Beşiktaş’ın son yıllarda büyük maçlardaki inisiyatifsizliği devam ediyor. Hiçbir karşılaşmada belirleyici olamadıkları gibi son sözü bir türlü söyleyemiyorlar.
Oynayamıyorlar, paslaşamıyorlar, oyun kuramıyorlar, şut çekemiyorlar, duran top kullanamıyorlar, yardımlaşamıyorlar…
Sezon başından bu yana konuşuyoruz; parçalı bir takım görüntüsüne sahipler. Bir tarafta Portekizliler ve diğerleri.
Portekizliler bile kendi içlerinde ayrılıyorlar; Quaresma ve ötekiler.
Quaresma her şeyi tek başına yapacağına o kadar inanmış ki etrafında ne olup bittiğiyle ilgilenmiyor bile; o öyle oynayınca top Quaresma’nın ayağına geldiğinde diğerleri stabil bir hale geçiyor ve izliyor. Daha birinci devrenin ilk dakikalarında yakaladıkları 3’e 2 pozisyonda topu sağ tarafta boş pozisyonda duran arkadaşına açabilse bu maçın sonucu böyle olmayabilirdi.
Carvalhal, Trabzonspor’un geçen sene nasıl maç kazandığını hiç izlememiş; Burak’ın ne şekilde goller attığı ile de ilgilenmemiş gibi, tam rakibinin oyun düzenine uygun bir taktik anlayışla çıkmıştı sahaya.
Orta sahaya yakın çizgi defans…
Kadıköy’ün havasının takım ve taraftar için bambaşka olduğunu bilmekle birlikte dün izlediğimiz Fenerbahçe’nin son haftalarla kıyasladığımızda gece ile gündüz kadar birbirinden çok farklı karakterde olduğunu söylememiz gerekiyor.
Özellikle de geçen hafta Eskişehirspor karşısında izlediğimiz Fenerbahçe kadrosuyla bunun bir hafta içinde bu kadar fark yaratabilmesinin tek açıklaması olabilir; sihirli bir el değmiş bu takıma.
Haftalardır bu takımın oynadığı futbol taraftarını kahretmekle kalmıyor, zulmediyor; “kalitesini sahaya neden yansıtamıyor” sorusunu her dakika sorduruyordu.
Mehmet Topuz Fenerbahçe’ye geldiğinden bu yana belki de en güzel ve etkili futbolunu oynarken, Sow’a yaptığı orta demeyeceğim verdiği gol pası soğuk günde izleyenlerin gönlünü ısıttı. Karşılaşma boyunca da orta alandan sağa tarafa yaptığı koşularla unutmaya başladığımız eski görüntüsünü tekrar hatırlattı.
Eskişehirspor karşısında öyle bir Fenerbahçe savunma izlemiştik ki tek bir müdahalede bulunmuyor, gelen geçiyordu. Rakibe neredeyse faul bile yapılmamıştı o karşılaşmada. O maçın tek farkla ve iki golle sonuçlanması futbol mucizesiydi.
Ancak dün Serdar ve Yobo’nun merkezdeki gayretli
Maç öncesindeki genel istatistiklere göre Olympiacos’un 77, Galatasaray MP da 69 sayı ortalamasıyla oynuyorlardı. Zaten İstanbul’daki maçta Galatasaray rakibini normal maç periyotlarında 69 sayıda tutmayı başarmış; uzatmalarda da Olympiacos’un ortalama attığından bir sayı fazla basket bularak maçı kazanmıştı.
Bu ne demekti?
Galatasaray MP rakibine sayı attırmayacak, sert savunma yapacak, kendisi de set hücumlarında sayı ile dönecekti.
Maçın başlarında ekibimiz kendi boyalı alanını iyi savundu ancak ekstra bir şey oldu, Olympiacos dış şutlarda özellikle Spanoulis ile sayılar buldu. Aslında bu sayılar ortalamayı yükselten basketlerdi ve gördük ki ikinci periyotta Spanoulis’in de oyunda olmadığı bölümlerde o kadar kolay atılamıyordu.
Dış şutlardaki isabet Galatasaray savunmasını biraz çözdü ve Olympiacos boyalı alana da girmeye başladı.
Birinci çeyrek skoru Galatasaray’ın rakibine İstanbul’da attırdığından 9 sayı daha fazlaydı; 24-14.
Bu ortalama zaten ikinci çeyrek hariç maçın sonuna kadar devam etti ve 77 sayının altında kalması gereken Olympiacos 88 sayı atarak temsilcimizin ulaşamayacağı bir skor üretmiş oldu.
İkinci çeyrek de işler biraz daha Galatasaray’ın isted
Bir alt gruptaki son maçını kazanırsa lider, kaybederse 5. bitireceği turnuvanın TOP 16 ayağı final karşılaşması da benzer bir şart altında oynandı ve elendi.
Fenerbahçe Ülker’in karşılaşma boyunca süren dirençsiz oyunu stresten uzak Armani’yi daha da rahatlatırken kendisini bozdu.
Bu sene Fenerbahçe Ülker’in maçları çok zor geçiyor.
Euroleague’in en önemli özelliği sert ve mücadeleci savunma anlayışına dayanmasıdır. Ne kadar sayı atıyor olduğunuzdan çok yediğiniz ön plana çıkar.
Geçen hafta Kazan maçında Fenerbahçe Ülker’in yararlı olamıyor diye kendisinin gönderdiği Greer 33 sayı atarken belki kariyerinde hiç görmediği kadar sayıya ulaşıyordu. O Greer dün akşam sade 7 sayı buldu.
Bu sefer de Armani’nin 12 sayı ortalamaya sahip oyuncusu Hairston bu sefer maçı 27 sayı ile tamamladı.
Fenerbahçe Ülker bu oyuncuya bir türlü önlem alamadı ve büyük bir tur şansını kendi eliyle Kazan’a sunmuş oldu.
Spahija bu sene Fenerbahçe Ülker’e savunma yaptıramadı. Oysa bu takımın geçtiğimiz senelerde ne kadar dirençli oyunlar oynadığını gözlerimizle izledik.
Fenerbahçe, Eskişehir deplasmanında da kan kaybetti; Galatasaray’ın kazanmasıyla da aradaki puan farkı 9’a çıkmış oldu.
Bu normal bir sezon içinde oluşsaydı ligin bitimine 6 hafta kala şampiyonu çoktan ilan ederdik. Ancak sezon başında alınan yeni uygulama kararı aradaki puan farkının yarısını hesaba katıyor. Bu nedenle de 17 puan gerideki Trabzonspor bile hala (matematiksel) şampiyon olmak için ümit taşıyabiliyor.
Fenerbahçe’nin sahasında oynayacağı bir Galatasaray maçının olması bu anlamda önemli bir detaydır.
Ancak…
Fenerbahçe’nin kalan 6 maçta neler yapacağı önem kazanıyor.
Uzun yıllardır Fenerbahçe’nin fikstür anlamında ilk defa bu kadar avantajlı bir konuma gelmiş olduğunu söyleyebiliyoruz. Hatta geçen haftaki kayıp olmasaydı normal sezonu lider bitirme ihtimalinin bile olabileceğini iddia edebilirdik.
Fenerbahçe’nin kalan maçlarına bakalım; Gençlerbirliği, Ankaragücü (D), Galatasaray, Bursaspor, Trabzonspor (D) ve Antalyaspor.
Birbirinden güçlü takımların dördü ile kendi saha ve taraftarının önünde oynarken; küme düşmesi bu hafta sonu kesinleşen Ankaragücü karşılaşmasının da deplasman niteliğinde olmadığını söylemeliyiz.
Kazan’da ikinci devresinde oynadığı kötü basketbol nedeniyle kaybettiği Euroleague maçıyla başlayan ve yine aynı takımla İstanbul’da yapılan rövanş karşılaşmasının dördüncü çeyreğindeki mücadeleci oyun ile Fenerbahçe Ülker’in üzerine ölü toprağa örtülmüş hali kalkmıştı.
Beşiktaş Milangaz karşısında da bunun işaretlerini net olarak görebildik.
Bir takımın form durumunu moral seviyesinin nasıl etkilediğinin güzel örneklerinden biriydi bu maç.
Fenerbahçe Ülker baştan sona önde götürdüğü karşılaşmada sıkıştığı anlarda Euroleague tecrübesini ortaya koyarak sonuca gitmesini bildi.
Sezon başından bu yana Spahija’nın Fenerbahçe’ye takım oyunu oturmaya çalıştığını sıklıkla dile getirmiştim. Açıkçası bunda çok da başarılı olduğunu söyleyemiyoruz. Öncelikle oyuncuların düşük form düzeyi sonra da bir türlü doğru dizilişin yerli yerine gelmemesi Fenerbahçe’yi çok zorladı. Ancak bu maç bu anlamda doğru işaretlerin görülebildiği bir karşılama olarak not edilebilir.
Beşiktaş sezona NBA patenti olan çok oyuncu transfer ederek girdi. Amerikan Profesyonel Ligindeki lokavt bitmese büyük bir ihtimalle de bugünkü pozisyonunda daha az yenilgi alarak bulunurdu; ligin de tartışılmaz en önemli
Hakem kaşındaki açılmadan akan kanının temizlenip, tedavi olması için kenara gitmesini işaret ettiğinde Mirsad oyuna o kadar konsantre olmuştu ki durumunun farkında bile değildi.
Yaşı ne olursa olsun bir takım içinde Mirsad gibi yenilmeyen, direnen, sonuna kadar savaşan, kaşından kan değil inanç akan oyunculara ihtiyaç vardır.
Bu maçı Fenerbahçe Ülker takım halinde kazandı ama Mirsad o salondaki taraftardan, Spahija’dan, herkesten önce ortaya yüreğini koydu.
Her şeyin sonuna gelindiğinin düşünüldüğü üçüncü periyottan sonra başlayan dördüncü çeyrekte savunmada ve hücumda pota altına hep onun en yükseğe çıkmış ellerini ve aldığı ribauntlarını gördük.
Euroleague’in tüm zamanlarının ribaunt rekortmeni olan Mirsad Türkcan bu maçta topladığı 13 ribaunt ve kritik 4 asisti ile Unics'in Kazan'dığını sandığı maçı çevirdi.
Belki Mirsad’a ayırdığım bu girişi biraz abartmış olabilirim ancak en azından bu maç özelinde övgüyü hak ettiğine inanıyorum.
Fenerbahçe Ülker bu maçta resmen iğneyle kuyu kazdı.
Karşılaşmanın tamamlanmasına 1.13 kala 73-79 ile 6 sayı gerideyken salonda umudunu yitiren bazı taraftarlar yerlerini terk etmeye hazırlanırken kenarda koç Spahija maçı uzatmaya gö
Galatasaray MP önceki hafta İstanbul’da aldığı CSKA Moskova galibiyetinin verdiği momentumla çıktığı Anadolu Efes karşılaşmasında istediği sonucu elde ederek çeyrek final için şansını son maça kadar taşımış oldu.
Önce Efes…
Sezona çok iyi transferlerle başladı. Hatta şu an lig ortalamasının üzerinde bir takım kurmuş olduğunu da söyleyebiliriz. Turnuva öncesinde Final Four’a en yakın ekibimiz Efes’ti.
Savanovic, Barac, Vujacic, Batista çok önemli boşlukları doldurabilecek oyunculardı ve sezona damgasını vuracak takımın iskeletini oluşturabilecek nitelikteydiler.
Ancak ligimizde gereken performansı göstermiş olsalar da özellikle Avrupa maçlarında beklenen katkıyı sahaya yansıtmada uzak kaldılar.
Efes’in bir diğer eksiği oyun kurucu bölgesinde yaşandı. Ender Arslan’ı Galatasaray’a kaptırdılar ve dün bu oyuncu attığı iki 3 sayılık atışı bir de turnikesiyle eski takımının ipini çeken oyuncu oldu.
Kerem Tunçeri yaşı itibarıyla artık son sözü söyleyecek veya söyletecek pozisyonda değil.
Sinan Güler de iki sene önceyi performansın çok uzağında.