Teknik direktör takımı Fenerbahçe
Takım oyunlarında birbirine uyumlu bir ekip olmak ne kadar önemliyse, teknik direktörünün dediklerini harfiyen yerine getiren “teknik direktör takımı” haline gelmek ondan hem daha önemli hem de değerlidir.
Hele Türkiye gibi futbolu herkesin “çok iyi bildiği” her kafadan bir sesin çıktığı ve müdahale ettiği, çomak soktuğu, bazen ihanette bulunduğu, içten dinamitlediği ortamda, tekrar ediyorum ve üzerine basarak söylüyorum; 10 haftada “teknik direktör takımı” olmak az şey değildir.
Bu kavramı ülkemizde gündeme ilk sokan Aykut Kocaman, üzülerek söylüyorum ki hiçbir zaman Fenerbahçe dahil kendi çalıştırdığı takımlarda tam hakimiyet, koşulsuz bağlılık sağlayamadı.
Çok yaklaşan teknik adamlar da oldu ama bu kadar kısa sürede Jesus kadarını gerçekleştirenini görmedik.
Kuşkusuz daha yarış tamamlanmadı, önümüzde gidilecek çok mesafe, yol var; yarın her şey tam terse de döner.
Konu Fenerbahçe olunca iyi saatte olsunların hep bir yerlerde beklenmedik hamleleri devreye girer, bu başka bir şeydir. Bizim işimiz elbette anın, bugünün değerlendirmesini yapmaktır ve görünen o dur ki Jesus takım üzerinde tam hakimiyet sağlamış durumdadır.
Tespiti yazarken Fenerbahçe’nin 3-0 kazanmasına karşın aslında hiç de iyi olmadığı bir ilk 45 dakika oynadığını, ikinci yarının da ancak değişikliklerin geldiği 66. dakikadan sonra biraz kıpırdayan takım görüntüsü sergilediğini aklımızın bir tarafına elbette not ediyoruz.
Ancak bütün bu detaylar birbiriyle karıştırılmaması gereken hususlardır.
Fenerbahçe’nin ilk on biri ve sahaya dizilişi geçen sezon Ferdi ve Osayi’nin yıldızını parlatan formatıydı; sadece bazı yerlerdeki oyuncuların isimlerinde farklar vardı.
Gustavo, Lincoln ve Batshuayi.
Aslında hem kadro hem da saha dizilişi bakımından dengeli bir takım görünümündeydi Fenerbahçe.
İlk yarı dengeli bir oyun vardı sahada; ne demektir dengeli oyun?
Yaratıcı, çabuk, bol aksiyonlu bir maç olmayan durumlara sıkıcı değil, dengeli diyoruz.
Sıkıcı oyun daha başka bir şeydir. Ortada ne gol ne de pozisyonu vardır. Oysa ilk yarıda hem goller hem de bir iki kıpırtılı aksiyon da vardı.
Ömer Erdoğan, Fenerbahçe’nin en tehditkar tarafını zaten bulmuş ve çözmüş görünüyordu. 3. Dakikada Batshuayi’nin şipşak golü gelmese aslında bu karşılaşma olduğundan da zorlu geçebilirdi, deplasman takımı için.
İstatistik veriler gösteriyor ki Fenerbahçe oyunu rakip alanda 2. Bölgede oynamayı çok seviyor ve bunu da en iyi top rakipteyken yapıyor. Pasla ileri çıkmaya çalışan takımlar Onun ekmeğine yağ sürüyor. Önümüzdeki hafta Başakşehir’in nasıl bir oyun oynayacağını şimdiden merak etmiyor değilim hani.
Fenerbahçe’nin 2. bölgede oyun oynamasının önüne geçmek için ne yapılmalı? Mümkün olduğunda uzun toplarla burayı çabuk geçilmeli.
Ankaragücü de tam da bu şekilde oynadı.
İşin ilginç tarafı Fenerbahçe de özellikle ikinci yarı uzun toplarla oynamayı tercih etti. Kaleciler Gökhan ve Altay birbirleriyle neredeyse yarışa girdiler.
Dikkat edilirse İrfan Can’ın attığı 2. golde bu hata var. Orta alanda kaybedilen top üç pasla Ankaragücü kalesinin içine giriverdi.
Fenerbahçe’nin bir başka etkili silahı, hücumu etkili hale getirmesi topu hızlı çevirip, tek paslarla rakip kaleye gitmesi.
Ne zaman bireysellikler ön plana çıkıyor bu silah da elde patlıyor ve Fenerbahçe’nin egosu yüksek, sahada sanki tek başınaymışçasına oynayan epey oyuncusu var.
Skor 2-0 giderken elbette bu göze batmıyor ancak 0-0 devam eden bir maçta kesinlikle tepki çekecektir.
Ancak İrfan Can’ın attığı golde bunun tam tersi var. Hem hız hem yardımlaşma izliyoruz; futbolcunun yaratıcılığı ile rakip kalecinin hatası birleşince şans da takımın yanında oluyor elbette.
Bu kadro 66. dakikaya kadar dengeli hücum etmekten başkasını yapamadı. Bunda birbiriyle paslaşmayan oyuncularla birlikte yaratıcı futbol oynamayı beceremeyen futbolcuların önemli etkisi olduğunu söyleyebiliyoruz.
Değişikliklerle birlikte orta alanın hem direnci arttı hem de dikine oynayan oyuncu sayısı.
Bu bölümlerde Ferdi ve Rossi rakibin kalbine doğru direkt hücum varyasyonlarına girdiler. Golden önceki son etkili atakta Ferdi’nin yerde kaldığı pozisyon bence penaltıydı ama ne hakem ne VAR oralı bile olmadılar. Peşinden de sol kanattan gelişen atakta Rossi karambol diyebileceğimiz bir yerde golü buldu.
Böylece fişi de çekmiş oldu.
Şimdi tekrar başladığımız yere geri dönelim.
Gelelim teknik direktör takımı olgusuna.
Fenerbahçe’de taşlar sürekli yerinden oynuyor.
Bir karşılaşma takım geride 3’lü savunma şeklinde dizilirken, 3 gün sonra bir anda dörtlüye dönebiliyor.
Kaleci ve savunma 4’lüsü hariç kalan 6 futbolcunun yeri garanti değil ve sürekli isimler değişiyor.
Bir maç kenarda bekleyip sonradan oyuna giren, bir sonraki karşılaşma ilk on birde sahaya çıkıyor.
Kimse ne oluyor, bugün neden yedek soyundum demeden kenarda sıranın kendisine geleceği anı bekliyor.
Geliyor mu?
Kesinlikle!
Dün Jesus elinde taktik tahtası çocuk gibi bakıp taşların yerini değiştirerek sanki sahadakilere komut veriyor.
Bakın daha önce yazdım; taktik tahtası ile başbaşa ne yaptığını anlamıyorum, ne yararı var bilmiyorum ancak ortada bir sonuç var.
Başarı!
Süper Lig’in bir maç eksiği ile gizli lider koltuğuna oturmuş görünüyor.
Fenerbahçe sezonun mutlak favorisi haline geldi ve teknik direktörün direkt etkisini gözlemleyebiliyoruz.