Terörle müca-delede yeni strateji “taarruz” doğrultusunda TSK yurt içi ve dışında PKK’ya yönelik kesintisiz operasyon yapıyor. Bu kapsamda da sadece son bir yılda etkisiz hale getirilen PKK’lı sayısı 3 bini geçti ve binin üstünde sığınak-barınak imha edildi. Hedef, sınırdan 25 kilometre içerideki terör kampları ve Kandil. Yani tehdidi kaynağında yok etmek... Türkiye’nin bu kararlılığı karşısında PKK’nın hareket alanının daraldığını belirten Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin, TSK açısından gelinen durumu şöyle özetliyor:
Türkiye İHA’larla kamplardaki, mağaralardaki teröristleri görüyor ve vuruyor. Keşif kodlu F16’lar da 15-20 kilometre uzaktan hedefi görüp lazerle işaretliyor, diğer uçak da ona ateş ediyor. Yani havadan nokta atış imkânları var. Tabii sonucun bu kadar başarılı olmasının nedenlerinden biri de komando tugay sayısı 12’ye çıkarıldı. Ve komando tugayının muharip unsurları tamamen profesyonel asker, yani uzman çavuş, onbaşı ya da sözleşmeli er. Bunlar en az 4-5 senedir o işi yapan çocuklar. Jandarma’nın JÖH’leri de (özel harekât) var, onlar da profesyonel. Yine Polis Özel Harekât da sadece şehirde değil, dağlarda Silahlı
TSK’daki kripto FETÖ’cü-lerle ilgili son yazımızda Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski başsavcısı, emekli Albay Ahmet Zeki Üçok’un şu sözlerine yer vermiştik:
“358 generalimizin 171’i darbeye katıldı, geriye kaldı 187. Önce bu 187 general darbe gecesi neredeydi onları bir tespit edelim, ne yapmışlar bilelim. Sadece Ankara’da 172 tane atamalı general var. Bunlar Genelkurmay ile Deniz Kuvvetleri arasında el ele tutuşsalar darbeyi önlerlerdi.”
Bu sözlere dün emekli tümgeneral Ahmet Yavuz’dan yanıt geldi. O da Üçok’un söylediği gibi 15 Temmuz’da kimin ne yaptığının soruşturulmasından yanaydı ama herkesin potansiyel suçlu durumuna sokulmasına da karşıydı. Bu bağlamda da öncelikle şunu vurguladı:
“Halkın, Cumhurbaşkanı’nın, Meclis’te direnenlerin, medyanın, emniyet güçlerinin rolü çok büyük ama darbeyi ağırlıklı olarak önleyen Silahlı Kuvvetler’in içerisindeki vatanseverlerdir; bu açık ve net. İstanbul’da, Ankara’da olanlar belli. Koskoca Etimesgut’taki zırhlı tümenden tank çıkmıyor, bir tane çıkıyor, iki tane tank çıkamıyor yani. İçeride insanlar direniyorlar yoksa bu iş çok farklı istikametlere kayardı.”
Ankara’daki generallerin birkaçı dışında elinde birlik olmadığını, dolayısıyla
TSK’daki FETÖ temizliğinde binlerce asker ordudan atıldı, tutuklandı ama tehdit giderilmiş değil. Çünkü bunlar ByLock kullanıcısı ya da bir şekilde deşifre olanlar. Yani kripto FETÖ’cüler hala TSK’nın iliklerinde. Dolayısıyla da soruşturma daha hassas ve zorlu bir sürece girmiş durumda. Ancak bu noktada da eksik ya da yetersiz kalındığına dönük kuşkular söz konusu. Örneğin dün konuştuğum Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski Başsavcısı emekli Albay Ahmet Zeki Üçok,kripto FETÖ’cüleri çözmek için öncelikle darbe gecesine odaklanmak gerektiği görüşündeydi. Niyesi de şuydu:
“Darbe öncesi itibariyle bizim 358 generalimiz var bunların 171’i darbeye katıldı geriye kaldı 187. Önce bu 187 general darbe gecesi nerdeydi onları bir tespit edelim, aşağılara inmeden. Neredeler, ne yapıyorlar o gece ne yapmışlar bilelim. Sadece Ankara’da 172 tane atamalı general var. O gece bu 172 general nerdeydi? Bunlar Genelkurmay ile Deniz Kuvvetleri arasında elele tutuşsalar darbeyi önlerlerdi. Bir sürü insan sokaklara çıkıp tankların önüne yatarken bu ülkeyi koruma görevi olan askerler niye yok. Bunu tespit etmeden bunlardan nasıl emin olacağız.”
Yani?
“Darbe gecesi tavrın ne senin. Darbeye karşı geldin mi
Her 10 Kasım bizim için hüzündür, özlemdir. Çünkü hiç görmesek de O’nu hep hissettik ve sevdik. Anamızın, babamızın, elleri öpülesi öğretmen-lerimizin anlattıkları ve okuduklarımızla da ilkelerini şiar edindik. Dolayısıyla da saat 09.05’te sirenler çalıp ülkede bir dakikalığına hayat durduğunda her daim içimiz ürpermiş, gözlerimiz yaşarmıştır. Nitekim dün de öyle oldu. Başka coğrafyalarda göçen birçok liderin tarihin derinliklerine gömüldüğü dünyamızda 79 yıldır Ata’sını unutmayan milyonların saygısını, sevgisini, dahası, özlemini gördük ve yine hüzünlendik. Ancak bu kez mutluluk ve umut karışımı farkıyla. Zira Atatürk’ün ilkeleri doğrultusunda sıklaşan saflarda daha önce hiç görmediğimiz isimler de vardı. Tabii bu hâlâ O’nu anlamayan ya da anlamamakta direnenler olmadığı anlamına gelmiyor. Elbette ki var ama doğru yolun nihayet görüldüğü de çok açık ve net...
Türk Kızılayı ‘yıldız’ oldu
İnsani yardım konusunda dünyanın en cömerdi olan Türkiye BM’ye üye 200’e yakın ülkeden 150’sine dokunuyor, projeler yapıyor, kalkınma destekleri sağlıyor. Bunda da yardım organizasyonlarının lokomotifi konumundaki Türk Kızılayı’nın payı büyük. Çünkü zor zamanlarda zor bölgelere kimse yokken uzandı,
Bu ülke için canını veren ya da kolunu, bacağını, gözünü yitiren binlerce “kahraman” var. Tabii bir de onların aileleri. Çünkü şehit aileleri, oğullarıyla birlikte ölüyor ve canlı canlı mezara giriyor adeta. Gaziler ve onların ebeveynleri de daha önce aşina olmadıkları zorlu bir hayatın içinde buluyorlar kendilerini. Örneğin, bacakları protez olan bir gaziyi düşünün. Gece tuvalet ihtiyacı olduğunda protezlerini tek tek takıyor, ihtiyacını giderdikten sonra da aynı işlemi tekrar yapıp yatıyor. Ellerini kaybeden bir başka gazi ise çorbasını kâseyi bileklerinin arasına alarak, bardaktan su içer gibi içebiliyor. Ya da protez gözünü belirli bir süre kullandıktan sonra çıkarıp suda bekletmesi gereken bir başka gazi, çocuğu görmesin diye kendisini evde odaya kilitliyor...
Bunlar, insanın içini acıtan ve maddi olarak asla karşılığı bulunmayan Türkiye gerçekleri. Dolayısıyla da toplumu ayağa kaldıran, Ankara’nın göbeğindeki 2 Güneydoğu gazisi ve ailelerinin darp edilmesi sıradan adli bir vaka gibi geçiştirilecek türden değil. Nitekim gelişmeler de o yönde; üç bakanlık müdahil oldu, savcı da terör bağlantısı olup olmadığını soruşturuyor. Dahası, çok sayıda gazi de bireysel olarak
Herkes biliyor ki; her terör örgütünün arkasında mutlaka bir istihbarat servisi vardır, servis desteği olmadan o terör örgütü varlığını sürdüremez. Ya da her örgütün ardında bir ülkenin çıkarı vardır, dolayısıyla da onları koruyor, kolluyorlar. Örneğin:
ABD resmi terör örgütü listesinde olan PKK’nın Suriye kolu ya da kardeşi YPG/PYD’yi alenen destekliyor, yönlendiriyor. Tabii bunu PKK ile YPG/PYD farklı diye yutturmaya çalışarak. Hatta “PKK ile mücadelede Türkiye’nin yanındayız” da diyerek. Hadi inandık diyelim, o zaman da akla şu soru geliyor:
ABD karşıysa PKK’nın arkasında hangi ülke var ya da PKK kimin kontrolünde?
Soruya eski Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin yanıt veriyor:
“ABD’nin kontrolünde, CIA’nın kontrolünde. Tabii bunun dışında zaman zaman terör örgütünden faydalanmak isteyen gruplar da olabilir. Örneğin Türkiye’nin bölgedeki müdahalelerine göre İran, Irak, Suriye taktiksel amaçlı destek, verdi kullandı. PKK genel anlamda işine gelen herkes tarafından kullanılabilen bir örgüt ama ana kontrol kesinlikle ABD’lilerde.”
PKK’nın kontrolünde İsrail’in de önemli bir aktör olduğunu belirten Pekin, teröristlerin MOSSAD tarafından nasıl
Suriye ve Irak’ta yarı devletimsi bir yapı havasındaki DAEŞ kontrol altında tuttuğu toprakların neredeyse tamamını kaybetti, binlerce terörist de yok edildi. Ancak bu tüm dünyayı, insanlığı tehdit eden DAEŞ belasının sonlandığı anlamına gelmiyor. Çünkü o bölgelerdeki kalan savaşçılar geldikleri ülkelere geri döndü hem de daha radikalleşerek. Dahası, Irak veya Suriye’ye hiç gitmeyip sosyal medya üzerinden etkilenen ya da DAEŞ’e sempati duyan ve aynı radikal düşünceleri paylaşan kitleler, insanlar var. Bunların ortak özelliği de diğer savaşçılardan farklı olarak kışkırtıcı ve ucuz eylem türleriyle terörü küresel boyuta taşımak. Nitekim bunun örneklerini de son iki yılda Fransa/Nice, Almanya/Berlin, İsveç/Stockholm, İngiltere/Londra ve en son ABD/New York’ta gördük. TIR, kamyon, kamyonet gibi kiralık araçlarla kalabalığın arasına dalarak gerçekleştirilen benzer eylemlerde çok sayıda insan öldü, yaralandı. Son katliamı gerçekleştiren Özbek asıllı terörist de ifadesinde internetteki DAEŞ videolarından ilham aldığını açık açık söyledi. Yani askeri müdahaleler, bombalamalar savaş mekanizması DAEŞ’e yönelik bir çözüm ve gücünü zayıflatma gibi görülse de zihniyet olarak DAEŞ’i pek
Bağımsızlık inadıyla Kuzey Irak’ı ekonomik ve siyasi darboğaza sokan Barzani’nin yeni hayali kenara çekilerek tekrar güçlenmeye çalışmak. Yani siyasi nadas. Tabii bu taktiksel hamlesi de referandum gibi hüsranla sonuçlanmazsa. Çünkü yaptığı hataları nedeniyle kazanımlar açısından başa dönmüş durumda, dahası, ABD’nin artık gözden çıkardığı, dolayısıyla siyaseten bittiği gibi bir durum da söz konusu. Bu noktada ortaya çıkan ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir başka gelişme de Kuzey Irak’ta PKK/PYD’nin öne çıkma olasılığının artması. Yaşanan bu gelişmeleri MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’le konuştum. Öncelikle de Barzani’nin geleceğini. Yanıtı şuydu:
“Barzani’nin Kuzey Irak’ta bir geleneksel yapısı var, ayrıca IKDP’nin kuruluşu, federal yapıda bu noktaya gelişte öncülüğü ve katkıları söz konusu. O bakımdan siyaseten hayatının sonlandığını söylemek mümkün değil. Sadece siyaseten gerilemiştir ama bu öneminin ortadan kalktığı, tekrar siyasi hayata girmeyeceği anlamına gelmez.”
Ya ABD Barzani’yi gözden çıkardı iddiaları?
“Hayır, küresel güçlerin bölgede fiili varlığı olan hareketleri tamamen gözden çıkardığı gibi bir denklem ortaya çıkmaz. Her zaman için kullanacak zamanı