Fenerbahçe Ülker, Play-Off’lara kalma mücadelesi veren rakibi Aliağa Petkim’i üçüncü periyotta verdiği mücadele sonrasında Arena’daki diğer karşılaşmalarla kıyaslandığında rahat geçti.
Kuşkusuz bu rahatlığı belirleyen faktörler vardı.
Öncelikle takımın omurgasında oynayan bazı oyuncular maçlara ağırlıklarını koyduklarında rakiplerin işleri çok zorlaşıyor.
Fenerbahçe Ülker’de Ukiç, Preldzic, Bogdonaviç ve bu sezon ister istemez artık bu kategoriye yerleştireceğimiz Engin Atsür takımın omurgasını oluşturuyorlar ve normal sezon tamamlandıktan sonra başlayacak eleme karşılaşmalarında da bu oyuncuların ne yapacakları belirleyici olacaktır.
A.Petkim karşısında dün uzun zamandır olmadığı kadar iyi oyun sergileyen bir Preldzic izledik. Attığı 19 sayının yanı sıra özellikle kendi pota altında topladığı ribauntlar ve bunları hızlı hücuma çeviren oyun anlayışı; asistleri sayesinde kolay sayılar atıldı.
Kimsenin anlamadığı bir teknik faul ve oyunun sonlarına doğru yaptığı peş peşe basit faullerle oyun dışı kalması da bu maçın nazar boncuğu oldu onun için.
Ukiç maçın ikinci yarısındaki oyunu ile kendine geliyor olduğunu gösterse de üzerinden atamadığı bir tutuklukla oynuyor.
Samsunspor maçını izlerken ister istemez Cumartesi günü Galatasaray karşısındaki Fenerbahçe’yi gördüm. Bir anlamda maçın ilk 30 dakikalık bölümünde Fenerbahçe futbol takımı bize Cumartesi gecesinde hissettirdiklerini yeniden yaşattı.
Aslında genel anlamda futbolumuzun geçmiş yıllarda bu tip maçları Avrupalı rakiplerine karşı sıklıkla yaşamıştı.
Baskılı bir oyun anlayışı, bu bölümde atılan gollerle rakibin direncini kırıp, kalan bölümde de dengeli bir oyun anlayışı ile maçı kazanmak…
Fenerbahçe Cumartesi günü olsun, dün gece olsun düşündüğünü aynen sahaya yansıtabildi. İstediği skor avantajını da yakaladı.
Ancak…
Hiç kuşkusuz futbol sadece hücumdan oluşmuyor. Bir takım 90 dakika boyunca her an baskılı oynayamaz. Zaten istatistiklere baktığınızda da böyle olmadığını görüyoruz.
Tarihte bunu başaran takımlar da var; örneğin günümüzde Barcelona total futbol oynuyor. Karşılaşmaya baskıyla başladıktan sonra orta alanda yetenekli ayaklarıyla top çeviriyor. Topa sahip oluyor.
Fenerbahçe’nin ileri ucunda oynayan futbolcuları senaryonun ilk bölümünü geliştirecek yeteneğe sahipler. Ancak yıllardır çok istemesine karşın orta alanda topu dolaştırıp, kaptırmadan ve kalesinde önem
Dünkü karşılaşma sonrasında Fatih Terim neden yenildiklerine veya elendiklerine değil eminim önümüzdeki sene daha yoğun bir tempo ile mücadele edecekleri sezonda nasıl futbol oynayacaklarını düşünüyor olmalıdır.
Play Off sistemi hiçbir yararı olmasa da bize haftada iki maç oynamanın pratiğini yaptırdı. Ancak hemen bütün takımlar bundan şikâyetçi oldular. Yorgunluk yaşadıklarını iddia ettiler. Doğrudur ama gerçeğe uygun değildir.
Hepimizin bildiği gibi Avrupa’nın üst düzey ligleri 20 takımlı ve normal sezonda bizden 4 maç fazla yapıyor. İngiltere’de iki farklı kupa mücadelesi var. Üzerine Avrupa Kupası karşılaşmaları da eklenince 60’dan fazla maça çıkıyorlar ve sonuna kadar da gidiyorlar. Sezon içinde birden fazla kupa alan takımlar oluyor.
Galatasaray, hafta sonu oynadığı derbiden üç oyuncu rotasyonu yaparak çıktığı Sivasspor Kupa elemesinde bildiğimiz takımın çok uzağında bir oyun oynadı.
Geçen hafta tartıştığımız omurganın bel kemiğini oluşturan Melo’nun ne kadar önemli bir oyuncu olduğu dün ortaya çıktı.
Galatasaray o bölgede zayıf kalınca Sivasspor bazen tek bir oyuncu ile rahat rahat oradan elini kolunu sallaya sallaya geçti kaleye aktı.
Attıkları gol
Galatasaray ilk 16 dakikada gelen şok iki golle bir anda neye uğradığını şaşırırken ister istemez kendisine çeki düzen verecek uyarıyı da aldı ve özellikle defansta boş adam bırakmamaya gayret etti.
Maçtan önceki Galatasaray analizinde takımın omurgasını oluşturan oyuncuların en önemli unsurları olduğunu konuşmuştuk.
Galatasaray savunmaya en ilerideki iki oyuncu ile başlıyor, orta alanda bu agresifleşiyor, gerideyse topları süpüren oyuncular kalıyordu. İşte Fenerbahçe ilk yirmi dakikadan sonra bu alana sıkıştı kaldı. Bu bölgedeki mücadeleyi kaybetti.
Özellikle Alex ve Stoch’a uygulanan yakın baskı Fenerbahçe’nin bu etkili iki oyuncusunun oyundan düşmesine neden oldu. Alex ve Stoch bu bölgede verdikleri mücadelede o kadar çok yoruldu ki ikinci pasları yapamadı.
Bu iki oyuncunun etkisizliği kenarda Aykut Kocaman’ı da yanıltmış olmalıdır. Ama maçın sonuna kadar bu iki oyuncudan en az birinin sahada kalması gerekiyordu. Alex’in kenara gelişi ile Melo orta alandaki mücadeleden neredeyse zaferle çıkmış oldu.
Melo zaman zaman hakemin görüş alanı dışında çok profesyonelce fauller yapıp Fenerbahçeli oyuncuları sinirlendirdi. Hakem birçok pozisyonu bu şekilde kaçırdı. Görüp de
Futbolun böyle beklenen ve hepimizin alıştığı sonuçları vardır. Büyük beklentilerle çıkılan karşılaşmalarda istenen skorlar üretilemeyince insanlar sorumlu arar; en yakın arkadaşınız dahi olsa çıkar sizi eleştiri bombardımanına tutar.
Cumartesi günü iki farklı Fenerbahçe ve Galatasaray izledik.
Aslında ilk yirmi dakika içinde hiç beklemediğimiz bir Galatasaray; erken gelen gollerdi biraz bu maçın iki farklı oluşumunu ortaya çıkaran.
Galatasaray kalan 70 dakika sezon boyunca oynadığı oyuna geri dönünce aradaki fark kapandı; kalan sürede skor da eşitlendi.
Bu nedenle sonuca ve oyuna yönelik bu karşılaşma özelinde Fatih Terim’in ekstra bir katkısı yoktu. Fatih Terim zaten bu takım şablonunu oluşturarak ligdeki pozisyonu hazırlayan bir teknik direktör oldu.
Aykut Kocaman’ın önemli taktiksel yanlışları olmakla birlikte sahaya sürdüğü ilk on bir kişilik kadro olabilecek en iyi tercihti.
İlk yirmi dakika boyunca da şaşırtıcı ve beklenmedik derecede etkili de oynadılar. Fenerbahçe’nin özellikle Şükrü Saraçoğlu’nda uzaktan şutlarla skor değiştirme gücünü biliyorduk. Önü boşalan her oyuncu bu denemede bulundu; iki gol çıktı buradan.
Sonra Fenerbahçeli oyuncuların ikili mücad
Son saniyede Baros’un güzel volesi direk yerine Fenerbahçe kalesine girmiş olsa Kadıköy’de bir tarih değişecek; Galatasaray maçın büyük bölümünde iyi oynadığı karşılaşmadan 3 puanla ayrılıp, şampiyonluğunu matematiksel olarak değil ama psikolojik şekilde ilan etmiş olacaktı.
Ancak görünen o ki sonuç biraz gecikme yapmış durumda; izlediğimiz futbola baktığımızda ne Fenerbahçe’nin bunu sonuna kadar götürecek gücü var ne de Galatasaray’ın bu işi bu saatten sonra bırakacak boş vermişliği.
Alex’in 16. Dakikada attığı gol sonrasında stadyumdaki herkesin kafasından bir olsun “acaba yine olur mu?” sorusunu geçirdiğine eminim. Ancak golle birlikte Fenerbahçe’nin tüm gücünün de sonlanmış olduğunu geriye çekildiğini izleyen aynı kişiler bu sefer “bu maç böyle biter mi, kazanabilir miyiz?” dediler.
Fenerbahçeli oyuncular haftada bir maç periyoduna girmiş olmalarına rağmen tanınamayacak ve inanılmayacak derecede güçsüzdüler.
Onların güçsüzlüğü taraftarın momentumunu da aldı götürdü ve karşılaşma öncesinde ön görüsünü yaptığımız takım taraftar buluşması ve bütünleşmesi bir türlü gerçekleşemedi.
Ve aksine Galatasaray tutuk başladığı karşılaşmada önce sahaya sonra tribünlere alıştı
Dün gazetelerde iki teknik direktörün iki farklı yaklaşımı ile ilgili bir karşılaştırması vardı.
Fatih Terim, tüm taktik çalışmasını tesislerde yaşayan herkese kapatırken; Aykut Kocaman taraftarına açıyordu.
Bu iki farklı tavır büyük bir ihtimalle Fenerbahçe ile Galatasaray’ın bugün yapacakları maçın da temel belirleyici özelliği olacaktır.
Fenerbahçe için Şükrü Saraçoğlu ve orada taraftarı ile girdiği ilişki çok önemli ve özeldir. Bu ilişkinin boyutu her karşılaşma ve zaman içinde biraz daha derinleşiyor; tutku halini alıyor.
Bu yorumu yazarken belirttiğim şeyin sadece Fenerbahçe ile taraftarı arasında olduğu, diğer takımlar ve taraftarları arasında yaşanmadığını iddia etmek istemiyorum. Taraftarlık tutkusunun bir ölçü birimi yoktur; kıyaslama da en anlamsız olanıdır.
Tamamen fiili durumu anlatan bir yorumdur.
Ayrıca gözlemlere dayanıyor elbette. Nedir bu gözlemler?
Alex son birkaç senedir maç bittikten sonra sahayı bir türlü terk edemiyor. Herkes gidiyor bir o kalıyor ortada taraftarının sevgi gösterisine karşılık veriyor. Bazen gidip takımı soyunma odasından çıkartıp taraftarı ile buluşturuyor.
Eskişehirspor, Fenerbahçe’nin ligde dibe vurduğu maçlardan biriydi. O gün sadece kötü futbol yoktu sahada; tanınmayacak bir takım vardı. Daha büyük bir fark oluşmadan karşılaşmanın tamamlanmış olması sadece rakibin beceriksizliğiydi.
Maç sonunda Aykut Kocaman’ın yaptığı açıklama ise her şeyi özetliyordu; daha kötüsü olamazdı.
İşte o gün belki de Fenerbahçe’nin lige tekrardan geri dönmesi için aldığı son darbeydi; Eskişehir’de futbolun şans meleği Sivasspor maçındaki gibi bir iyilik yapsa muhtemelen yarın sahaya çok daha farklı bir Fenerbahçe çıkacak olurdu.
Aykut Kocaman iki senedir Avrupa’dan çok ilginç oyuncular transfer ediyor.
Niang, genel olarak futbolumuza ve defansif anlayışımıza ters gelen bir oyuncuydu. Geçen sene peş peşe kazanılan maçlardaki rolü gerçekten çok önemliydi.
Sow, Niang’dan iki misli daha ters bir oyuncu ve geldiği günden beri farkını net olarak ortaya koyuyor. Sezon başında Bienvenu’nün de bu şekilde oynayacağı bekleniyordu ancak zayıf çıktı; Sow rakip defansı mental olarak da yoracak özelliklere sahip görünüyor.
En dikkat çeken ve fark yaratan özelliği ise “Kaplanın Gözleri” soğukkanlılığı… Onun topa vurduğu an gözlerindeki bakışla