Kadınlar Basketbol Finalinde salonlarda görülmesi zor bir karşılaşma oynandı. Birinci ve üçüncü periyotlarında Galatasaray MP’ın açık ara üstün oynadığı, farklı önde götürdüğü karşılamayı, ikinci ve özellikle son periyottaki başarılı oyunuyla dengeleyen Fenerbahçe kazanarak üst üste 7. kez şampiyon olmayı başardı.
Karşılaşmanın üçüncü periyodu oynanırken farkın bir ara 15 sayıya çıkması birçok kişi için bu maçın sona erdiği, final serisinin son maça taşınacağı yönünde bir düşünce doğurmuş olmalıdır.
Ancak Fenerbahçeli kızlar genel anlamda bakıldığında sezon ortalamasının çok altına gösterdikleri mücadeleyi bırakmadılar.
Şaziye ve Taurasi’nin durmaksızın gönderdikleri ve isabet bulan üç sayılık atışlar tam birer motivasyon kıran basketleriydi. Galatasaray MP’ın iki oyuncu ile bu isabette bulduğu toplam 30 sayı karşılaşmanın en önemli detaylarından biriydi.
Taurasi tek başına maçı Galatasaray MP adına götüren oyuncu oldu.
Karşılaşmayı izlemeyen ve sadece istatistiklere bakan ya da son üç dakika başka bir işle uğraşan bir kişiye maçın bu oyuncunun yarattığı iki top kaybı yüzünden Fenerbahçe’ye gittiğini söyleseniz herhalde uzun süre anlattıklarınıza güler geçerdi; ta ki
3 Temmuz sürecinin Fenerbahçe’den sonra en fazla etki ettiği kulüp Beşiktaş oldu. Beşiktaş taraftarı da o tarihten itibaren nerede duracağı, nasıl tavır sergileyeceği konusunda gidiş gelişler yaşadı. Dün de bu gerilimin patlamaya dönüştü bir maç oldu.
Daha fazlası da olabilirdi. Ancak artık taraftarın da belli bir bilinç seviyesine geldiğini konuşmak gerekiyor. Bir iki kişi dışında taraftarın tribünlerde kalıp tepkisini orada sürdürmesi büyümesi muhtemel bir olayın boyutunu küçülttü.
Hiç kuşku yok ki Beşiktaş taraftarını üzen bir diğer neden, takımının bir türlü içinden çıkamadığı istikrarsızlıktır. Yıllardır neredeyse birbirinin tekrarı kopya sezonlar yaşıyorlar. Hep aynı umutlarla yeni başlangıçlar yapılıp sezon ortasından itibaren dün yaşadığımız noktaya kadar geliniyor.
Sürekli teknik adamlar değişiyor. Fakat sezon sonuyla ilgili senaryoda farklı bir son yaşanmıyor.
Bu şekilde, modelsiz, sistemsiz bir kurguyla daha fazla devam etmek pek mümkün görünmüyor. Oturtulmaya çalışılan Portekiz sistemi de tutmadı.
Yönetimin eğer Tayfur Havutçu ile yola devam edecekse onun çizeceği rotada hareket edecek bir eylem planına bağlı kalması akla gelen ilk çözüm olarak duruyor.
D
Fenerbahçe ezbere bildiği kendi taktiksel kurgusu içinde futbolcularının üst düzeyde performans gösterdiği karşılaşmayı bu sezondaki genel görünümü dikkate alındığında çok kolay kazandı diyebiliriz.
Bazı oyuncular diğerlerinin sürekli gölgesinde kalır. Onların ortaya çıkabilmesi için bir şey olması gerekir. Bu sezon olduğu gibi mesela…
Baroni Fenerbahçe’ye geldiğinde gösterişsiz ve belli bir bölgenin dışına çıkmayan futboluyla tepki çekmişti. Ancak bu sezon başından bu yana sorumluluk alan, gol atan, sonuca direkt etki eden futboluyla belki de Alex’le birlikte en fazla katkı yapan futbolcu oldu takıma.
Trabzonspor karşısındaki oyunu sezonun en iyisiydi.
Türkiye’deki hiçbir teknik adam Baroni’nin bu kadar etkili olabileceğini karşılaşma öncesinde hesaba katmaz. Bu bakımdan Şenol Güneş’i eleştirmek kolay değil.
Fenerbahçe Alex ve Emre ile atağa çıkamaya alışmış bir takım; eğer merkezden hücum yapılıyorsa. Bu nedenle dün Alex Zokoro ile birlikte hareket edince ve Trabzonspor ceza alanına yakın oynayınca bu sefer orta alan tamamen boşaldı.
Şenol Güneş, yine doğru bir tercihle Fenerbahçe’nin kenar adamlarına karşı da önlem almıştı.
Böylece Baroni’nin serbestçe top oynay
Hafta başındaki yazımı Süper Final’in futbolumuza yeni bir ezeli rekabet kültürü açmasından söz ederek tamamlamıştım. Buradaki temel hedef zaten iyice gerilmiş ve spor duygusundan çıkmış rekabet anlayışının değiştirilmesi ile ilgili iyimser bir dilekti.
Çünkü bu aynı şekilde devam ettiği sürece daha büyük sorunlar yaratma potansiyelini güçlendiriyordu.
Yine hafta başında yayıncı kuruluş dört büyük takımın teknik patronlarını bir araya getirerek onların içinde bulunduğu durumu ortaya koydu.
Bu dört futbol adamı zamanında birbirlerine rakip olmuşlar, sahada mücadele etmişler; şimdi de formasını giydiği takımın başına direktör olarak geçmişlerdi. Bu sezonu diğerlerinden ayıran işte böylesine önemli bir özelliğe sahip olmasıydı.
Zaten sahada futbolun normal geriliminin ötesinde bir sorun da yoktur.
Bundan birkaç sene önce Arda ve Semih arasında yaşanmış olayın nasıl tatlıya bağlanmış olduğunu biliyoruz.
Sahada her zaman gerilim olur. Sertlik işin doğasındandır. Mücadelenin ayrılmaz parçasıdır. Bunu dengeleyecek olan hakemdir.
Taraftar da takımına destek olacak, onu olumlu etkileyecek gücünü yansıtacaktır.
Futbolda doğru hücum organizasyonları yapmadan da kazanmanız mümkün olabilir; hatta Avrupa Şampiyonlukları gelebiliyor ancak savunmanız dağınık, kötü ve bol hata yapıyorsa o zaman diğer taraflarda neler yapıyor olduğunuzun çok önemi kalmıyor.
1982’de Brezilya’nın İtalya karşısında yaşadığı şey futbol tarihinin en unutulmaz dramlarından bir tanesiydi.
Kuşkusuz Fenerbahçe bir Brezilya değil; futbol olarak yakınlarında bile olamıyor.
Çünkü teker teker baktığınızda bir çok takımı tek başına alıp götürecek bazı futbolcuların birlikteliğinden doğru sinerji kurulamıyor.
Eğer yanlış hatırlamıyorsam geçen sene birkaç deneme haricinde Stoch ile Dia aynı anda ilk on birde oynamadı.
Oynayamadı.
Hele içinde Caner’in de bulunduğu bir kadro hiç olmadı.
Alex, Fenerbahçe’nin 4-4-2 oynamasını gereksiz hale getiriyor. Çünkü standart bir Alex hem orta alanda hem de forvette iki misli etki edebiliyor.
1959 yılından bu yana düzenlenen profesyonel futbol ligimizde ikinci defa şampiyon bir grup maçları sonunda ortaya çıkacak.
Çok özel bir sezon yaşıyoruz. Futbolumuz bu kadar yoğun heyecanı kaldırabilecek mi bu yaşayarak öğreneceğiz.
Açıkçası bu süper final kurgusunu yapanların kafasında tam olarak ne vardı, bilmek mümkün değildir.
18 takıma sahip ve normal bir sezonda 34 lig maçı yapan bir ligde play off sistemi gerekli midir, değil midir, bunu insan kendisine sürekli sorup duruyor.
Sezon başında bu uygulamanın UEFA tarafından pilot olarak Türkiye’de uygulatıldığı tahmini yapmıştım. Herhangi bir duyum ya da bilgiye dayanmayan sadece TFF ile UEFA’nın o tarihlerde sürekli yakın ilişkisinden kaynaklanan bir öngörüydü sadece.
Geçen sezon İspanya’da bir Real Madrid-Barcelona rekabeti yaşandı; La Liga, Kupa ve Şampiyonlar Ligi’nde. Bu Avrupa’da belki de yılın olaylarından bir tanesiydi. Milyonlarca insan haftalarca bununla yattı ve kalktı.
Aynı şey bu sezon La Liga ve Şampiyonlar Ligi’nde yine tekrar etme potansiyelini taşıyor.
34 veya 38 maç serisinde yaşanan sadece iki maçlık rekabetin maç adedi bakımından artması aslında insanların ilgisini çekebilecek bir şey.
Galatasaray futbol takımı bir bütün halinde çok iyi konsantre olduğu sezonu lider tamamladı.
Sezon boyunca Galatasaray’ın gelişim çizgisini sürekli tartıştık. Bu maçla ilgili söylememiz gereken şey, çizginin doğrultusunu bozmadan devam ettiğidir.
Transferleri bir kenara koyarsak Fatih Terim’in bu sezona damgasını vuran hamlelerinin altını bir kere daha çizelim. Çünkü bu maç o hamlelerden sonuncusunu parlatması bakımından önemliydi.
Öncelikle Emre Çolak, Semih Kaya ve Aydın Yılmaz’dan konuşmamız gerekiyor.
TT Arena’da oynanan Fenerbahçe derbisi Emre ile Semih’in yıldızlaştığı bir karşılaşmaydı. Belki de Galatasaray’ın yıllardır kangren olmuş iki bölgesine takımın altyapısından yetişmiş iki oyuncuyu yerleştirip bunda da başarı ve istikrar sağlamak Galatasaray’ın büyük bir sorununu çözdü.
Pozisyonunda yıllardır forma giyen ve ağırlıklarıyla başarısız olan Servet ve Gökhan’dan sonra Semih, gençliği, enerjisi ve mücadeleci yapısıyla Galatasaray’ın defansını toparladı.
Dün de birçok ikili mücadelede rakip forvetleri canından bezdiren bir futbol ortaya koydu.
Bugün biraz da Aydın Yılmaz konuşalım.
Alex’in forma giymediği bir karşılamada onun oynadığı pozisyonda kimin ne şekilde görev yapacağının denemesi ve karmaşası vardı ilk yarı. Önce Stoch denedi; olmadı. Sonra Caner biraz oynamak istedi, üst üste yaptığı yanlış pas tercihleri ve hatalarıyla taraftarının tepkisini üzerine çekti.
Böylece koca bir 45 dakika Aykut Kocaman’ın farklı oyuncu tercihleriyle klasik taktiğini oynama düşüncesi çerçevesinde yaşandı ve bitti.
İlk yarının özetinde Fenerbahçe’nin tek bir atak gerçekleştirememesi, Antalyaspor kalesine şut çekememesini yazabiliriz.
Bol yan ve geri paslara dayalı, bir türlü olgun pozisyona dönüşmeyen denemeler Antalyaspor’un kalabalık defans kurgusunun arasında sürekli duvara çarpıp geri döndü.
Antalyaspor içinde bulunduğu can havlinin de etkisiyle sonuna kadar mücadele edecek bir takım görüntüsü çizdi. Mehmet Özdilek, oyuncuların arasındaki mesafeyi kapatarak oyunu dar alana sıkıştırıp, Fenerbahçe’nin hücum yapma arzusundaki oyuncularına çoğu zaman üç futbolcu ile baskı kurdu.
Böylesine baskılı savunma anlayışına Bienvenu tarzındaki oyuncuların tek başlarına karşılık vermesi çok zordu. Zaten başarısız oldu.
İkinci yarı Aykut Kocaman başka bir şey denedi.