Duygular bu kadar gel gitler içinde dalgalanırken taraftar; karşılaşma içinde zaman zaman içini kemiren çok zor anlar yaşasa da sonu hep kucaklaşmayla, coşkuyla gelen gollerle olan biten tüm sıkıntıları unutup, ileriye hep umutla, kıvançla, mutlulukla ve daha önemlisi daha özgüvenle bakıyor.
Hiç kuşku yok ki 30 dakikada skor 3-0 olunca herkes kendine “ne oluyor şimdi?” diye sormuştur.
Peki ne oldu?
Gerçek hangisi?
Fenerbahçe’nin 3-0 geri düşmesi mi yoksa oradan geri dönmesi mi gerçek?
Fransız takımı 30 dakikada 3-0 yapabilecek bir takım mı?
Evet, tüm takım oyunlarında hatta tenis gibi bireysel mücadelelerinde oyunun kırıldığı, işlerin tamamen geri gittiği ve ne yaparsan yap topun kalenin içine girdiği zamanlar vardır.
İşte o ilk 30 dakika böyle bir dönemin acı reçetesiydi.
Dikkat edin “reçete” kelimesini kullanıyorum; yani yaşanan büyük bir travmaysa da çaresi olan alternatifi içinde gösteriyordu.
Fenerbahçe’nin en temel sorunu sahaya çıkan ekibin mücadele gücünün çok düşük kalmasıydı. Gücü belirleyen şey aynı zamanda sahadaki dizilimdi.
Maç öncesi basın toplantısında İrfan Can’ın teknik direktörüne yönelttiği soru aslında anlamlıydı. Hocasının cevabından bunun mizansen olmadığı anlaşılıyordu.
Demek futbolcu grubunun kafasını meşgul eden bir gerçeklik var ortada; rotasyon.
Mesele sadece maçtan maça yapılan değil; bugün de sonucu değiştiren karşılaşma içindeki rotasyondu.
Ve sadece oyuncu değil, dizilim rotasyonu da takımın senkronizasyonuna etki ediyor bu bir gerçek.
3’lü savunmanın sağında ve solunda oynayan oyunculara hem savunma hem hücum anlamında büyük bir iş düşüyor. Osayi ilk yarı savunmada özellikle ofsayt çizgisini bozma anlamında çok aksadı. Lincoln’ün de geri gelişleri...
Son birkaç maç Fenerbahçe’nin orta alanına Crespo ile birlikte inanılmaz katkı ve mücadele gücü veren bir başka oyuncu daha vardı, İsmail Yüksek. Onun yerine oynayan Arao’nun Fransız takımının orta alanı karşısında çok zayıf kaldığını söylemek gerekiyor.
Pedro’yu genelde Avrupa maçlarında tercih ediyor Jesus. Ancak oyuncu bir türlü seviyesini yükseltmeyi başaramadı.
Bu saydığım oyuncular 3-0 geriye düşmenin elbette sebebi değillerdi; sorun Fenerbahçe’nin bu bölümde takım uyumunu bir türlü kuramamasından kaynaklanıyordu.
İleri çıkarken kaptırılan toplar, hatalı oyuncu tercihleri, savunmada dizilim hataları, hakemlerin katkısı ve Rennes’in inanılmaz şansı derken goller yağmur gibi gelmeye başladı ve bir anda skor 3-0 oldu.
Tabii bir 60 dakika daha vardı ve eğer bu 3-0 gerçek değil fragmansa filmin geri kalanında daha heyecanlı şeyler yaşanacağı muhakkaktı ki öyle de oldu.
Jesus hatasında ısrarcı olmayan bir teknik direktör. Bu maç bize bir kere daha gösterdi tüm oyuncuların sahada yaptıkları ve yapamadıklarını çok iyi takip ediyor; yetinmiyor müdahale ediyor.
Velencia’nın fitili ateşleyen golü ile takım savaşacağının ve geri adım atmayacağının sinyalini verirken, teknik direktöre de sahadaki 11’e bir şans daha verme opsiyonu sunuyordu.
İkinci yarının ilk 15 dakikasına kadar Jesus’un sabrının nedeni de bu olmalıydı.
Gustavo sakatlanmasaydı 4’lü savunmaya yine de dönecek miydi bunun cevabını bilemeyiz ancak oyunun kader anlarından biri de dizilimin değişmesiydi.
Oyuncu değişikliklerinin sonrasında orta alanda da yeni bir tandem vardı artık ve biz bunu geçen seneden de biliyoruz; 26-27 ikilisi İsmail Kartal’ın en önemli kozuydu.
Jesus yaptığı transferlere öncelik vererek bir anlamda Zajc’ı kulübeye zincirledi. Geri planında başka nedensellikler de var mıdır bilmiyorum. Varsa da bunu da Jesus’un iyi yönettiğini futbolcunun oyuna girmesi ve her zamanki gibi çalışkanlığıyle, golünü atmasıyla bir kere daha anlamış olduk.
Zajc bu ülkeye gelmiş en karakterli ve profesyonelliği ile ders veren oyunculardan biri. Büyük bir şans. Onu Fenerbahçe’de tutmayı başarmak gerekiyor. Ancak ülkemizin futbol atmosferinin içinde bu tip oyuncular göze batmadığından, yıldızlaşamıyor ve kamuoyu üzerinde çok daha etkili olan ama popülerliği ile futbol bilgileri ters orantılı ulemalar tarafından da “vasat” olarak etiketlendiğinden formayı hep aslanın ağzında bulabiliyor.
Zajc ilk geldiği sezon Fenerbahçe yine talihsiz bir dönemden geçiyordu ve bir Beşiktaş deplasmanında 3-0 geriye düşen karşılaşmayı geri çeviren aktörlerden olmuştu.
Rennes maçının da önemli kahramanıdır. Büyük bir ihtimalle bir sonraki maç yine yedek soyunacak ve takım iyi gittiği sürece orada kalmaya devam edecek.
Ne zaman takımın ona ihtiyacı olacak yine sahaya çıkıp gereğini yerine getirecek.
Hayatın içindeki nice isimsiz aktörler gibi...
Evet bu bölümde gerçekler bir bir ortaya dökülmeye başlamıştı.
Fenerbahçe zaten oyunun hakimiydi. Zaman zaman Rennes takımı topla oynuyor gibi görünse de bunun aktif dinlenme olduğu çok açıktı.
Jesus’un takımı rakip alanda oynuyor, orada topları kapıyor, hızlı hücumlarla tehdit oluşturuyordu.
İşte bu futbolu izlerken artık “evet gerçek Fenerbahçe işte bu” diyorduk.
Bu maçta Arda Güler’i 78. Dakikada oyuna almak da bir başka teknik direktörlük hamlesiydi.
Farkındaysanız bu yazının içinde de Zajc bahsinde bir Jesus eleştirisi yapıyorum, sezon başında çok daha sert yazıyordum. Arda Güler’i yedek oturtmasını doğru bulmadığımı tekrar tekrar her fırsatta eleştiriyorum. Bazı oyunculara da daha fazla forma şansı vermesini...
Ancak haftalar ilerledikçe Jesus’un sahada yaptıklarını takip ettikçe eleştirinin duygusal tarafını bir kenara bıraktığımı da belirtmem gerekiyor.
Çünkü böylesi zorluk seviyesi yüksek bir maçta genç oyuncuyu tam da olması gerektiği anda oyuna alıyorsa burada başka bir şey olduğunu görmek gerekiyor; bizim daha önce görmeye alışkın olmadığımız türden.
Fransa’da 2-0’dan İstanbul’da 3-0’dan geri gelerek bir anlamda Fransız rakibinin aklını yerinden oynatan Fenerbahçe’nin Avrupa’ya da bu sezon bir kere daha çok önemli bir mesaj gönderdiği ortada.
Klasik tabirle Fenerbahçe bitti demeden bitmez anlayışını maç maç rakiplerinin hafızasına kazıyor.
Rennes takımının attığı 3 gol dışında pek de varlık gösterdiği söylenemez. Buna izin vermeyen Fenerbahçe’nin bu sezon yepyeni bir hikaye yazdığını ilan edebiliriz.