Fenerbahçe Kadın Voleybol takımı 29 Ekim’de oynanan final maçında geçen sezonun her kulvarda şampiyon olmuş Vakıfbank’ı yenerek Şampiyonlar Kupasını kazandı.
Fenerbahçe Erkek Basketbol takımı Euroleague’de son iki sezonun şampiyonu Anadolu Efes’i sahasında yenerek 5’te 5 yaptı ve ligi puan sıralamasında lider götürüyor.
Fenerbahçe futbol takımı da hem Süper Lig’de hem de Avrupa Liginde lider durumda.
Önceki gün Başkan Ali Koç Cumhuriyetin Feneri sloganıyla Stadyumun yanındaki Fener’de şampiyonluk ateşini yakarken taraftarını da bu ateş etrafında toplanmaya ve koşulsuz destek vermeye çağırdı.
Takım olmanın, öncesinde bir Kulüp olduğunu hatırlamanın ve belli bir hedef uğrunda mücadele etmenin birinci koşulunu böylece yerine getirdi Fenerbahçe.
İşler her geçen gün daha doğru bir rotaya otururken Fenerbahçe içte taraftarını mutlu eden, güven veren bir Kulüp haline gelirken, rakipleri için de saygı duyulan bir yapıya bürünüyor.
20 Temmuz’da Avrupa’da ilk karşılaşmasına
Duygular bu kadar gel gitler içinde dalgalanırken taraftar; karşılaşma içinde zaman zaman içini kemiren çok zor anlar yaşasa da sonu hep kucaklaşmayla, coşkuyla gelen gollerle olan biten tüm sıkıntıları unutup, ileriye hep umutla, kıvançla, mutlulukla ve daha önemlisi daha özgüvenle bakıyor.
Hiç kuşku yok ki 30 dakikada skor 3-0 olunca herkes kendine “ne oluyor şimdi?” diye sormuştur.
Peki ne oldu?
Gerçek hangisi?
Fenerbahçe’nin 3-0 geri düşmesi mi yoksa oradan geri dönmesi mi gerçek?
Fransız takımı 30 dakikada 3-0 yapabilecek bir takım mı?
Evet, tüm takım oyunlarında hatta tenis gibi bireysel mücadelelerinde oyunun kırıldığı, işlerin tamamen geri gittiği ve ne yaparsan yap topun kalenin içine girdiği zamanlar vardır.
İşte o ilk 30 dakika böyle bir dönemin acı reçetesiydi.
Takım oyunlarında birbirine uyumlu bir ekip olmak ne kadar önemliyse, teknik direktörünün dediklerini harfiyen yerine getiren “teknik direktör takımı” haline gelmek ondan hem daha önemli hem de değerlidir.
Hele Türkiye gibi futbolu herkesin “çok iyi bildiği” her kafadan bir sesin çıktığı ve müdahale ettiği, çomak soktuğu, bazen ihanette bulunduğu, içten dinamitlediği ortamda, tekrar ediyorum ve üzerine basarak söylüyorum; 10 haftada “teknik direktör takımı” olmak az şey değildir.
Bu kavramı ülkemizde gündeme ilk sokan Aykut Kocaman, üzülerek söylüyorum ki hiçbir zaman Fenerbahçe dahil kendi çalıştırdığı takımlarda tam hakimiyet, koşulsuz bağlılık sağlayamadı.
Çok yaklaşan teknik adamlar da oldu ama bu kadar kısa sürede Jesus kadarını gerçekleştirenini görmedik.
Kuşkusuz daha yarış tamamlanmadı, önümüzde gidilecek çok mesafe, yol var; yarın her şey tam terse de döner.
Konu Fenerbahçe olunca iyi saatte olsunların hep bir yerlerde beklenmedik hamleleri devreye
Grup maçlarının tamamlanmasına 2 karşılama kala bir üst tura çıkmayı garantileyen ve bu kulvarda 3 galibiyet bir beraberlik ile Fenerbahçe’nin Avrupa’da yoluna devam etmesinin çok önemli bir başarı olduğunu öncelikle belirtmemiz gerekiyor.
Bu sezon sadece bir yenilgi, onu da uzatmaya giden bir karşılaşmanın son dakikasında aldığını da eklemek sanırım doğru bir hatırlatma olacaktır.
Malum, son yıllarda ülke futbolunun içine girdiği kriz ortadadır.
Daha birkaç hafta önce milli takım seviyesinde Faroe Adaları karşısında yaşadığımız hüsran; öyle, küçük büyük takım demeden Avrupa’da çok zor maç kazandığımız hesaba katılırsa Fenerbahçe’nin bu başarısı küçümsenecek bir sonuç değildir.
Tabii neye kadar gideceğini bilemeyiz hep beraber izleyeceğiz ancak takımın genel olarak havası hepimizi iyimser bir duygu ile sarıp, kuşatıyor.
Kuşkusuz takımın mücadele ettiği kulvarlarda ve maç içlerinde inişli çıkışlı dönemleri oluyor.
Dünkü karşılaşmada da kaleci Altay’ın yaptırdığı penaltı
Derbinin kağıt üzerindeki avantajlı tarafı kuşkusuz ev sahibi Beşiktaş’tı. Valerien İsmael ile ligi geçen sene istediği bir yerde tamamlayamamış olsa da hem bir alışma devresi geçirdi hem de Süper Ligi gördü, tecrübe kazandı. Takımın eksiklerine göre yeni dönem transferlerini şekillendirdi.
Hem Yönetim ile hem takım ile hem de taraftar ile iletişim kurdu.
Aynı şeyi Jesus için söylemek kolay değil; Fenerbahçe’yi sahada bire bir değil, videolarını izleyerek anlamaya, tanımaya çalıştı.
Eşit şartlar olsaydı Jesus bu sezona bambaşka bir bakış açısı ve planlaması ile başlayacağını tahmin ediyorum.
Bu çerçeveden bakarak ağırlıklı eşit ortalamaya göre derbinin daha iyi tarafının Fenerbahçe olduğunu söyleyebiliriz; ama bu Beşiktaş kötüydü anlamına gelmiyor tabii.
Jesus’un ne yapmaya çalıştığını kafamızda yeni yeni oturtuyorken işler rayında gittiği sürece hangi kadroyu tercih edeceğini önceden kestirmek mümkün olmasa da sahaya çıkan takımın nasıl oynayacağını az çok tahmin edebiliyoruz artık.
Hele orta
Avrupa’nın önemli 5 Ligi; İngiltere, Almanya, İspanya, İtalya ve Fransa’da genel olarak baktığımızda teknik adamların belirli bir kadro dizilişine sadık kaldıkları daha az rotasyon yaptıkları ve oyun planlarını belirli sayıdaki oyuncu ile sahaya yansıtmaya çalıştıklarını görürüz.
Rostasyon risklidir; her ne kadar Avrupa’nın belli başlı takımlarını “teknik direktör takımı” olarak tarif etmek mümkün olsa da bunlar dahil çoğunlukla yine oyuncular üzerinden planlanan oyunlarla oynanır.
Oyuncu değiştiğinde oyun planının genel anlamda aynı kaldığı sıklıkla görülen bir durum değildir veya çok uzun zamanda oturan bir olgudur.
En bilinen rotasyon uzmanı Guardiola’dır.
Maça göre kadro kurar ve Manchester City’nin sezon içindeki maç planlamasını da gözeterek hem oyuncuların üzerindeki yükü dağıtır hem de aynı oyun planını farklı oyuncularla oynamaya çalışır.
Başarılı da olur.
Ancak bu başarı kaç yılın ürünüdür?
Türkiye gibi teknik direktörün sözde önemli ancak genel ömrünün ortalama 10 maçla sınırlandığı ülkelerde istikrarlı bir yapının kurulması istisnai durumlar hariç mümkün değildir.
Fenerbahçe 20 Temmuz’da Avrupa Kupaları mücadelesi için başladığı sezonda 8 Ağustos’tan itibaren haftada 2 karşılaşma olmak üzere yoğun bir maç trafiğine girmişti.
Geçen hafta Eskişehir’de oynanan Konyaspor karşılaşmasındaki tutukluğun başlıca sebeplerinden biri bu olmalıydı.
Bu haftayı boş geçirmek aynı zamanda dinlenmek anlamına da geldi ve ortaya dün geceki Fenerbahçe çıktı.
Kuşkusuz takım kurgusunun tamamının mükemmel, kadro seçiminin isabetli yapılmış olduğunu söylemek bardağın dolu tarafına fazlasıyla odaklanmak anlamına gelir.
Fenerbahçe’nin orta alanında oynayan Crespo’yu zaten geçen sezondan biliyoruz; böyle bir futbolcuydu. Takıma sonradan katılmış, Galatasaray maçında attığı galibiyeti getiren golle bir anda yıldızı parlamış ve buradan aldığı momentumu sonuna kadar götürmüş, İsmail Kartal’ın Zajc ile birlikte en önemli kozu olmuştu.
Crespo gibi oynayan futbolcunuz varsa onu direkt olarak kadroya yazarsınız.
Jesus da aynı şekilde mi düşünüyor bunu Perşembe akşamı yapacağı takımı görünce anlayacağız. Normal şartlarda sakatlık olmasa Crespo’nun oynayıp oynamayacağını tartışmak tuhaf olurdu ama Fenerbahçe’nin teknik direktörü bu sezon her maça ayrı bir kadro
Sezonun boyu çok uzun ve mutlak surette dalgalanmalar olacaktır. Önemli olan takımların kendilerini başarıya götürecek ortalamayı yakalamalarıdır.
Peş peşe yazdığım yazıları okumuş olan okuyucum hatırlayacaktır bu “ortalama” konusu üzerine bir değerlendirme yapmıştım.
Soruyu tekrarlayalım; “yoğun maç temposu içinde istikrarlı bir oyun planı ve kurgusu bol rotasyonlu bir takım programı içinde mi yoksa omurgası oturmuş bir ekibin etrafında oluşturulur?”
Dünkü maçın genel görüntüsüne bakıldığında Fenerbahçe’nin öncelikle yorgun, sonrasında da isteksiz olduğunu sonucunu hemen çıkarabiliriz.
Bir de buna henüz 22. Dakikada 10 kişi kalmayı eklediğinizde üç temel referans nokta ile anlaşılır bir geometrik şekil çizmiş oluruz.
Valencia’nın kırmızı kart gördüğü pozisyonunu Arda Kardeşler gerçekten gördü mü?
Maçı izlerken emin olmak çok zordu.
Hani yıllar önce kulağına gelen bir “lan” bağırışını