak başarabildi.
Akhisar maçı rakibin on kişi kalmasıyla birlikte Fenerbahçe'nin bol gollü bir galibiyetle sahadan ayrılabileceği mesajını net olarak göstermişti; ancak kaçan pozisyonlar, basit ofsayt duruşları, herhangi bir taktik, oyun bilgisine dayanmayan disiplinsiz, serbest hücum anlayışları zaman ilerledikçe bunu geciktiren etkenler oldu.
Dört gol bile bu karşılaşma için azdır.
Bunu başarıyı ya da rakibi küçümseme, yok sayma anlamında söylemiyorum; dikkat çekmek istediğim başka bir şey var.
Takım oyunları tekrara, ezbere, yinelemeye dayalıdır; saha içinde bunu ne derece başarıyla uygularsanız istediğiniz alma süreniz azalır, hedefe giden yol kısalır.
Ayrıca çok daha sıkıştığınız karşılaşmalarda size bir çok alternatif oyun sunması bakımından böylesi maçların sayısız faydası vardır.
Fenerbahçeli oyuncular ortaya koydukları ve şu an ülkemizde benzeri olmayan bu futbol yapısının karşılığını gerektiği şekilde alabilmesi için biraz daha dikkatli, dis
Belgrad deplasmanında çok ateşli ve agresif taraftar kitlesi altında oynadıkları Partizan maçından sonra Fenerbahçe Ülker'in bu sezondaki en zor maçıydı Galatasaray LH karşılaşması.
Her ne kadar kadrosunda üst düzey Euroleague tecrübesi olan oyuncular olsa da Galatasaray derbilerinin atmosferi her açıdan farklı olur; bunu sahadaki oyuncunun ve koçun farklı yöntemlerle hazırlanması gerekir.
Dün izlediğimiz Fenerbahçe Ülker'in bu bakımdan büyük eksikleri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Obradoviç saha kenarında durgun ve diğer maçlara oranla çok daha "müdahalesizdi."
Haklı olabileceği matematiksel beklentileri olabilir. Çünkü basketbol istatistik ortalamaları hesap edilebilen ve bunun üzerine oyun kurulabilen bir spordur.
Takım ve oyuncu ortalamaları maç içinde kendisini dengeler. Bu tarafından formel şekilde bakıldığında ilk yarı ortalamaları, yüzdeleri sezon genelinin altında kalsa da ikinci yarıda eksik kalanın tamamlanması beklentisi elbette Obradoviç için bir kriter olmalıdır.
Ancak öyle olmadı.
Fenerbahçe Ülker (Galatasaray LV) devreye 8/20-%40 (9/16-%56) iki sayı, 3/13-%23 (5/11-%45) üç sayı, 6/6-%100 (2/5-%40) Serbest Atış yüzdeleriyle gidip, maçı 15/36-%41 (18/32-%56) iki sayı,
Futbolun duayen yorumcusu geçen hafta oturduğu yerden öfkeyle, kaşlarını çatarak söyleniyor;
"Ben yıllardır diyorum ki bu Fenerbahçe'nin üzerine kim giderse gol atar, geri çekilirse, mahkum oynarsa da Fenerbahçe onu fena yapar, dinletemiyorum, dilimde tüy bitti."
Meselenin özünün gitmek istemekle istememek arasında "seçim yapmak" olduğunu düşünen bir zihin yapısına sahibiz; üstelik bu onlarca yıldır medyada egemen düşünce biçimini belirliyor, onun etkisinde kalan milyonlar da aynı şekilde olayları değerlendiriyorlar.
Bir şeyi yıllardır demek ne demek?
"Aslında benim için takım kurgusu, orada kimin oynadığı, teknik adam olduğu önemli değil, ben Fenerbahçe'nin ismine bakarım."
Niyet ne kadar belli değil mi?
Son olarak? Hangi takımın üzerine gidilse o takıma gol atılmaz? Sahi gol nasıl atılır?
Peki, gitmek istedin de gitmene izin verdiler mi?
Mancini, Kupa maçı sonrasında ne demişti; “3 öğün savunma çalışmalıyız.” Bunun karşılığının iki yerine üç stoperli oyun olacağını dün gördük. Çok uzun zaman sonra üst düzey takımlarımızdan biri 3-5-2’yi andıran bir taktikle sahaya çıktı.
Galatasaray Sneijder ve Drogba’nın takıma girmesiyle birlikte Fatih Terim yönetiminde Melo’nun iki stoperlerin önünde orta sahada diamond denilen şekilde diziliyor, kenar oyuncularının sarkık oynaması nedeniyle de (özellikle savunmada üç futbolcu ile kalarak) 3-5-2’ye benzer bir anlayışı sahaya yansıtıyordu.
Galatasaray'ın Beşiktaş karşısındaki oyun yapısı
Ancak bu klasik bir dizilişten çok oyunun genel karakteri gereği ortaya çıkan bir sonuç oluyordu.
Dün Elazığspor karşısında Gökhan ile Chedjou’nun arasına Ceyhun’u alarak başlayan Mancini ülkemize geldiği günden bu yana yaptığı arayışını sürdürmüş oldu.
Bu üçlünün hemen önlerinde Yekta pozisyon almış, Melo orta sahada biraz daha hücuma katkı verecek şekilde Selçuk’la tandem oluşturmuştu.
Melo’nun orta sahadaki duruşu Galatasaray’a ilk geldiği sezondakini hatırlatan bir oyunla desteklenince etkili oldu. Özellikle geriden Drogba ve Burak’ın önlerine attığı toplar Elazığspor kalesi
Hiçbir takım, oyuncu sahaya kaybeymek için çıkmaz, en azından futbol oynama isteği vardır ve ortada bir mücadele varsa orada galibiyet aranır.
Fenerbahçeli oyuncular da bunu istediler; ancak olmadı. Çünkü Fethiyesporlular Fenerbahçelilerden çok daha fazla istiyorlardı bu maçı kazanmayı; mesele kupayı, maçı kazanmak değil, iş Fenerbahçe’ye karşı sahadan başı dik ayrılabilmek.
Burada profesyonel/amatör ruh farkı devreye giriyor.
Aslında profesyonel olan bu işi mesleği gereği yaptığı için sahaya çıktığında kimseden bir şey beklemeksizin futbolunu ortaya koyabilmelidir. Çünkü o sahada bulunmasının karşılığında bir para alıyorlar.
Ancak ülkemizde bu işler böyle işlemiyor.
Mesela taraftar; kaç kişi vardi tribünlerde? Bir Süper Lig maçı görüntüsünün çok uzağındaydı taraftar sayısı. Peki nberedeydi bu insanlar?
TT Arena’nın yeri malum insanlar zaten bin bir güçlükle gidiyorlar Kadıköy öyle mi?
Demek ki sadece profesyonel oyuncu değil, taraftar da maç seçiyor.
Pazar akşamı sahaya çıkan diziliş, oyun anlayışı, taktikle dünkü Galatasaray arasında büyük farklar vardı.
Bir takımın genel karakterini kadro ne kadar belirlemelidir?
Takımın teknik patronunun oyuna katkısı nedir?
Bir takımın yedekleri as kadronun sezon boyunca takım içinde ne yapıyor olduğu ile ne kadar ilgili olmalıdır?
Kupa maçları bize bu soruların cevaplarını takımlar ölçeğinde vermiş olacaktır.
Dün bu anlamda Galatasaray hiç de iyi sınav verdiği, geçer not aldığı söylenemez.
Karşılaşmanın 51. Dakikası, Bruma orta sahanın biraz önünde aldığı topla önüne gelen kim varsa çalımlayarak ceza sahasının içine giriyor, kaleciyi de geçiyor, sonra başka birileri geliyor; onları da geçiyor...