ABD Başkanı Biden’ın 1915 olaylarıyla ilgili açıklamasında bir kez daha “soykırım” ifadesini kullanması bunun gerçeklik değil bir siyasi algı operasyonu ve kararı olduğunun itirafı aslında. Çünkü aynı Biden daha iki hafta önce Rusya’nın Ukrayna’da yaptıklarını da “soykırım” olarak tanımlarken ne dedi? “Bu olayları uluslararası açıdan da benim gördüğüm gibi olup olmadığına hukukçular karar verecek.” Yani bu yaftalama benim ya da bir başka ülke devlet başkanının, siyasetçinin lafıyla değil, ancak hukukçuların vereceği bir kararla olabilir. Dolayısıyla, Ermenilerle olan tarihi bilmeden ya da bilmesine rağmen sadece asılsız iddialarla gaza gelen veya belli hesaplar çerçevesinde 1915 olayları için soykırım saçmalığında ısrar eden Biden’ın en azından BM’nin 1948 tarihli sözleşmesinden haberdar olduğu açık. Zira orada da diyor ki:
Bir olayın soykırım olup olmadığını veya kimin bundan sorumlu olduğunu tayin edecek olan ya o olayın cereyan ettiği ülkelerin mahkemeleri veya yetkili kılınmış uluslararası mahkemeler yapabilir. Bu durumda Biden’a yöneltilmesi gereken asıl soru da şu:
Madem siz bunları söylüyorsunuz, hukukçular karar verir diyorsunuz da 1915 olaylarının soykırım olduğuna ABD Başkanı olarak nasıl hüküm verdiniz? Geçen sene nasıl böyle bir açıklama yaptınız? Bu yıl da aynı safsata, saçmalık da ısrar ediyorsunuz?
Hem de Türkiye 1915 olaylarının “soykırım” olarak nitelenmesinin asılsız olduğunu hukuki ve tarihi olarak belgeleriyle tüm dünyaya defalarca ispat etmesine rağmen... Tabii aynısı 1915 olaylarını soykırım olarak tanımlayan, hatta bu tarihi çarpıtmada ABD ile yarışan Fransa Cumhurbaşkanı Macron için de geçerli. Malum, o da “Putin Ukrayna’da soykırım yapıyor mu?” diye sorulduğunda, “Soykırım sözcüğü politikacılar tarafından değil, hukukçular tarafından nitelenmelidir” yanıtını verdi. Hatta hiç utanmadan bir de “soykırım” gibi tanımlamaların dikkatli kullanılması gerektiği şeklinde uyarısı dahi oldu. Açıkçası, adına çifte standart, ikiyüzlülük ne derseniz deyin hepsine fazlasıyla uyan bir durum söz konusu. Niyesi de sürpriz değil, bildik şeyler. Şöyle ki:
Tarihi gerçekleri görmek, duymak istemiyorlar. Yoksa samimi olarak tarihi doğru okumak isteselerdi “derin” belge-bilgiler değil, ABD’deki herhangi bir kitabevinin raflarındaki Ermenistan’ın ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 yılında Bükreş’te “Taşnak Partisi” toplantısına sunduğu raporun detaylarını içeren “Taşnak Partisi’nin yapacağı bir şey yok” isimli kitap bile yeterli olabilirdi. Yani sadece onu okusalardı, tam anlamıyla bir itirafname niteliğindeki kitapta ilk Ermeni Başbakanı’nın anlattıklarından Ermeni köylülerinin bizzat Ermeni hükümetinin inanılmaz baskı ve zorbalığı altında yaşadıklarını belgeleriyle göreceklerdi. Mesela Taşnak Hükümeti Komiseri V. Agamyan’ın kadınları, kız çocuklarını çırılçıplak soyup dövdükleri, saatlerce suyun içinde tuttukları, geceleyin de genç kadınların ve kızların ırzına geçtiği gerçeğiyle yüzleşeceklerdi. Yine Ermeni Sovyet tarihçisi A.A. Lalayan’ın ilki 1936 yılında Revolyutsionnıy Vostok dergisinde, daha sonra da 1938 yılında SSCB Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü’nün yayın organı Istroriçeskie Zapiski dergisinde yayımlanan, bir Taşnak subayının 1920 yılında Beyazıt-Vaaram bölgesinden yazdığı tüyler ürpertici şu raporu okuyacaklardı:
“Basar-Geçar’daki Türk nüfusu ayırt etmeden imha ettim. Bazen kurşunlara yazık olmasın dersin ya. Bu köpeklere karşı en etkili yol, çarpışmadan sonra sağ kalanları toplayıp kuyuların içine tıkmak ve bir daha dünyada bulunmamaları için yukarıdan ağır kayalarla ezmek. Ben de öyle yaptım. Bütün erkekleri, kadınları ve çocukları topladım, benim tarafımdan atıldıkları kuyuların içinde kayalarla ezerek hepsinin hayatına son verdim.”
Yani herkesin, hepsinin elinde yeterli bilgi, belge var. İyi niyeti olan, merak eden bunları karşılaştırır, gerçekte ne olduğuna karar verebilir. Ama yapmıyorlar, yapmayacaklar da. Çünkü bu mesele bilerek bir noktaya taşındı. Diplomatlarımızı şehit eden terör örgütü ASALA’nın, ardından bölücü terör örgütü PKK’nın ortaya çıkarılması, şimdi de türevi YPG/PKK’nın desteklenmesi neyse soykırım iddiaları da benzer amaçlı farklı yöntemler kullanılarak Türkiye üzerinde bir dizayn mekanizması planının birbirini izleyen parçaları...
Dolayısıyla, bu soykırım tanıma saçmalığına karşı sadece kınama açıklamalarıyla tepki vermenin yeterli olmadığını savunanlar da var ve şöyle diyorlar:
“Diplomasinin gereği elbette kınama açıklamaları yapılacak. O ayrı ama buna misliyle de karşılık vermek gerekir. Nedir? ABD Kızılderili katliamları, Kızılderili Tehciri (geleneksel topraklarından apayrı başka topraklara zorunlu göç) yaptı. Fransa 1.5 milyon Cezayirliyi katletti. Bunların hepsi de belgeli soykırım. Mesela TBMM o günleri yasal soykırım olarak kabul etsin, o günlerde resmi anma yapsın. Nasıl olsa ABD ve Fransa’nın ne Ermeni soykırım konusundaki tavırlarından da ne de bölücü terör örgütü PKK/YPG sevdalarından vazgeçeceği falan da yok.”
Özetle, işkence ve katliamları kimin yaptığını gösteren belgeler tüm çıplaklığıyla ortada, üstüne çok da eklenecek bir şey yok. Bunu konuşmak bile abesle iştigal etmek aslında. Bugün aklı başında Ermeniler de bunu görüyor ve söylüyorlar da zaten. O nedenle de soykırım konusunda ABD, Fransa ve o kafadakilere onların anladığı dilden yanıt vermek gerekiyor.