Türkiye’nin ABD öncülüğündeki koalisyon güçleriyle birlikte kuzeyden Irak’a girmesini öngören 1 Mart tezkeresinin (2003) Meclis’te reddedilmesinin üzerinden 18 yıl geçti ama hâlâ hata mıydı, değil miydi tartışması sonlanmadı. Özellikle de bugün Irak ve Suriye’deki gelişmeler açısından. Çünkü terör örgütü PKK/YPG/PYD’nin bu kadar güçlenip palazlanması ya da oyalama-yutturmaca taktikleriyle bir sürü kirli tezgâh kovalayan ve bu yolda terör örgütleriyle omuz omuza veren ABD’nin bölgede kendine bağımlı bir Kürt Devleti kurdurma planının tezkereyle bağlantılı olarak tetiklendiği gibi bir iddia söz konusu. Hatta bunu bedel ödetme gibi yorumlayanlar dahi var. Dolayısıyla, hâlâ konuşulanların odağında 1 Mart tezkeresi o gün geçseydi bugün Suriye ve Irak’ta yaşanan noktaya gelinir miydi? Ya da ABD’nin terör örgütü PKK/YPG/PYD’ye bakışı veya ABD-Türkiye ilişkileri daha farklı mı olurdu gibisinden
Azerbaycan ordusu Dağlık Karabağ’da işgal altındaki topraklarını kanıyla, canıyla kurtarırken, Ermenistan’ın Başbakanı Nikol Paşinyan’ın kirli planı neydi? Elindeki füzelerle sivilleri vurarak doğrudan Ermenistan topraklarına müdahale yapılmasını sağlamak ve Rusya’yı oyuna katmak. Bu bağlamda da sivil yerleşim yerlerine attığı füzelerle kadınları, çocukları katlederek resmen savaş suçu işledi. Gelen tepkileri görünce de mağdur edebiyatı yaptı. Hem de hiç utanmadan, sıkılmadan. Ve son olarak eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan ile yaptığı tartışmasından da anladık ki Paşinyan aslında “misket bombası, termobarik, yüksek patlayıcı parçalanmalı ve birçok farklı konvansiyonel savaş başlığı” bulunan Rus yapımı İskender füzelerini de kullanmak istemiş. Yani niyeti alçaklık ve kalleşlik boyutunu daha tırmandırmakmış. Fakat dediğine göre, İskender füzeleri yüzde 10 isabetliymiş, bazen patlayıp, bazen de patlamıyormuş, o nedenle de işine yaramamış! Alçaklık gerçekliği dışındaki füzelerle ilgili teknik detaylar doğrudur, yanlıştır bu Ermenistan
45 yıllık gazetecilik hayatımda ne zaman yolum İzmir’e düşse, hep buralarda yaşamanın hayalini kuranlardan oldum...
Sonra bu da mesleki koşturmanın içinde ertelenen planlara katıldı.
Ama emeklilerin ‘ikinci bahar’ planlarında hep bir Ege sahil kasabasında uzun bahar yaz yaşamı vardır...
Daha önceleri Ege’nin tüm kıyı şeridi için yapılan bu planlar, son yıllarda İzmir ilçelerine yoğunlaştı...
Tabii insanın neden İzmir diye sorası geliyor?
Hem doğayla içiçe hem denize çok yakın hem de her türlü büyük şehir imkanı kısa mesafede olunca, İzmir’in güzelliklerinde yaşama imkanı bulunmaz nimet...
Çiğdemiyle, gevreğiyle, boyozuyla özgün dili özgün lezzetleri olan bu nadide kentte her şeyin adı da tadı da bambaşka ayrıcalıklar yaşatabiliyor insana...
CHP’nin son 11 yıllık Kılıçdaroğlu dönemine bakarsak, yüzde 25’lik oy oranına çakılı bir parti konumunda. Evet, son yerel seçimlerde bir başarı hikâyesi var, Türkiye genelinde yüzde 30’u yakaladı ama 2020 Ocak ayından itibaren yapılan tüm kamuoyu araştırmalarına göre tahminler çoğunlukla
yüzde 25 bandında ya da altında. Yani CHP’nin kendini yenileyen bir taban gücü bulamadığı çok açık. Özellikle de Doğu’da, Güneydoğu’da, Orta Anadolu’da ve kısmen Karadeniz’de. Buna CHP kurmaylarınca konulan teşhis ise malum:
“Kendimizi ifade edememişiz. Kendimizi anlatamamışız.”
Dolayısıyla, öncelikle düşük oy alınan ancak artırma potansiyeli olduğu değerlendirilen 24 ile dönük yeni bir strateji uygulamadaydı. Bu bağlamda da CHP’li milletvekilleri iki kez bu yerlere gitti. Şimdi ise sıra Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nda. O da gidiyor ve vatandaşa yekten “Neden CHP’ye oy vermiyorsunuz?” diye soracak. Beklenti “CHP’ye asla oy vermez” denilenlerin fikrini
İsrail ABD’nin stratejik partneri ve Ortadoğu’daki gerçek temsilcisi... Bir başka deyişle İsrail bir görüntü. İsrail demek ABD politikası demek. Tabii ki siyasetlere göre farklı yaklaşımlar, beyanlar olabilir ama ABD sistemiyle İsrail gücü her zaman bir bütünlük içinde hareket ediyorlar. Ama ön planda daha çok ABD görünüyor, İsrail’in pek fazla sesi çıkmıyor. Dolayısıyla buna İsrail her zaman işin içinde ve göbeğinde ama İsrail adına zaten büyük güçler hareket ediyor ve İsrail politikaları daima gerçek gündemi şekillendirirken, faaliyet yürütürken, onlar suskun kalmayı ve isimlerini ortaya çıkarmayı pek arzu etmiyorlar da denilebilir. Örneğin terör örgütü PKK ve türevleriyle olan ilişkileri, onları nasıl kullandıkları gibi. Çünkü ABD daha önceleri gizliden yürüttüğü bu kirli ilişkiyi artık aleniyete döndürmüş durumda İsrail ise hala daha “derin” bir görüntü çabası içinde. Hem de İ
ABD’nin hiçbir zaman Türkiye’nin müttefiki ve stratejik ortağı olmadığı gerçeği Gara’daki tavrıyla bir kez daha ortaya çıktı.
Evet, ABD, PKK’lıların katlettiği şehitlerimiz için yaptığı “Eğer PKK yaptıysa kınıyoruz” şeklindeki küstah taziye mesajından daha sonra geri adım attı ve “PKK sorumludur” dedi ama bunun da inandırıcılığı yok. Çünkü gerçekten öyle düşünüyorsa bu katillerle ilişkisini, bağını kesmesi ve Türkiye’nin teröristlerle mücadelesini desteklemesi gerekir. Ama ABD ne yapıyor? Aksine, terörü, teröristleri koruyup, kolluyor, silahlandırıyor. Dolayısıyla, çok tartışılan Gara Harekâtı ya da Kurtarma Operasyonu’nu sorgularken ABD’nin bölgedeki görünen, görünmeyen varlığını da dikkate almak kritik önemde. Özellikle de CIA-MOSSAD tarafından teröristlere uçurulan istihbaratlar ve Pentagon’un sivillerden, komandolardan oluşturduğu özel birlikler, yani taşeron firmaların Suriye’de, Irak’ta teröristlerle
Şimdilerde istifalar, olası istifa söylentileri, karşılıklı vefa-vefasızlık suçlamalarıyla çok konuşulan, tartışılan CHP, tam 26 yıl önce bugün (18 Şubat 1995) merkez solda birlik adına SHP ile bütünleşmişti. O güne dönük atılan başlıklar ve yapılan yorumlar da “Nihayet birleştiler” şeklindeydi. Çünkü çatının adı ve delege hesapları üzerine süren tartışmalara rağmen kucaklaşma yaşanmıştı. Tabii kişisel siyasi fedakârlıklarla. Çeyrek asır öncesine dönelim:
27 Mart 1994 yerel seçimlerine üç parça halinde giren merkez sol partilerin toplam oy oranları 1989’a göre 11 puan geriledi. Bir önceki yerel seçimin galibi olan SHP de çok büyük oy düşüşüyle elinde bulundurduğu büyük şehirleri kaybetti. Bunun üzerine sol partilerin birleşmesi gündeme geldi ama DSP buna yanaşmadı. 6 Kasım 1994’te SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal tarafından “Birleşme Protokolü” imzalandı ve “Bütünleşme
Türk Silahlı Kuvvetleri terör örgütü PKK’nın Kandil ve Sincar’dan sonra en kritik kamplarının bulunduğu Kuzey Irak’taki Gara bölgesinde son derece özel ve kritik bir harekat gerçekleştirdi. Hem de coğrafya ve iklim şartlarından kaynaklanan çok zorlu koşullara rağmen. Yani terörü, teröristi kaynağında yok etme kararlılığındaki Silahlı Kuvvetler buna dönük imkân ve kabiliyetini bir kez daha ortaya koydu. Silahı, teçhizatı, malzemesiyle... Çünkü kışın gelmesiyle birlikte PKK’lılar mağaralarına çekilir saldırmak için hava şartlarının uygun olacağı baharı beklerlerdi. Evet geçmişte de kış şartlarında gerçekleştirilen operasyonlar var ama son dönemde özelikle teknolojinin gelişimi ve mükemmel kullanımıyla Silahlı Kuvvetler her hal ve şartta teröristlerin tepelerinde...Dahası yerleri bulunamaz, hele de kendileri açısından karargâh olarak gördükleri yerlerde onlara kimse erişemez diye gizemli havaya sokulan bir çok teröristi MİT buldu, sonrasında da İHA ve SİHA’larla teknik