Sahaya çıkacak ilk 11’ler açıklandığında “yine farklı oyuncu tercihleri olmuş, acaba dengesiz, uyumsuz bir oyun mu izleyeceğiz?” diye içimden geçirdiğimi girişte yapacağım bir itiraf olarak buraya not düşmek istiyorum.
Normal şartlar altında kadro ile oynamanın yaratacağı etki böyle bir sonuç olmalıdır çünkü.
Tabii bu “normal şartlar altında” olan bir şeydir; mesele Fenerbahçe ile ilgili olunca ‘ortamalama, standart, averaj’ konuları birbirinin içinde karışıyor.
20 Temmuz’dan bu yana 9. resmi karşılaşmasına çıktı.
Bu maçlarda 27 farklı oyuncu forma giyme şansı yakaladı.
Bazı seçimlerini eleştirdim mi? Kesinlikle!
Hâlâ “şu değil de bu oynasa” diye aklımdan geçmiyor, değil.
24 gol attı!
Fenerbahçe 20 Temmuz’dan bu yana her hafta bir resmi maça çıkıyor, Süper Lig başladıktan sonra bu 2 maça yükseldi.
Rakiplerinden çok önce sezonu açmakla kalmadı; diğer tarafta hem o çok eleştirdiğimiz her sene yeniden yapılanma sorunsalı ile uğraşıyor, hem bir oyun planı oturtmaya hem de takım olmaya çabalıyor.
Tüm bu saydığımız olgular ülkemizin futboluna yabancıdır bir arada götürmesi hiç kolay değildir.
Rakip Adana Demirspor üzerine koyarak ve belli bir plan çerçevesinde ilerliyor.
Daha ilk dakikadan itibaren gösterdi ki çok mücadele veren, bu şekilde tanımlamak yetmez, kavga eden, savaşan bir takım.
Fenerbahçe son yıllarda böyle takımlara karşı sahada dirençli kalmada sorunlar hatta kırılganlıklar yaşadı, lig yarışından koptu.
Başakşehir, Sivasspor, Konyaspor, Adana Demirspor... Bir çırpıda sayabileceğimiz takımlar.
Ancak dün geceki karşılaşmanın yine birinci dakikasından itibaren izledik; Fenerbahçe de en az rakibi kadar mücadele verecek, gerekirse kavga edecek, ayakta kalacak, sinirlerini de sağlam tutacak.
Adil oyun takım içinde adaletli kadro seçiminin ayrılmaz parçasıdır.
Forma dağıtımında bir gözü kapalı bir eli de terazinin kefesinde dengeleri değiştirecek şekilde ayar yapan teknik direktörün takımın iki yakasını bir araya getirmesi çok zor olur.
Her teknik adam takıma kendi imzasını atmak ister. Karizması yüksek kişilikler için bu egosal bir sorun haline de gelebilir. Sonuç aldığınız sürece kimse yaptıklarınızı eleştiremez; hatta yüksek anlamlar addedilecek bir idealizm olarak de değerlendirilebilir.
Ancak işler ters gittiğinde esas mesele başlar. Eski defterler açılır.
Fenerbahçe’nin son 4 senesinde o defterler her sezon başında tekrar açılmak üzere kapatıldı; ilerleyen haftalarda da maalesef sahneye çıkarıldı.
Geride kaldı; fakat buralardan öğrenilmiş dersler çıkarılmış olmalıdır.
İlk sezon yapılan hatanın ne kadar büyük olduğunu Başkan her fırsatta kendi özeleştirisi eşliğinde ifade etmiyor mu?
Peki beşinci sezona aynı hataları tekrar ederek giriyor olmanın ne anlamı var?
Şampiyonlar Ligi ne kadar travmatikse, Avrupa Ligi’nin takımlarımızın dişine göre rakiplerin olduğu bir seviyeye karşılık geldiği çok açık. Her ne kadar Fenerbahçe’nin Dynamo Kiev’i geçmesi gerektiği düşünüyor olsam da sonrasındaki aşamaların o kadar da kolay geçemeyeceği malum.
Fenerbahçe kolay bir takımla oynadı. Adını okumaya çalıştığımızda eski Çekoslavakya’nın Slovakya tarafını çağrıştırsa da aslında Çekya’ya ait bir takım olmasından başka ilginç neyi var dünkü karşılaşmayı izlerken düşündüm, bulamadım.
Böyle rakiplerle eşleşerek, bol gollü galibiyetler almak bir taraftan ekip olmaya çalışan Fenerbahçe’nin kendine gelmesini sağlarken, diğer yandan fazlasıyla kolektif ihtiyaç duyulan ülke puanına katkı bakımından da büyük önemi olduğuna şüphe yoktur sanırım.
Fenerbahçe dün akşam rahat oynadı, bol gollü bir galibiyet alarak önümüzdeki hafta gideceği deplasmanı turistik geziye dönüştürdü.
Rahat oyun aynı zamanda iyi oyun anlamına geliyor mu?
Ya da...
Sezonun bu seviyesinde önemli olan iyi oyun mu yoksa neticeye ulaşmak mı?
Buraları düşünür, konuşur, tartışırken dikkatli ve özenli olmak gerekiyor.
Bu köşede 13 senedir yazıyorum; çok değil, 1-2 yıldan beri okuyanlar bilir ki teknik direktörcü bir yazar oldum her zaman.
Ne demektir teknik direktörcülük?
İşin özü şu; sezonun 25-26. Haftalarına kadar yaptığı her türlü hatayı anlamaya çalışan, cümleyi tekrar kuruyorum ve ‘hata’ kelimesini de çıkarıyorum, yapmaya çalıştığı her türlü taktiksel kurguyu takip edip, bir şekilde teknik direktör gözüyle bakıp, değerlendiren yorum anlayışıdır.
Peki henüz 2. resmi maçta Jesus ile ilgili birazdan başlayacak eleştirel tutum teknik direktörcülükle çelişmiyor mu?
Jesus Fenerbahçe’ye Haziran ayında gelmedi. Bu görünen tarafıydı. İşin aslı aslında aylarca süren görüşmenin içinde doğası gereği Fenerbahçe’yi takip eden, değerlendiren, eksiklerini bir kenara not eden bir futbol aklı vardı.
Fenerbahçe’nin çok eksiği bulunuyor muydu?
Bir takımın her zaman her mevki için eksikleri olur. Ancak bu her şeyi yeni baştan yapmak anlamına gelmez. Son 4 sezonda bunun ne kadar hatalı olduğu yeterince tecrübe edilmiş olmalıdır.
Geride kalan bu dönemdeki süreci Jesus belki bilemez ama Fenerbahçe’nin bu acı günlerini tecrübe edenler en azından teknik direktöre bilgi verebilirler.
Bir Avrupa Kupası karşılaşmasında öncelikli 2 hedef vardır.
Gol yememek ve tabii ki yenilmemek.
Fenerbahçe, Lucescu’nun çalıştırdığı bir takıma karşı öncelikle bunu başardı. Hoca’nın ismini özellikle belirttim, çünkü aynı şeyi o da başardı ve çok iyi biliyoruz ki deplasmanlarda bu taktiksel hedefi daha da iyi başarıya dönüştürmeyi bilen veya becerebilen bir teknik direktöre sahip Dynamo Kiev.
Bu nedenle Kadıköy’deki karşılaşma çok daha zor geçecektir.
Dynamo Kiev ülkesinin şartları da gözönünde bulundurulduğunda çok fazla transfer yapıp kadrosunu güçlendirmiş bir ekip değil; hatta gidenler gelenlerden daha fazla.
Bu Ukrayna takımını çok daha birbiriyle oynamaya uyumlu bir ekibe dönüştürüyor.
Fenerbahçe’nin geçen sezondan gelen hazır bir takımı vardı. İsmail Kartal’ı övdüğümüz en önemli detay da bu olmuştu. Sadece hazır bir takım değil, birlikte oynamaya alışkın bir kadro da oluşmuştu.
Dün akşam Fenerbahçe’nin bu bakımdan en diri ve oyuna katkı verenleri de bunlar oldu.
Fenerbahçe ligde üst üste yedinci, son 11 karşılaşmada da 10. Galibiyetini aldı. Bu Trabzonspor’un sezonun ilk yarısındaki 8 maçlık serisinden sonraki en iyi performans olarak dikkat çekiyor.
Dikkat çeken sadece istatistiksel olarak Fenerbahçe’nin üst üste kazanması değil; takım olgusunu güçlendirip, iyi de futbol oynayarak ve her karşılaşma başka bir hikaye yazıp, daha da önemlisi taraftarıyla bütünleşerek bulunduğu pozisyondan çok daha fazlasını hak ettiğini göstermesi.
57. dakikada Serdar Dursun penaltı vuruşunu direğe nişanladığında Kadıköy’de tribünlerden hiç beklenmedik bir tezahürat yükseldi.
Penaltıyı kaçıran futbolcunun adı oyuncuya destek verilircesine dört bir yandan yankılandı.
Oysa sezonun ilk yarısındaki durum akıllara geldiğinde bambaşka senaryoların devreye girdiğini hemen hatırlıyoruz; bir tarafta penaltı kaçıran oyuncunun ıslıklanması, diğer yanda yönetimin istifaya davet edilmesi.
Taraftarının desteği ile moral bulan Serdar Dursun çok değil 5 dakika sonra takımını 2-0 öne geçiren golü attı.
Bu işin tüm sihiri, matematiksel denklemi de buralarda zaten; Fenerbahçe’nin taraftarı takımına kol kanat gerdiğinde neler olduğunu, yaşandığını biliyoruz.
Ta
Uzun yıllardır Fenerbahçe’yi bu kadar istekli, her karşılaşmada üzerine koyarak ve mücadele azmini yukarı çıkararak üst üste böylesine iyi oynadığı bir sezon hiç görmemiştik.
Haftalardır birçok futbolcuyu burada mercek altına alıp, övüyor; bir türlü İsmail Hocaya sıra vermiyor hatta geldiğinde de mutlaka eleştirel bir detay sıkıştırıp onu yazıyordum.
Bunun kendi içinde sebepleri vardı; öncelikle kuşkusuz teknik adamın yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum.
Diğer taraftan işe başladığı ilk dönem kadro tercihlerini Fenerbahçe’nin o günlerde bulunduğu duruma gelmesinde etkisi veya katkısı olan belli bir oyuncu grubundan yana kullanmasıydı.
Kayserispor Kupa, Slavia Prag Avrupa, Antalyaspor ve Başakşehir Süper Lig karşılaşmalarına çıkan kadroya bakılırsa ne demek istediğim çok iyi anlaşılacaktır.
İsmail Kartal, Türkiye’de yaşayan ve Fenerbahçeli bir teknik direktör olarak bu takımın başarısızlığının nelerden kaynaklandığını çok iyi takip ederek bu göreve geldiğini düşünmek istiyordum.
Zaten yukarıda saydığım karşılaşmalar Fenerbahçe’nin hem Kupa, hem Avrupa hem de Lig’de kaderini belirledi.
Bu coğrafyanın neredeyse insanların üzerine kader olarak yapışan gerçekliği