Galatasaray’ın Fenerbahçe maçı ile başlayan bir çıkışı ve kadro yapısı vardı; bu takımı zirveye taşıyan çok belirleyici bir momentuma sahipti.
Fatih Terim 4-4-2 dizilişine geçerek yıllardır ülkemizde bir türlü oturmayan taktiği de uygulama başarısı göstermişti. O tarihlerde Galatasaray’ın gerçek başarısının takımın form durumundan kaynaklandığını konuşmuştuk.
Galatasaray en az son dört maçtır üzerine farklı şeyler yazdığımız ve konuştuğumuz takımdan farklı bir futbol oynuyor.
En önemli fark Galatasaray’ın özellikle deplasmanlarda savunmadayken kaptığı toplarla hızla atağa çıkıp gol arayan tipik deplasman takımı taktiğiyle oynamasıydı.
Gaziantepspor maçı bunun en belirgin örneklerinden oldu.
Ve ilginçtir; ülkemizde bunu en iyi uygulayanlardan Engin Baytar’ın sezon boyunca ilk defa taktik oyun içinde kritik pozisyonuyla, maçı kopartan futbolcu olmasıydı. Fatih Terim’in Engin Baytar’ı sezon başından bu yana kullanış tercihini hep eleştirdim ama dün belki de tamamen spontane bir gelişimle eğrisi doğruyu buldu.
2010 Kupa finalinde Trabzonspor, Fenerbahçe’yi bu taktik ve Engin Baytar ile yıkmıştı.
Galatasaray’ın bu maçtaki istatistikleri de bu düşüncemizi doğrular niteli
Geçen senenin Euroleague şampiyonu Panathinaikos ile karşılaşan temsilcimiz Fenerbahçe Ülker beklenmedik derecede kötü oyunu sonrasında 21 sayılık net bir skorla sahadan yenik ayrıldı.
Bu maçla ilgili göze çarpan ilk şey takımımızın ürettiği (veya üretemediği) sayıydı. Bu sezon Euroleague’de oynadığı ilk maçta sahadan 66 sayı ile ayrılırken takımın koçu dâhil hemen herkes herhalde “bundan daha az atacağımız karşılaşma olamaz” diye düşünmüş olmalıydı; zaten 70 sayının altına da hiç düşmediler.
Ancak dün geceki 56 sayılık performans kelimenin tam anlamıyla dibe vuruştu.
Takım yetersiz, şu oyuncular yeterince performans gösteremiyor, koç takımı kenarda izlemekten başka hiçbir şey yapmıyor, şeklinde mazeretler üretebiliriz. Ortaya dökülen tüm nedenler bu maçla ilgili gerçeğin bir tarafını gösteriyor olabilir ama yine de yenilginin karşılığı tam olarak bunlar değildi.
Panathinaikos’un çok iyi ve tecrübeli bir Euroleague takımı olduğu işin bir başka tarafıysa da bu seneki kadronun Fenerbahçe Ülker’le arasında 21 sayılık bir farkı yaratacağını söyleyemeyiz.
Önceki gün Olympiacos karşısında tanınmayacak kadar bozuk oyun sergileyen Anadolu Efes gibi Fenerbahçe Ülker takım
Son dönemde teknik adamların oyuna müdahalelerinde iki oyuncu tercihi kullanmalarını sıklıkla takip ediyoruz. Özellikle Fatih Terim’in bu konuda öncü olduğu da bir gerçek.
Baros’un girmesi beklenen bir değişiklikti; oyun fazlasıyla sıkmıştı ve girdiği andan itibaren de ceza sahasında önemli işler yapmaya başlamıştı.
Ancak; Baros girerken Riera’nın çıkışı özellikle bu saha şartları göz önünde bulundurulduğunda sorgulanması gereken bir tercih oldu.
Oysa solda Riera ve sağda Ujfalusi kanat hücumlarını yönlendirmede başarılı oluyorlardı. Bu iki oyuncunun yerleriyle oynanması veya oyundan alınması Galatasaray’ı etkiledi. Sola geçen Emre Riera kadar başarılı olmazken Sabri zaten Galatasaray’ın genel oyun yapısından çok farklı bir anlayışla görev yapıyor gibiydi.
Baros’un oyun dışı kalışı ise futbolcunun profesyonellikten uzak davranışlarının sonucu oldu. Kendiyle ilgili üst üste iki pozisyonda hakeme karşı fiziki temasta bulunması kırmızı kartın çıkmasına neden oldu.
Bu kart Galatasaray’ın moral gücünü etkilerken maçı kazandıracak baskının da kurulmasına engel oldu.
Ancak burada bir tespit yapmamız gerekiyor; bu sezon içinde Galatasaray bu kırmızı kart sorununu özellikle
Güçlü liderler yaşanılan her türlü olumsuzluğa, güçlüğe ve umutsuzluğa karşın liderlik ettiklerine bir yol, çare, çıkış gösterebilmeyi başaran kişilerdir.
Hayatın her alanında mücadele ediyoruz.
Bu hangi platformda olursa olsun hiç kolay değildir. Çünkü sürekli çatıştığımız, rekabet içinde olduğumuz ve hatta belki de savaştığımız birileri var. Bu mücadeleyi ilk verenler içinde bulundukları koşulları, kuraları ve kendilerine dikte edilen şeyleri uygulamaktan başka bir şey yapmasaydı muhtemelen demokrasi dediğimiz şey bugün olduğundan başka bir nitelikte olurdu; belki de hiç başlamadan olduğu yerde kalırdı.
Mehmet Ali Aydınlar "Güven ortamının bulunmadığı, bir çok kişi ve kurumun çıkarları nedeniyle etik dışı davranmayı mübah saydığı bir ortama daha fazla tahammül etme imkanım ortadan kalkmıştır" diyerek istifa etmiştir.
Oysa 4 Temmuz sabahından bu yana süreci tartıştığımız yazılarımızda zaten bu güven ortamının çoktan kaybolduğundan söz etmiştik.
Liderlik aynı zamanda böylesi bir ortamın varlığını görerek, anlayarak ve farkına vararak hareket edebilme becerisi gösterebilmektir.
Çok bilindik bir söz vardır; aptallarla tartışmayın dışarıdan bakanlar sizi ayırt
Bu maçın kırılma anı 43. dakikadaki Fernandes’in atılma anı mı yoksa 47. saniyede Ekrem’in Troisi’yi kaçırdığı pozisyonun golle sonuçlanması mıydı?
Fernandes oyunda kalsaydı Beşiktaş bu maçı çevirebilir miydi?
Biraz Fernandes konuşalım…
Sezonun başında Beşiktaş’ın iki parçalı bir takım olduğunu tartışmış; Portekizlilerle diğerleri ayrımı konuşmuş ve bunu göstermiştik. Bu süreçte Beşiktaş puanlar kaybetti. Sonra bu parçalı yapıdan önce Guti gönderildi, Fernandes yedeğe alındı ama yine olmadı.
Quaresma, Simao ve Almeida’lı kadro hala kırılgandı, aksıyordu. Sonra bir takım sakatlıklar oldu ve bu üçlüden ikisi de oynamamaya başladı; Fernandes forma buldu.
Bu süreç Beşiktaş’ın futbolunun sezon içindeki en doğru sonuca ulaştığı yerdi. Fernandes sanki yeniden doğmuş veya “transfer” edilmişti.
Çünkü Fernandes bu oyuncular arasında takım oyununa en uygun futbolcuydu. Arkasına aldığı Ernst ve Necip’le iyi bir orta saha oluşturmuştu Veli ile de uyum sağlamıştı ve Simao-Quaresma’nın yapamadığını yapmıştı.
İki haftadır Simao’yu oynatmak için takım kurgusu ile oynuyor Carvalhal; yetmedi bir de Quaresma geldi taşlar en eski yerine koyuldu.
Fenerbahçe maç boyunca iki isabetli şut çekti ve bu iki güzel şutla da 3 puanı aldı. Başka bir şey var mı, diye kendimize sorduğumuzda ilk yarı liderin kaybetmesinin verdiği motivasyon ile kazanmak için ekstra gayret gösteren bir takımdan söz edebiliriz.
Belki…
Ancak Fenerbahçe’nin yıllardır devam eden alışkanlığı bu maçta bir kere daha ortaya çıktı ikinci yarı oyunu bırakıp rakibini izlemeyi tercih etti.
Fenerbahçe ligin belki de kontratak yapamayan tek takımı; rakip kaç kişiyle defansında yakalanırsa yakalansın kısa bir süre sonra oyun sete dönüyor. Çünkü Fenerbahçeli futbolcular bir türlü dikine kaleye inemiyor, yan paslar başlıyor ve bu şekilde de gol pozisyonu kayboluyor.
Peki rakibin oynamasına izin verince defans yapabiliyorlar mı?
Esas sorun da bu; bazı takımlar vardır aktif dinlenerek oynarlar, topu rakiplerine bırakırlar ama bu asla kalelerinde önemli bir tehlikeye dönüşmez. İtalyan takımları bu şekilde oynamayı severler.
Fenerbahçe defans da yapamıyor; rakip üzerine gelirken kademe kaybediyor, aynı topa iki futbolcu ile müdahale ederken tek dokunuşla bu ikisi birden oyundan düşüyor, bir anda savunmada adam eksiliyor.
Buna rağmen kontratak yapmayı becereb
Galatasaray’ın bu sezon attığı gollerin genelinde önce rakip defansın alan baskısı nedeniyle yaptığı hatalar, ceza sahasına yığılan forvet oyuncuların çokluğu ve çeşitliliği, duran top organizasyonlarını doğru kullanan yetenekli ayakları görüyorduk.
Başlama düdüğü ile birlikte rakip alana yığılan ve baskı yapan Galatasaraylı oyuncular bu sezon benzer çok fazla gol buldular. Bu baskıyı aşabilen takımlara karşı da önce çift forvetli ileri ucu ve buna eklenen orta saha oyuncularıyla ikinci oyun planını devreye soktular.
Defansif anlamda bu baskıya karşılık veremeyen takımlar Galatasaray’dan goller yediler.
Bursaspor bu planı iyi öğrenmiş gibiydi karşılaşma boyunca; Ertuğrul Sağlam önce rakibini kendi ceza sahasından uzak tutmaya çalıştı, sonra da mümkün olduğunca da hatasız oynayıp, ilk toplara müdahale etmeye çalıştırdı takımını.
Özellikle Batalla’nın golüne kadar bu strateji tuttu diyebiliriz. Bunda muhtemelen oyunun dengede devam etmesi ve Galatasaray’ın maçtaki tempoyu oyunun sonlarına doğru yükseltme anlayışının etkili olduğunu düşünüyorum.
Aslında Galatasaray golü çok erken yedi ve karşılaşmayı çevirebilecek kadar zamanı vardı.
Fakat Bursaspor defansta rakibini
Galatasaray MP bu sezonun Euroleague seviyesindeki en olgun basketbolunu Olympiacos’a karşı oynadı ve haklı bir galibiyet aldı. Bulunduğu yerin en azından tesadüf olmadığını da göstermiş oldu.
Euroleague maçlarında fazlasıyla gördük ki ilk yarı skorlarının farkı ne olursa olsun maçın kazanılmasına direkt etki etmiyor; eğer takımlar arasında denk bir güç varsa. Galatasaray devreyi ikinci periyotta yakaladığı 14 sayılık farkla kapatmasına karşın Olympiacos üçüncü ve dördüncü periyotlardaki ısrarlı oyunu ile maçı uzatmaya kadar taşıdı.
Yani birinci devreyi Galatasaray 14 sayı farkla tamamlarken, ikinci devre Olympiacos dengeyi kurdu ve bir o kadar fark yaptı.
Galatasaray MP ikinci yarı sadece 27 sayı atarken bu sayıya ikinci periyotta ulaşmış olduğunu da not etmemiz gerekiyor.
Maçın genel istatistiklerinde de dengeli mücadelenin izlerini görüyoruz.
İstatistik bu maçla ilgili bize ilginç bir sonuç verdi; maç öncesindeki verilerde GSMP 69 sayının üzerinde basket attığında ve Olympiacos da 78 sayının altında kaldığında Galatasaray’ın kazanma şansı yükseliyordu. Galatasaray uzatmalarla 78 sayı atıp 77 yiyince istatistik bir verisini doğrulamış oldu.
Dördüncü periyodun son