Bir hamle gerekiyordu. Ve...
Grup maçlarının tamamlanmasına 2 karşılama kala bir üst tura çıkmayı garantileyen ve bu kulvarda 3 galibiyet bir beraberlik ile Fenerbahçe’nin Avrupa’da yoluna devam etmesinin çok önemli bir başarı olduğunu öncelikle belirtmemiz gerekiyor.
Bu sezon sadece bir yenilgi, onu da uzatmaya giden bir karşılaşmanın son dakikasında aldığını da eklemek sanırım doğru bir hatırlatma olacaktır.
Malum, son yıllarda ülke futbolunun içine girdiği kriz ortadadır.
Daha birkaç hafta önce milli takım seviyesinde Faroe Adaları karşısında yaşadığımız hüsran; öyle, küçük büyük takım demeden Avrupa’da çok zor maç kazandığımız hesaba katılırsa Fenerbahçe’nin bu başarısı küçümsenecek bir sonuç değildir.
Tabii neye kadar gideceğini bilemeyiz hep beraber izleyeceğiz ancak takımın genel olarak havası hepimizi iyimser bir duygu ile sarıp, kuşatıyor.
Kuşkusuz takımın mücadele ettiği kulvarlarda ve maç içlerinde inişli çıkışlı dönemleri oluyor.
Dünkü karşılaşmada da kaleci Altay’ın yaptırdığı penaltı pozisyonunda olduğu gibi son Fatih Karagümrük maçında tekrar eden kopukluklar yaşandığı da bir gerçek.
Üst üste iki karşılaşmada yenilen gollerde kaleci Altay’ın sorunun başaktörü durumuna gelmesi ve tüm tepkileri üzerinde toplaması aslında bir Fenerbahçe klasiğidir.
Her şeyin yolunda gittiği bir ortamda takımda bir yerde oluşan olumsuz veya eksik durumun olduğundan da abartılarak hayatının sonuymuş gibi sunulması ve köpürtülmesi.
Altay’ın mental bir düşüş içinde olduğuna şüphe yok ancak bu futbolcuyu yerin dibine sokmak veya “bundan Fenerbahçe’ye kaleci olmaz” çıkarımına varmak da gerekmiyor.
Fenerbahçe’nin son iki büyük kalecisi Rüştü ve Volkan yüzünden de birçok karşılaşma kaybedilmiş, kupalardan elenilmiş, eldeki şampiyonluklar gitmişti. Ancak her ikisi de çok uzun yıllar o kaleyi korumaya devam etmişlerdi.
Unutulmaz Sevilla deplasmanının ilk 2 golünde Volkan’ın yaptıklarını unutuyoruz, çünkü kurtardığı penaltılarla kahramanlaştığını hatırlıyoruz.
O maçın son penaltısını kurtararak Volkan bir kahraman olmuştu ancak karşılaşmayı o noktaya getirenin tüm takım olduğunu unutmamak ve herkese eşit seviyede payeyi paylaştırmak gerekiyor.
Dün de farklı değildi.
Evet Altay maçı tehlikeye sokacak bir hata yaptı ancak takım olarak bunun altından kakmasını da bilen bir ekip olduğunu her iki karşılaşmada gördük. Önemli olan da bu altında kalmama refleksidir.
Yine bir şey daha gördük.
Geçtiğimiz senelerde Fenerbahçe teknik direktörleri iyi gitmeyen karşılaşmalarda rakibin aklını karıştıracak hamleler yerine neredeyse herkesin beklediği ezber tekrarları yapar ve sonuç alamazlardı.
Aslında Jorge Jesus’un başladığı oyun planı hiç de fena işlemiyordu. Rakibi bozmakla kalmamış nefes bile aldırmıyordu. Ta ki 1-1 oluncaya kadar. Orada takım halinde bir bocalama yaşanmaya başladı.
Bir hamle gerekiyordu. Sadece sahadaki oyuncu grubunu kendine getirmek değil rakibi de bozmak gerekiyordu.
69. dakikada beklenen değişiklikler oldu.
Alioski’nin çıkışı beklenmedik türdendi; çünkü orada aslında fena olmayan işler yapıyordu. Golün asisti gibi...
Ama Jesus oyunu Osayi ile çözmek istiyordu.
Geçen senenin bilindik bir takım kurgusu vardı ve sezon başında Portekizli Hoca da bunu denemişti.
Ferdi sola, Osayi sağa...
Bunun için Alioski’nin kenara alınması gerekiyordu ve öyle de oldu.
İşte rakibin aklını elini ayağını birbirine dolaştıran da bu oldu. Osayi sağ tarafı karıştırmakla kalmadı üstünlüğün tekar Fenerbahçe tarafına geçmesini sağladı ve tıkanıklığı da açmış oldu.
İşte bu bir teknik direktör dokunuşudur.
Teknik direktör dokunur da bazen takım bunu anlamaz veya o reaksiyonu gösteremez, sahaya yansıtamaz. Ama Fenerbahçe’de işler artık öyle yürümüyor veya her hamle karşılığını sahada buluyor.
Bu ortamda olumsuzu görmeye çalışmayı çok anlamlı bulmadığımı belirtmek istiyorum.
Konuyu Altay bahsiyle açmıştım.
İlla bir yeri eleştirmek gerekiyorsa...
Mesela her karşılaşma sırasında sanki deftere yazmaya ceza almışım gibi kendi kendime “Rossi’de Jesus değil sen yanılıyorsun!” diye içimden tekrar yapıyorum.
Bu aynı zamanda Rossi’nin sahada olmayı neden hakettiğini anlama sürecidir. Şimdilik anlamayı başaramasam da çalışıyorum, çabalıyorum, diyeyim, kapatayım.
İlk penaltıda Batshuayi başarılı olmuşken kazanılan ikinciyi neden Valencia attı diye de sormadan geçemiyorum.
Bu, saha içindeki bir tercih mi yoksa teknik adam iradesi mi hangisi doğru gerçekten üzerinde düşünmek gerekiyor sanırım.
Penaltıyı kimi atacağı, sezonun veya Avrupa’daki bir tur mücadelesinin en kritik yerinde sırat köprüsü haline gelmemelidir.
Defalarca kere tekrarlanmış, tecrübe edilmiştir; evet, kalecilerin yediği golün takım üzerindeki etkisi büyüktür ancak karşılaşmalarda sonucu belirleyen aynı zamanda atılamayan gollerdir.
Jesus’a bir övgü de Arda ile maça başlaması için... Arda’yı kenarda tutarak geliştirmek mümkün değildir. Kenarda tutmak için sebep ve bahaneler aramak yerine oyuncunun gelişiminin sahada devam etmesine yardımcı olmak gerekiyor.
Karşılaşmanın hakeminden Süper Lig hakemlerinin öğreneceği gerçekten çok şey var.
Fenerbahçe’nin kazandığı 2 penaltı için VAR’a ihtiyaç duymaması alkışlanacak kararlardı.