Fenerbahçe maç boyunca iki isabetli şut çekti ve bu iki güzel şutla da 3 puanı aldı. Başka bir şey var mı, diye kendimize sorduğumuzda ilk yarı liderin kaybetmesinin verdiği motivasyon ile kazanmak için ekstra gayret gösteren bir takımdan söz edebiliriz.
Belki…
Ancak Fenerbahçe’nin yıllardır devam eden alışkanlığı bu maçta bir kere daha ortaya çıktı ikinci yarı oyunu bırakıp rakibini izlemeyi tercih etti.
Fenerbahçe ligin belki de kontratak yapamayan tek takımı; rakip kaç kişiyle defansında yakalanırsa yakalansın kısa bir süre sonra oyun sete dönüyor. Çünkü Fenerbahçeli futbolcular bir türlü dikine kaleye inemiyor, yan paslar başlıyor ve bu şekilde de gol pozisyonu kayboluyor.
Peki rakibin oynamasına izin verince defans yapabiliyorlar mı?
Esas sorun da bu; bazı takımlar vardır aktif dinlenerek oynarlar, topu rakiplerine bırakırlar ama bu asla kalelerinde önemli bir tehlikeye dönüşmez. İtalyan takımları bu şekilde oynamayı severler.
Fenerbahçe defans da yapamıyor; rakip üzerine gelirken kademe kaybediyor, aynı topa iki futbolcu ile müdahale ederken tek dokunuşla bu ikisi birden oyundan düşüyor, bir anda savunmada adam eksiliyor.
Buna rağmen kontratak yapmayı becerebilse kötü defansif oyuna karşın maçı gollerle tamamlardı.
Konuşulması gereken bir başka konu kadro derinliğiyle ilgili; haftalardır bazı futbolcuların takım içinde uyumsuzluğu ve sonucunda da taraftarla iletişim kopukluğu yaşadığını izliyoruz.
Bunlardan biri Özer; Aykut Kocaman’ın Ankaraspor’dan bu yana ısrarla üzerinde durduğu bu futbolcu bir türlü beklenen patlamayı yapamadı. Patlamayı bırakalım standart bir oyun oynamayı başaramadı. Talihsizliği de her takım rotasyonu Kadıköy’de ona denk geliyor ve taraftarın önünde iki kat aksıyor.
İkinci devre Fenerbahçe’nin etkisizleşmesindeki en önemli detaylardan bir tanesi de Özer ve Gökhan Gönül’ün oynadığı sağ kanadın düşmesi, etkisizleşmesiydi.
Bu maçta kendi isteğiyle oyundan çıkışı büyük bir ihtimalle de psikolojikti.
Aykut Kocaman’ın bu dar rotasyonun içinde altyapıdan bir iki oyuncuyu takıma kazandırmayı başarması gerekirdi.
Mehmet Topuz da üç sezondur bir kademe atlamayı başaramadı. Sahada çok iyi mücadele ediyor, koşuyor ama bitirici oyunda hiç yok.
Bu iki oyuncunun aşama kaydedemeyen oyunlarına rağmen Baroni’nin bu sene sorumluluk alan futbolu tam bir kıyas ölçüsü gibidir.
Fenerbahçe’nin işleyen hücum yeri sol kanat oldu. Caner ve Stoch rakip takımların sağ tarafını delik deşik eden futbollarına uyum sağlayacak bir hücum hattı olsa hiç kuşkusuz maçların skorları da farklı olurdu.
Stoch öyle bir goller atıyor ki sanırsınız Oscar’a mükemmel gollerinden oluşan kısa metrajlı film hazırlıyor. Her biri başka bir estetik sanat ve zekâ ürünü… Uzun yıllardır ülkemizde bu kadar etkili şut çeken bir oyuncu izlememiştik.
Bu gol aynı zamanda bize bir şey göstermiş olmalıdır ki Stoch mükemmel bir duran top kullanıcı olabilir. Çünkü kale direklerini sıyıran toplar gönderiyor. Bu takımda duran top kullanan oyuncu bellidir ancak özellikle rakip kalenin solundan kazanılmış vuruşlarda Stoch denenebilir.
Bienvenu ilk yarı öyle bir oyun oynadı ki; birçok kişinin kafasında “acaba Sow hafta arası takımda kaldı da Bienvenu Afrika Kupası’na mı gönderildi?” sorusu belirdi. Gol vuruşu olduğu kadar diğer pozisyonlarda arkadaşlarına alanlar açması da futbol adına doğrularıydı.
Sow’un gelişi Bienvenu’de ekstra motivasyon sağlamış gibiydi. Bienvenu hemen vazgeçilecek bir oyuncu olmadığını da gösterdi; en azından Kezman ve Güiza’ya verildiği kadar şans ona da verilmelidir.
Ve Serdar Kesimal…
Bu sezon İstanbul’un üç büyük kulübünde üç stoperin yıldızlaştığını gördük. Serdar’ın olmadığı ve yerine Bilica’nın oynadığı maçlarda Fenerbahçe defansının nasıl zorlandığı artık net olarak ortaya çıktı. Galatasaray ve İBB maçları tam anlamıyla test niteliğinde maçlardı ve benzer defansif hatalar yaşandı.
Eğer Serdar olmasaydı ikinci yarı Fenerbahçe için çok daha zor bir maç olurdu ve puan kaybına kadar giderdi.
Alex özellikle son yıllarda Kadıköy’deki en verimsiz maçını yaşadı. Sadece kaleyi bulamayan şutlarıyla değil, veremediği paslarıyla…
Son olarak Fenerbahçe taraftarının Beşiktaş taraftarını stadyumunda görmek istemesiyle ilgili açtığı pankarta gelelim.
Bu pankart bana Voltaire’nin “söylediklerini onaylamıyorum, fakat ölümüne de olsa konuşma hakkını savunacağım.”sözünü anımsattı.
Sanki Fenerbahçe taraftarı da şöyle bir mesaj veriyor “Rengini, tuttuğun takımı sevmiyorum ama rakibim olarak senin deplasman hakkını ve stadyumumda olmanı sonuna kadar savunuyorum.”
http://twitter.com/uzaygokerman