Yılbaşı tatiline giren Meclis’te birkaç istisna dışında yumruksuz, kavgasız, küfürsüz bir oturum gerçekleşmiyor. Çünkü siyasetçi, tahammülsüz, eleştiriye gelmiyor, çok çabuk coşkuya kapılıyor ve aklından çok duygularını, ön yargılarını kullanıyor. Buna bir de “lidere tam biat” ve kendini gösterme eklenince pusula hepten şaşıyor. Dolayısıyla da görüşülen konu ne olursa olsun, iktidar ve muhalefet vekilleri arasında tansiyon hep dorukta. Kürsüdeki hatip konuşmaya çalışıyor, birbirlerinin yakalarına yapışan beyaz gömlekli, kravatlı koca koca adamlar, sokak kabadayılarını kıskandıran bir jargonla racon kesiyor. Sonra da yumruklar konuşuyor. Bunun son örneklerine de 2018 yılı bütçe görüşmelerinde tanık olduk. Günlerce süren oturumlarda gündem yeni yıla dönük yatırımlar, üretim ve istihdam politikaları, ülkenin gelir-gider dengesi olmasına rağmen bunlardan daha çok partisel ve kişisel çekişmeler ön plana çıktı. Yani vekiller seçim bölgelerinin, halkın ihtiyaçlarından ziyade liderleri ve partilerinin çıkarlarına odaklandı. Böyle olunca da birbirlerinin üstüne yürüdüler, kürsü önünde meydan kavgaları yaptılar. Öyle ki en sakin vekiller bile gaza geldi. Belgeler, kitaplar yırtıldı,
Trump’ın İsrail’deki büyükelçi-liğini Kudüs’e taşıma kararı kendi koltuğunu kurtarmak adına atılmış bir adımdı. Ancak beklediği gibi bir sonuç vermedi ve Trump attığı adıma karşı aldığı İstanbul, BM darbeleriyle prestijini daha da kaybetti. Ve artık koltuk kadar ABD başkanlık karizması da sallantıda. Dolayısıyla da her an yeni hamle ya da çılgınlıklar söz konusu olabilir. Nitekim BM kararından sonra Trump ve partneri İsrail’den gelen tepkiler de bu yönde. Dün bu durumu ve olası gelişmeleri MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş ile konuştum. Öncelikle tespiti şuydu:
“Suudi Arabistan, Mısır kamuoylarında ve İslam dünyasında ortaya çıkacak tepkileri tolere edebilmek için uyum sağladılar ama bu Ortadoğu’daki ayrışmayı değiştiren bir olay değil. ABD, Suudi Arabistan, Körfez emirlikleri, Mısır’la birlikte ortaya çıkan ayrışma çizgisi kesinleşecektir. Eğer Trump ve Trump sonrası ABD yönetimleri bu kararda ısrar ederlerse Ortadoğu için yeni çatışmalar ve kavgaları beklemek gerekir. Türkiye için de esas risk burada.”
Yeni bir savaş kapıda o zaman?
“Sıcak çatışmalar kapıda çünkü Suriye’nin yeni siyasetinin, sürecinin şekillendirilmesi, Irak’taki gelişmeler, Kürt meselesindeki gelişmeler ve
Esad’ın uzun süre ittifak içinde olduğu terör örgütü PYD/PKK’yı hedef alan sözleri Suriye’de bir şeylerin değiştiğini, değişeceğini gösteriyor. Özellikle de çözümde federasyon formülüne odaklanan ABD açısından. Çünkü Esad’ın çıkışı buna karşı ve PYD’yle savaşırım tonunda. Tabii ne kadar samimi olduğuyla bağlantılı olarak. Dün bu durumu 2015’te Suriyeye giden Vatan Partisi heyetinde bulunan Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin’e sordum. Öncelikle de Esad’ın, PYD/PKK için sarf ettiği vatan hainleri sözlerinin ne anlama geldiğini. Yanıtı şuydu:
“PYD ile savaşacağını, yani PYD ile federasyon yapmayacağını gösteriyor. Bunları Rusya başbakan yardımcısıyla yaptığı görüşmeden sonra açıklayarak da Rusya’nın desteğini arkasına aldığını dünyaya duyuruyor. Zaten federasyon istemediklerini 2015’teki görüşmemizde bize de söylemişti. Bugüne kadarki görüşülebilir açıklamaları tamamen gaz almak amaçlıydı. Ama değişen ortamda Esad PYD ile savaşmayı göze alıyor çünkü karşısında çok fazla güç kalmadı, PYD var bir tek şu anda.”
PYD ile yakın ilişki içerisindeydiler ama?
Onlar taktik ilişkilerdi. Hatta Esad diğer muhaliflerle savaşabilmek için o bölgeden güçlerini
FETÖ odaklı iddiaların başında örgütün ABD, İsrail ve AB ile derin ilişkileri var. Ki bunlar ‘FETÖ Çatı İddianamesi’nde ülke ve istihbarat örgütlerinin isimleri verilerek açıkça ifade edilmiş durumda. O nedenle İstanbul’daki ABD Başkonsolosluk görevlisinin ya da Zarrab davasında savcılık lehine tanıklık yapan eski polisin firari FETÖ’cü olması sürpriz değil. Tabii Fetullah Gülen’in iadesi taleplerine yanıt verilmemesi ya da ABD, İngiliz, Alman gizli servisleri yetkililerinden peş peşe gelen FETÖ’ye arka çıkan açıklamalar da... Yani artık gizli değil “aleni” bir ilişki söz konusu. Örneğin ‘FETÖ yazılır ABD/AB okunur” diyen Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski Başsavcısı emekli albay Ahmet Zeki Üçok bu ilişkiyi şöyle tanımlıyor:
“FETÖ, ABD ve AB ülkeleri istihbarat örgütlerinin kontrolünde gelişip büyütülen bir örgüt. Dünyanın her yerinden topladığı bilgileri CIA, MOSSAD ile Alman ve İngiliz istihbaratına aktaran bir yapı bu. Ve artık gizli de değil, çok rahatlıkla görünüyor. Gülen ve örgütünün ABD’nin emrinde olduğu, CIA tarafından kullanıldığı çok açık. Mesela CIA ajanları, öğretmen gibi değişik ülkelerdeki Gülen okulları üzerinden devletlere sızmakta ve istihbari bilgi toplamaktadır.”
Fırat Kalkanı harekâtı, ABD destekli YPG/PKK’nın terör koridoru hayalini engellemek ve güvenli bir bölge oluşturmak adına çok stratejik bir hamleydi. Bugün Cerablus ve El Bab’daki huzur ortamı da bunun somut kanıtı... Ancak bu Kalkan’ın olması gereken bir de ikinci bacağı vardı. O da boşaltılan Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun eski yerine taşınması, dolayısıyla Menbiç’in de kontrol altına alınmasıydı. Ki böylece Fırat’ın batısı tamamen emniyete alınacak ve hâlâ var olan El Bab’ın güneyinden Afrin’le terör koridorunu birleştirme tehdidi hepten ortadan kalkacaktı. Ama bu, ABD’nin ikiyüzlülüğü nedeniyle olmadı, daha doğrusu ABD, terör örgütü YPG/PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde oluşturmak istediği koridorun önünü açabilmek için Türkiye’yi oyaladı, yanılttı. Aynen Türkiye’yi Şah Fırat Operasyonu’na zorlayan süreçte yaşananlar gibi. O nedenle de Başbakan’ın Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun eski yerine ya da Türkiye’nin Suriye’deki toprağına taşınacağına dönük son sözleri gecikmiş olsa da çok kritik yeni bir hamlenin habercisi. Tabii yine gecikmemek kaydıyla. Çünkü kirli tezgâhlar ve değişen dengeler nedeniyle şartlar zorlaşıyor. Örneğin, emekli tuğgeneral Dr. Naim
İstanbul’un ev sahipliği yaptığı olağanüstü İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’nden olağanüstü bir karar çıktı. Yani beklenenin aksi oldu ve Trump’ın Kudüs kararı Filistin konusunda İslam, Arap ülkeleri arasında ayrışma değil, bir birleşmeyi ortaya koydu. Dolayısıyla da iç politikadaki konumunu güçlendirmek ya da kendi koltuğunu kurtarmak adına BM kararlarına rağmen bir hamle yapan Trump, İstanbul Deklarasyonu’yla daha çok prestij kaybına uğradı. Bir başka deyişle Doğu Kudüs’ün resmen Filistin Devleti’nin başkenti olarak ilan edilmesi sadece uluslararası hukukun, BM kararının teyidi, tekrar kabulü olmadı, Trump’a ayar vermek, daha doğrusu darbe anlamına da geldi. O nedenle de bundan sonra gelecek hamleler çok önemli. Trump, “Hataymış, mesajı aldım” deyip kararından geri mi dönecek yoksa bölgede karışıklığın, kaosun artması için yeni fitiller mi ateşlenecek? Ya da Trump’ın oldubittilerine karşı safları sıklaştıran Arap ülkeleri aynı kararlılığı ABD ve İsrail’le yürüttükleri ikili ilişkilerde gösterebilecekler mi? Dünkü tarihi kararın hemen ardından bu soruları MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e yönelttim. Yanıtları şöyleydi:
Trump yanıldı mı?
Trump’ın aldığı karar ABD’nin,
Trump’un “Kudüs” kararına karşı Türkiye tepkisini çok net ortaya koydu. Hemde iktidarı, muhalefeti ve sokaktaki insanıyla tek vücut olarak. Bu konuda ortak tavır alınması amacıyla şu ana kadar da dünyanın tüm ülkeleriyle yoğun bir diplomasi trafiği yürüttü. Yani sadece yüksek perdeden sözlü tepkiyle yetinmeyip, somut adımlar atılması için elinden gelen çabayı gösterdi, gösteriyor. Dolayısıyla da bundan sonrasına ABD ve İsrail’e tepki gösteren tüm dünya ülkeleri adına samimiyet testi ya da sınavı denilebilir. Özellikle de bugüne dek Filistin davasının çözümünde samimi davranmayan ve aslında bu davayı savunur gibi görünüp kendi hesap ve kavgalarında kullanan Arap ülkeleri ve liderleri açısından...Çünkü şu an itibarıyla bir kaç cılız kınama dışında hiçbiri elini taşın altına koymuş değil. Bakalım Çarşamba günü İstanbul’daki İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’ne hangi düzeyde katılacaklar ve asıl sonrasında atılacak adımlarda Türkiye’nin ortak tavır çağrılarına kim nasıl yanıt verecek, ne adımlar atacaklar, hep birlikte göreceğiz...
Dün bu konuyu Kuveyt ve Irak’ta 2 yıla yakın görev yapan, Arapça bildiği için de bölgesel yazılı- görsel yayınları yakından takip eden emekli tuğgeneral
Trump’ın Kudüs hamlesi zaten çalkantılı haldeki bölgeyi hepten karıştırdı. Artık barış değil, savaş konuşuluyor. Hem de geniş kapsamlı ve uzun soluklu bir savaş. Dün sokağa yansıyanlar da bunun öncü atakları. Peki, bunlar bir anda gelişen bir çılgınlığın sonucu mu? Değil çünkü bu ABD’nin bölgede başlattığı vekâlet savaşlarıyla, yaptırtmak istediği olaylar ve siyasal şekillendirmelerle sistematik olarak gelişen bir süreç. Yani bugün sözü edilen bombanın pimi çoktan çekilmişti zaten...
“Artık bir din savaşlarının, bir medeniyet savaşının gelişeceğini görmek durumundayız” diyen MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, gelinen noktayı ve nedenlerini yorumluyor:
“Pimi çekilmiş bomba ABD’nin elindeydi, şimdi elini açtı ve ortaya koydu. Bu açışta da görebiliyoruz ki evet, bölgesel, küresel savaş var; bir paylaşım savaşı var ama burada esas koltuğu sallanan Trump’ın iç politikadaki konumunu güçlendirmek, hakkında yürütülmekte olan davalar, takibatlar konusunda Siyonist lobinin desteğini alabilmek için tamamen kişisel menfaate, hırsına dayanan bir durumla karşı karşıyayız. Çok riskli bir süreç.”
Neler olabilir kısa, orta vadede?
“Görülen, ortada tansiyon yüksek, çıkar, paylaşım savaşları en