Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmesi ya da gönderilmesi artık siyaseten çok makbul ve çekici konulardan biri oldu. Evet bu durum daha önceleri de dillendiriliyordu ama ülkede yaşanan ekonomik gelişmeler, güvenlik, sosyal-demografik sıkıntılar, özellikle de seçimlere dönük oy hesapları nedeniyle popülaritesi daha da arttı. Başta CHP lideri Kılıçdaroğlu olmak üzere muhalefet partileri bu noktadan sıklıkla iktidarı vuruyorlar, bu konudan kolay kolay vazgeçmeyecekleri de açık ve net. Dolayısıyla artık iktidar kanadı da Suriyelilere dönüş sinyali veriyor. Yani siyasette herkes göndereceğiz modunda, sadece yol, yöntem, tarz konusunda farklılıklar söz konusu. Çünkü ülkedeki göçmen sayısı, yoğunluğunun toplum üzerinde ağır bir yükü varsa, devlet bu yükü hissediyorsa, konu devletin hazmetme kapasitesini zorlayacak boyuta gelmişse bunun oy kaybettirme ve kazandırma olasılığı yüksek. O nedenle de bunun bir siyasal hesaplaşma alanı olması gayet anlaşılabilir bir durum. Bu bağlamda ülkedeki 4 milyon
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’n çıkışı ya da DP Genel Başkanı Genel Başkanı Gültekin Uysal’ın sözleri nedeniyle 6’lı masanın 5 veya 4 ayaklı hale gelme olasılığı tartışılırken, şimdi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz turuyla lokomotif CHP’de buhar sıkışması oldu. Dolayısıyla, siyaset dünyasında herkes makinistin, yani CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun olası tavrını merak ediyor ve sorguluyor. Özellikle de kazandaki genleşmeye nasıl çözüm bulacağını. Çünkü her ne kadar CHP kurmayları İmamoğlu’nun bu gezisini kendilerinin bilgisi dâhilinde gerçekleşen bir bayram gezisi havasına sokmaya çalışsa da bunun adaylık çıkışı olduğu açık. İmamoğlu’na bu gezide eşlik eden gazeteciler de yorumlarında bunu çok net ortaya koydular zaten. Ki bu konuda CHP içinden gelen sesler de farklı değil. Onlar da İmamoğlu’nun bu çıkışını böyle değerlendiriyor ve olası sonuçlarını merak edip konuşuyorlar. Yani uzunca bir süredir görüldüğü
Ukrayna rüyası kâbusa dönen Putin’i en çok öfkelendiren nokta istihbarat anlamında duvara toslamak olmalı. Çünkü Sovyet gizli servisi KGB’nin eski bir ajanı olan Putin’in şimdilerde emrindeki Rus istihbarat birimleri süreci yönetemedi. Daha doğrusu, ABD gizli servisi CIA ve İngiliz gizli servisi MI6 karşısında çuvalladı. Mesela Putin, Ukrayna’nın direnme kararlılığı, imkân ve kabiliyetinden bihaberken, Rusya’nın nereden saldıracağı, hangi bölgelerden ve askerle gireceği, ilk hedefin nereler olacağına ilişkin günler öncesinden CIA’nın ayrıntılı raporları yayımlandı. Moskova’nın saldırı planı da genel hatlarıyla önceden duyurulan bu plana göre gerçekleşti. İngiliz Genelkurmay Başkanlığı İstihbaratı da saat saat, sahaya ilişkin bilgi, harita paylaştı. Gerek askeri gerek siyasi açıdan CIA ve MI6 Kremlin’in beynini okudular yani. Hâlâ da öyle. Dolayısıyla, bugün Ukrayra’nın dünyanın en güçlü ordularından denilen Rusya karşısındaki başarısından söz ediliyorsa bunda başta CIA ve MI6
Bugün son 2 yıldır kâbus yaşatan Korona pandemisi öncesindeki gibi maskesiz, yasaksız bir bayram. Dolayısıyla Korona yasakları gerekçesiyle özlem duyulduğu söylenen büyüklerle buluşma, el öpme, kucaklaşma ve sarılmalara engel yok ama görüntü ondan ziyade yine daha çok sahil kasabalarında geçirilen tatil havasında. Bu arada herkes gibi siyaset de bayram tatilinde. Elbette bu siyasi temaslar, söylemler değil son dönemde siyaset dünyasında pik yapan kaba dil ve sert üslup anlamında. Yani kavga ortamına kısa bir ara söz konusu, sonrasında ise maalesef yine devam ve ivmenin yükseleceği de kesin. Niyesi malum; Liderler sert, kaba söz kullanımını bir siyaset malzemesi haline getirdiler. Hem iktidar hem muhalefet açısından. Herkes kendi taraftarını tatmin edebilmek için her seferinde dozajını artırarak kaba söz kullanıyor. Kendi politika ve projelerini anlatmak yerine rakibini “sözle döverek” tabanına mesaj göndermekle yetiniyor. Ancak bunun artık eskisi gibi prim getirmediğinin farkında değiller. Çevrelerindekiler bunu
Gün geçtikçe önemi daha da artan istihbarat genellikle sadece dar kapsamlı güvenlik yaklaşımları içerisinde değerlendirilir. Casuslar arası savaş, operasyonlar ve terör, yıkıcı faaliyetlere karşı güvenlik eksenli bakışla, bir Hollywood filminin görüntüsü içerisinde meselelere yaklaşılır. Halbuki istihbarat, yani devlet istihbaratı esasında o devletin, o toplumun temel güvenliğinin korunması ekonomiden sağlığa, iç politikadan dış politikaya kadar, ondan sonra sosyal hayattaki ortaya çıkan risklere kadar her alanı ilgilendiren, her alandaki zafiyetleri önceden haber alarak, değerlendirerek politikacıya politika üretiminde yardımcı olan vazgeçilmez bir unsurdur. Ama günümüzde bu işlev her ülke için çok farklı, hatta küresel güçler açısından istihbarat teşkilatları daha çok manipülatif ve provokasyon odaklı faaliyetleriyle ön planda. Bu bağlamda da terör örgütleri başta olmak üzere her türlü yasa dışı yapıyla ilişkileri var ve onları bu kirli oyunlarında taşeron olarak
ABD Başkanı Biden’ın 1915 olaylarıyla ilgili açıklamasında bir kez daha “soykırım” ifadesini kullanması bunun gerçeklik değil bir siyasi algı operasyonu ve kararı olduğunun itirafı aslında. Çünkü aynı Biden daha iki hafta önce Rusya’nın Ukrayna’da yaptıklarını da “soykırım” olarak tanımlarken ne dedi? “Bu olayları uluslararası açıdan da benim gördüğüm gibi olup olmadığına hukukçular karar verecek.” Yani bu yaftalama benim ya da bir başka ülke devlet başkanının, siyasetçinin lafıyla değil, ancak hukukçuların vereceği bir kararla olabilir. Dolayısıyla, Ermenilerle olan tarihi bilmeden ya da bilmesine rağmen sadece asılsız iddialarla gaza gelen veya belli hesaplar çerçevesinde 1915 olayları için soykırım saçmalığında ısrar eden Biden’ın en azından BM’nin 1948 tarihli sözleşmesinden haberdar olduğu açık. Zira orada da diyor ki:
Bir olayın soykırım olup olmadığını veya kimin bundan sorumlu olduğunu tayin edecek olan ya o olayın cereyan ettiği ülkelerin mahkemeleri veya yetkili kılınmış
Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmesi ya da gönderilmesi artık siyaseten çok makbul ve çekici konulardan biri oldu. Evet bu durum daha önceleri de dillendiriliyordu ama ülkede yaşanan ekonomik gelişmeler, gettolaşmalardan kaynaklanan sosyal sıkıntılar, olası riskler, özellikle de seçimlere dönük oy hesapları nedeniyle popülaritesi daha da arttı. Başta CHP lideri Kılıçdaroğlu olmak üzere muhalefet partileri bu noktadan sıklıkla iktidarı vuruyorlar, bu konudan kolay kolay vazgeçmeyecekleri de açık ve net. Dolayısıyla artık iktidar kanadı da Suriyelilere dönüş sinyali veriyor. Yani siyasette herkes göndereceğiz modunda, sadece yol, yöntem, tarz konusunda farklılıklar söz konusu. Mesela Kılıçdaroğlu,”Ben gideceğim Esad’la el sıkışacağım, davul-zurnayla yollayacağım” iddiasında. Hatta bu anlamda hem CHP hem de başka partilerden yoklama temasları dahi oluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “Gönüllü ve onurlu geri dönüşleri için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz” diyor. Bu konuda daha önce
TSK’nın gerçekleştirdiği ve yeni halkası başarıyla devam eden “Pençe” serisi harekâtları sadece bölücü terör örgütü PKK’nın Kuzey Irak’taki terör yuvalarına dönük askeri bir hamle ya da vurulan darbe olarak görmek eksik kalır. Çünkü bu jeostratejik hedefi ve jeopolitik önemi olan ve belirli plan dâhilinde yürütülen çok kapsamlı tarihi bir duruş. Şöyle ki Silahlı Kuvvetler son 35 yılda Kuzey Irak’a 20’ye yakın küçük, orta veya büyük çaplı sınır ötesi operasyon yaptı. Ama hepsinde de belirli bir süre sonra arama tarama, temizlik faaliyeti bitirilip geri dönülüyor, sonrasında da teröristler o bölgeyi tekrar işgal ediyordu. Şimdilerde ise tek tek inlerine girip yapılan terörist temizliğiyle birlikte kontrol altına alınan yerlerde üs bölgeleri oluşturuluyor ve Silahlı Kuvvetler unsurları oralarda konuşlandırılıyor. Yani artık kalıcı olunuyor. Böylece de PKK’nın alan hâkimiyeti daraltılıyor, varlığı engelleniyor.