Beşiktaş’ta bu sezon için gecikmeli bir buluşma vardı. Tayfur Havutçu ile defa takımının başında teknik adam olarak çıkması bakımından önem taşıyan bir karşılaşmaydı Karabükspor eşleşmesi.
Carvalhal’in gidişi ile ilgili hafta arası konuşmuştuk.
Aslında o gün üzerinde durmadığımız bir detay vardı. Carvalhal’in çalıştırdığı takımı Tayfur Havutçu’nun kurmuş olduğu gerçeğini atlamıştık. Bu durumda ortaya üzerinde düşünülmesi gereken yeni bir konu çıkıyor; Beşiktaş’ın bu sezon yaşadığı başarısızlık Carvalhal’den mi yoksa kadrodan mı kaynaklanıyordu?
En güzel cevabını sanırım play off serisinde Tayfur Havutçu’nun bu takımla neler yapabileceğini izlerken alacağız.
Beşiktaş’ta bu sezon hep Guti, Quaresma, Simao, Almeida’yı konuştuk. Fernandes bu transferlerin içinde hep bir bonus olarak değerlendirildi. Oysa takımın merkezinde Fernandes’in olduğu, onun yönettiği veya yönlendirdiği bir Beşiktaş her zaman etkili göründü.
Beşiktaş’ın bir Fernandes gerçeği var.
Karabük’te etkisiz ve oyunun son bölümlerinde profesyonelliğinde dışına çıkan bir Almeida’nın yanında belki de futbola küsmüş bir Quaresma izlerken, sahanın her tarafında döne döne, kat ede ede oynayan bir Fernandes
3 Mart 2012 tarihinde gazetelerimize ve sosyal paylaşım ağlarına bir haber düştü. Bir grup Fenerbahçe taraftarı FK Novi Pazar’ın Partizan ile oynayacağı karşılaşmayı izlemek ve destek olmak amacıyla Sırbistan içinde kalmış Novi Pazar’a gitmişti.
Fenerbahçe taraftarının Novi Pazar ilgisi 1 Ekim 2011’de Şükrü Saraçoğlu’nda açılan bir pankartla başlıyor.
Boşnakların yoğun olarak yaşadığı bir kent olan Novi Pazar, Sırbistan Ligi’nde mücadele ediyor.
Yugoslavya olarak bildiğimiz bu topraklarda 1991 yılından bu yana büyük ayrılıklar ve trajediler yaşandı. Sosyalizmin harcını kardığı ve içinde yedi sekiz etnik yapıyı bir arada tutan bu yapı sistemin çökmesiyle hızlı bir ayrışmaya girmiş, sonu iç savaşla biten büyük bir çatışma ortamını da hazırlamıştı.
Bu toprakları Osmanlı’nın vilayetleri olması bakımından Türkiye’nin mücavir alanı şeklinde tarif etmemiz emperyal bir yaklaşım anlaşılmamalıdır.
Türkiye geçen sene Libya’da yaşanan olaylar dahil olmak üzere Osmanlı’nın yayıldığı tüm bölgelere karşı üzerinde hala bir sorumluluğu var. Türkiye bu durumdan istese de kaçamıyor.
Osmanlı’nın yayıldığı bütün bu coğrafyada bugün dahi yaşanan kargaşa zamanında nasıl bir rol
Futbolumuzun teknik direktör arşivine katılan son kişi Carvalhal oldu. Peş peşe alınan yenilgiler ve puan kayıpları sonrasında beklenen bir gelişmeydi.
Carvalhal’ın Beşiktaş serüveni Tayfur Havutçu’nun malum operasyon sonrasında tutuklanmasından sonra başlamıştı. Kendisinin de deyimiyle bir çeşit emanetçi pozisyonundaydı ve Havutçu’nun tahliye olmasıyla bir süre belirsizlik yaşandı. Ancak takımın Avrupa Kupalarında yoluna devam ediyor oluşu, o günlerde Beşiktaş’ın daha derli toplu görüntüsü bir anlamda bugün geldiğimiz süreci biraz uzattı.
Beşiktaş’ın milenyumdaki teknik direktör arşivi oldukça kabarık görünüyor.
1.Scala 2000-2001
2.Daum 2001-2002
3.Lucescu 2002-2004 (2003 yılında Şampiyon yaptı)4.Del Bosque 2004-2005
5.Rıza Çalımbay 2005
Bu sezon tekrarını sıklıkla izlediğimiz maçlarından birini oynadı Fenerbahçe. Bu oyun yapısıyla ilgili görüşlerimi önceki hafta burada tartışmaya çalışmıştım.
Her karşılaşma diğerinden oyun şekli bakımından farklılıklar gösterebilir.
Aykut Kocaman, rakibi Şenol Güneş’in kendisinin kanatlara önlem alacağını öngörmüş olmalı ilk yarı oyunu sürekli merkezden geliştirdi. Fenerbahçe’nin merkezinde atak organizasyonları yapacak iki oyuncu var; Alex ve Emre. Emre’nin İstanbul’da kalması ortaya başka bir oyuncunun çıkmasına neden oldu.
Caner’i sıklıkla sol kanatta görmeye alışığız. Diziliş olarak da orada başladı ancak sürekli Emre’nin pozisyonunda oynarken izledik. Alex’e yaklaştıkça Fenerbahçe’nin atakları çok daha etkili oldu. Gol öncesinde de Caner’in merkezdeki rolünün büyük önemi vardı.
Fenerbahçe’nin merkezden oynama tercihi Mehmet Topuz’u da birkaç kere onun alışık olmadığı şekilde gol pozisyonuna soktu. Mehmet son vuruşlarda çok başarısız olsa da pozisyona girmesi Fenerbahçe’nin atak zenginliğini ve momentumunu arttırdı.
Futbolda gol pozisyonuna giriyor olmanızın sizin ve rakibiniz üzerinde psikolojik etkisi vardır. Fenerbahçe bu etkiyi ilk yarı adım adım arttırarak
Aziz Yıldırım üzerine bu ülkede bir operasyon olacağına yönelik dedikodu kazanı yıllardır kaynar dururdu. Birçok teknik takip yapılmış olması da muhtemeldir. Bunların bir kısmının Fenerbahçe’nin şampiyonluklarıyla sonuçlanmadığı için adli bir soruşturmaya dönüştürülmemesi de bu süreçte yapılan açıklamalardan anlayabiliyoruz.
Yıllardır bu ülkede her türlü başarının ardında bir başka şey arandı. Başarmak için sadece sahada olmanın yetmediği konuşuldu tartışıldı.
3 Temmuz’dan bu yana Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım’ı yargılanmadan suçlu sandalyesinde infaz etmeye çalışan kişi, grup ve toplulukların zihin dünyalarının sadece şaibe ve karanlık ilişkilerden oluşması da çok anlamlıdır.
Bu kişilerin arasında eski futbolcu, hakem, yönetici ve isimlerini daha çok siyasi süreçlerin içinde duymaya alıştığımız kişilerin bulunması bu iddia sahiplerinin düşünce dünyalarındaki gerçeklerin aynı zamanda reel dünyada birer karşılığı olabileceği sonucuna da götürüyor bizleri.
3 Temmuz’dan bu yana organize ve senkronize bir şekilde birçok noktada eş zamanlı olarak süreç üzerine yorum yapanların birbirini tamamlayan eylemler içinde bulunmaları da anlamlı ve dikkat çekicidir.
Kuşkusuz
Tarihin en zor dönemlerinde kadınlar erkeklerin üstlendiği bir takım görevleri üzerlerine alarak harekete geçerler. Bu kadınların aynı zamanda düzenleyen, yaratan, yeniden ortaya çıkaran doğal faaliyetlerinin de bir parçasıdır.
Fenerbahçe için 3 Mayıs 1918 tarihi ne kadar önemli ve değerliyse 3 Temmuz 2011 günü de taşıdığı görev açısından yeni bir dönemin başlangıcıdır.
O tarihten bu yanan Fenerbahçe var olduğu her platformda bir mücadele veriyor. Pozisyonu gereği kendi tarihi kişiliğini küçültmeye, değersizleştirme ve başla bir şeye dönüştürmeye çalışanlara, saldıranlara, yok etmeye çalışanlara karşı direniyor, savunma yapıyor.
Ve o günden bu yana da Fenerbahçe’de kadınlar, çocuklar, gençler taşıdıkları sıradan olmayan ve tamamen farkındalıkla dolmuş bir bilinçle Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu bu durumda yanında olmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor.
Bu sezon hiç olmadığı kadar saha kapatma cezasıyla karşılaştı Fenerbahçe ve tribünler sadece kadınlara, çocuklara açıldı. O kadınlar günün en erken saatlerinde bilet kuyruklarına girip, Fenerbahçe futbol takımını yalnız bırakmamak için Şükrü Saraçoğlu’na koştular.
Maç oynanırken hiç durmaksızın sesleriyle
Takımların inişli çıkışlı performans göstermeleri bir futbol takımı hakkında kesin yorum yapmayı da güç hale getiriyor.
Üstelik bu takımlar sadece başka haftalarda göstermiyor; maç içinde de farklı futbol oynuyorlar.
Galatasaray’ı konuşacaksak; hangisini gerçek olduğunu sormamız gerekiyor?
Fenerbahçe ve Trabzonspor karşısındaki ilk yarıda izlediğimiz mi yoksa ikinci yarılarda sahada mücadele edenin mi normal sezonu lider tamamlayan olduğunu konuşacağız?
Fenerbahçe ve Trabzonspor karşısında ilk yarılarda oynadığı futbol ile üç dört fark geride kapatacak bir Galatasaray ile bu skoru dengelemeye çalışan arasında önemli bir fark var.
Veya tam tersine adını burada andığımız rakiplerinin önemli kondisyon eksiklikleri olduğu için maçları tamamlayamadıklarından Galatasaray aradaki farkı bu yöndeki üstünlüğü ile kapatıyor?
Neresinden bakarsanız bakın bunların hiçbiri Avrupa üst düzeyinde bir lig ve takım için olmaması gereken gerçeklerdir.
Maça gelebilirsek; girişte de konuştuğumuz gibi iki farklı Trabzonspor veya iki farklı Galatasaray’ı izlediğimiz bir karşılaşma izledik.
Fenerbahçe için bu sezonun zorlukları ortada…
Her yedi sekiz maçtan bir tanesini kadınlar ve çocuklar önünde oynamak zorunda kaldığı, ekonomik olarak büyük zarar gördüğü, futbol takımının da bir türlü uyumlu bir şekilde form tutamadığı bir yılın sonuna doğru hızla geliniyor.
Rakip Bursaspor geçen sezon Şükrü Saraçoğlu’nda büyük bir direniş sergilemiş ve Fenerbahçe’den galibiyet serisinde bir beraberlik koparmıştı.
Dün akşamki oyunu da benzer nitelikler taşıyordu; ta ki Fenerbahçe ikinci yarı geri çekilip oyunu kendi kontrolünde tutmaya çalışana kadar.
Hafta arasında Fenerbahçe’nin taktiksel yapısı ile ilgili konuşmuştuk; bu oyun düzeni çok yanlış değildir. Ancak saha içinde kademelendirmeyi ve hızla atağa çıkabilmeyi doğru şekilde uygulamak gerekiyor.
Fenerbahçe kademesi sürekli boşluklar verirken; zaten yıllardır hızlı hücum yapmayı beceremiyor. Atağa kalktığı sırada karşısına gelen ilk rakip oyuncu oyunun hızını kesmeye yetiyor, yan paslar başlıyor, karşı takımın tüm defansının yerleşmesi için centilmence zaman veriliyor.
Böyle olunca da gol atmak tam bir emek işi haline geliyor.
Kuşkusuz Baroni ve Selçuk’tan oluşan orta saha yapısı da atak organizasyonlarını yön