Teröristbaşlarından Duran Kalkan’ın koruması Mazlum Jir Agiri kod adlı Emrah Adıgüzel ile Sarina Diljin kod adlı terörist Pervin Arslan’ın Kuzey Irak’ta paketlenmesi MİT’in, PKK’nın iliklerine kadar sızdığını ve bölgede ne denli etkili olduğunu, çok net ortaya koydu. Çünkü bu operasyon “derin” dünyaya göre; prestiji yüksek bir istihbarat başarısı...Teröristlerin kendilerini güvende hissettikleri alanlara sızıyorsunuz, orada bir operasyon yapıyorsunuz, sonra da beraberinizdeki “paketlerle” Türkiye’ye geliyorsunuz. Üstelik de sadece terör örgütü PKK’yı değil, bölgede cirit atan teröristlerin hamisi CIA ve MOSSAD’ı, MI6’yı da atlatarak. Yani öyle gizli, seri hareket ediyorsunuz ki hiç kimsenin haberi olmuyor. Dolayısıyla hem bu operasyon hem de hız kesmeden devam eden nokta vuruşlardaki hedef tespitleri, tarifleri Türkiye’nin istihbarat olarak çok önemli bir yerde olduğunu gösteriyor. Tabii bu da teröristbaşları Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan başta olmak üzere hedefteki diğer teröristlere olduğu kadar, bugüne dek ve hala onları koruyup kollayan ülkelere de mesaj anlamına geliyor. Özellikle de Amerika ve Avrupa’daki terör örgütü PKK sevdalılarına. Çünkü evet kesintisiz devam eden operasyonlarla başını ininden çıkaran terörist yok ediliyor, dağlar temizlendi, temizleniyor ama diğer yandan da PKK Avrupa’da palazlanıyor. Yani bozulması gereken daha başka oyunlar da var. Nasılını geçmişte kritik görevlerde bulunan eski istihbaratçı Metin Ersöz anlatıyor:
“Kuzey Irak’ta sahadakileri temizliyoruz etkisiz hale getiriyoruz ama PKK’nın ideologları Ortadoğu’da değil ABD ve Avrupa’da. Bunlarda zaten bilinen insanlar… Onların da şu anki öncelikli amacı Suriye’de bir devlet oluşturmak özellikle Kobani dedikleri bölgede. Şimdi ABD’deki bir sürü vakıf, Pentagon olsun hep birlikte oradaki PKK ideolojisini kabul etmiş Kürtlere finansal destek veriyorlar. Yardım kuruluşları organizasyonlar yapıyorlar, sosyal alt yapı çalışmaları var kültürel birliktelikler kurmaya çalışıyorlar. Ve tamamen kafalarında oluşturdukları o yeni yapıya yönelik bir destek ve algı çalışmaları var. Bu ABD başta olmak üzere bütün Avrupa’da devam ediyor.”
Nasıl yani?
“Mesela ABD’den bir vakıf veya grup Kobani’ye bir gezi düzenliyor. Yardımlarıyla birlikte gidiyorlar, orada eğitim çalışmaları yapıyorlar. Çektikleri görüntülerde de kadınların silahlı birliklerde nasıl özgür bir birey olduğunu, sözde kadına değer verme adına vurgulayarak, eşitlik algısı yaratıyorlar. Sonra da bu görüntüleri, dokümanları New York’taki toplantılarda gösteriyorlar. Silahlı kadınların maceralarını anlatıyorlar propaganda amaçlı. Bu şekilde de hem ABD toplumunun desteğini alma anlamında hem de orada yaşayan Kürtleri veya etnik grupları, Rum ya da Yahudi lobilerini bu davanın içine çekmeye çalışıyorlar, çekiyorlar daha doğrusu.”
Başta Fransa, Almanya, İsveç olmak üzere AB ülkelerinin de Türkiye’nin birlik, beraberlik içeren toplum sözleşmesine aykırı faaliyet gösteren kişi, kurum, örgüt cemaat ve yapıları desteklediğini onlara fonlarla finans sağladığını belirten Ersöz, devam ediyor:
“AB’nin genel politikalarına baktığınızda Türkiye’yi kendilerine ideolojik tehdit olarak gördüklerini biliyoruz. Dolayısıyla parçalamaya yönelik Kürtlere ve aşırı sol faaliyetlere, hem de dinci gruplara fonlarla finans destekleri var. Yani Avrupa’daki bu tür organizasyonlara bakıyorsunuz finanse ettiklerinin her birinin Türkiye’ye yönelik ayrı ayrı talepleri var ve bu talepler bizim toplum sözleşmemize aykırı. Mesela “Avrupa’da Türk kardeşlik derneği kurdum, Türkiye ile ilişkileri geliştirmek istiyorum’ deyip başvursanız kimse bir kuruş para vermez ama ‘Türkiye’de Kürt haklarını savunma derneğini kurdum’ dediğiniz zaman bütün belediyelerden, AB fonlarından alırsınız, yararlanırsınız. Bu da insanları en azından maddi çıkar sağlamak amacıyla o tür çalışmalara yönlendiriyor. Bir de ikinci, üçüncü nesil dediğimiz Avrupa’da ve ABD’de yetişen Kürt kökenliler planlı bir faaliyet kapsamında STK’ların, vakıfların yönlendirmeleriyle Türk düşmanı yapılıyor. Böyle bir algıyla yetişmeye başladılar çünkü büyük çoğunluğu oradaki onu besleyen kurumsal yapının ideolojisini benimsiyor. Yani bizi biz yapan yanlarımızı bozmaya çalışıyorlar.”
Ne yapılması gerekiyor bu durumda?
“Öncelikle bizi biz yapan unsurları toplum sözleşmemizi çok iyi anlamamız lazım. Özellikle de bazı politikacılarımızın...
Evet sahada taktik olarak başarılar sağlıyoruz ama stratejik olarak tehdit devam ediyor. Ama esas tehdit de bizim bunun farkında olup da yeterince dillendirmememiz. Onlar yapacaklar, yapıyorlar tarihte de yaptılar olacak ama esas tehdit bizim bunu algılayamayıp tekrar aynı hatalara düşmemek için gerekli propaganda faaliyetlerini yeterince yapmıyor olmamız. Diplomatlarımızın bunu sorgulaması lazım ama sadece raporlarla yetiniliyor. Oysa artık rapor tutma aşamasını geçip tepki boyutuna gelmek lazım. Yani kendimizi ifade edemiyor olmamız büyük bir stratejik tehdit aslında...”