Afrin, terör örgütü PYD/YPG yani PKK’nın en güçlü olduğunu iddia ettiği yerlerdendi. Öyle ki harekât olasılığının konuşulduğu Kasım 2017’de Türkiye’nin askeri operasyon düzenlemesi durumunda IŞİD’in Kobani’de yaşadığı yenilginin aynısıyla karşılaşacağını belirterek, “Afrin mezarları olacak” gibisinden tehditler savuruyorlardı. Tabii ABD ve Rusya’nın arkasına sığınarak... Şu an itibarıyla ise durum ortada. ABD’ye rağmen teröristlerin tepesine binen TSK, dağları, köyleri tek tek temizliyor. Üç dört ay öncesinde atıp tutan PYD/YPG’liler de çocuk, kadın demeden sivilleri canlı kalkan olarak kullanıyor. Dahası, çocukları zorla silah altına alıyor, bölgeden gitmek isteyenlere de baskı, zulüm uyguluyor. Yani terör örgütü bu kez de temsilcisiyim dediği halkın arkasına sığınıyor. Dolayısıyla da BM verilerine göre Afrin’deki yaklaşık 350 bin civarında insan teröristlerce rehin alınmış durumda ve bölgeye insani yardım da engelleniyor. Dün bu konuyu Türk Kızılayı Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık’a sordum. Öncelikle söylediği şuydu:
“350 bin sivilin yaklaşık 150 bini buraya dışarıdan, özellikle Halep’ten göç etmiş iç mülteciler. Afrin’deki bu insanların güneye Halep’e doğru en kolay çıkış yolları
ABD’nin FETÖ aracılı-ğıyla TSK’yı kontrol altına alıp, etkisiz hale getirmek istediği herkesce malum. Yani FETÖ’nün son 15 yılda TSK’yı tamamen kendi amaçları doğrultusunda yönlendirecek güce erişmesinin sadece bir imamın üniforma sevdasından kaynaklanmadığı biliniyor. Dolayısıyla da TSK bu pislikten arındıkça ABD’nin kirli oyununa darbe vurulduğu, vurulacağı çok açık. Ki bunun en güzel kanıtı da 2016’ daki El Bab ve halen başarıyla süren Afrin harekatları. Çünkü her ikisi de ABD’ye rağmen gerçekleştirilen hamleler. Tabi bundan sonrası için öngörülen Menbiç ve Fırat’ın doğusuna yönelik planlar da. O nedenle FETÖ’nün 15 Temmuz’daki başarısız darbe girişimiyle ortaya çıkan ABD’nin bu tezgahı farkedilmeseydi neler yaşanabilirdi konusunu da irdelemekte yarar var. Özellikle de Hava Kuvvetleri’nin hem yönetim katının FETÖ’nün eline geçmesi hem de savaş uçaklarını uçuran pilotların önemli bir kısmının onlardan olması nedeniyle...Örneğin Afrin Harekatı yapılır mıydı veya yapılırsa da bugün gurur duyduğumuz vatansever pilotların yerine F-16’ların kokpitlerinde FETÖ’cü hainler otursaydı neler olurdu? Sorunun yanıtını Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski Başsavcısı emekli albay Ahmet Zeki Üçok ve
Türkiye, ısrarla terör örgütü PYD/YPG yani PKK’ya verilen silahların geri alınması için uyarıyor. Ve bunu ABD’yle yaşanan güven bunalımını aşma açısından samimiyet testi olarak görüyor. ABD ise Türkiye’nin bu hassasiyetini ya duymazdan geliyor ya da “Yakından takip ediyoruz” sözleriyle oyalama, yutturmaca taktiği uyguluyor. Aynen Rakka operasyonu gerekçesiyle PYD/YPG’ye verilen silahların detaylarını Türkiye ile paylaşma ve amacı dışında kullanılmaması için takip etme vaatlerinde olduğu gibi. Çünkü artık belli ki ABD’nin gerçek amacı terör örgütü DAEŞ’le mücadeleden ziyade bir başka terör örgütü PYD/YPG’yi bölgede kalıcı kılmak. Bir başka deyişle, kendisine göbekten bağlı ve gerektiğinde herkese karşı kullanabileceği bir terör devleti kurmak. Dolayısıyla da silahları toplamak gibi bir niyetinin olmadığı çok açık. Dahası, varsayalım böyle bir düşüncesi olsa dahi bunun nasıl gerçekleşeceği ve inandırıcılığı da soru işaretleriyle dolu. Hem Trump’ın tutarsızlığı hem de herkes elindekini yarın getirsin denildiğinde PYD/YPG’nin bunu takıp takmayacağı açısından. Çünkü zaten silahlar verilmiş, her türlü destek sağlanmış. Şimdi bu durumda silahlandırdığın gücü daha sonra nasıl kontrol
Görünür politikası bölgeyi DAEŞ’ten temizlemek olan ABD’nin gerçek niyeti, Ortadoğu’daki gücü İsrail’in yanı sıra kendisine göbekten bağlı bir PYD/YPG oluşumunu kalıcı hale getirmek. Yani bir terör devleti kurmak. Dolayısıyla da Türkiye’nin bu kirli oyunu bozma kararlılığından rahatsız. O nedenle de gerçek hedefini gizlemek amacıyla sürekli DAEŞ’e odaklanmak gerektiği mesajını veriyor. Dahası, hamiliğini yaptığı ve terör devleti için zemin hazırladığı PYD/YPG’ye yönelik Afrin’deki harekâtın DAEŞ’i canlandırabileceğine dönük sütre gerisinden alçak, kirli bir algı operasyonu yürütüyor. Açıkçası, PYD/YPG’yi korumak kollamak adına her yola başvuruyor. Tıpkı 2016’daki Fırat Kalkanı Harekâtı’nda da yaptığı gibi. Çünkü o zaman da ABD yetkilileri El Bab operasyonunun ilk tartışıldığı günlerde karşı çıkmış, daha sonra “Menbiç IŞİD’den temizlendiği için Türkiye’nin oraya doğru ilerlemesini istemedik. Ancak El Bab halen IŞİD’de ve ne kadar çok yer IŞİD’den kurtarılırsa o kadar iyi” açıklamasıyla destekler gibi görünmüşlerdi. Türkiye’nin El Bab’ın ardından Menbiç’e gitme kararlılığını anlayınca da bu kez oradaki PYD/YPG’lilerin Fırat’ın doğusuna çekileceği garantisi vermişlerdi.
Peki, ne oldu?
ABD’nin istikrar-sızlık olur tehditleri ve DAEŞ’e odaklanmak gerekir gibisinden oyalama taktiklerine rağmen Türkiye kararlılığını gösterdi ve Afrin’deki PYD/YPG hedeflerini vurdu. Tabi DAEŞ’i de unutmayarak. Böylece de “Ben kafayı sadece PKK’ya takmadım, DAEŞ’i de ihmal etmiyorum” dedi. Dahası hedef aldığı,
PKK/KCK/PYD-YPG ve DAEŞ’i aynı cümle içinde sıralayarak dosta, düşmana özellikle de ABD’ye teröristlerin hiçbirisi arasında fark yok mesajı verdi. Bu harekatın ABD’ye dönük göndermelerinden biri de yine koruyup, kolladığı terör örgütü FETÖ’yle ilgili. Çünkü 15 Temmuz darbe girişiminden sonra çok sayıda FETÖ’cü general, üst rütbeli subay ve savaş pilotunun ayıklanmasına rağmen bu “pisliğin” ordunun büyük çoğunluğunu kirlettiği söyleniyordu. Hatta pilot açığı nedeniyle Hava Kuvvetleri’nin uçak kaldıramaz duruma gelebileceğinden söz ediliyordu. Dolayısıyla da ister istemez hem askerde hem de sivilde bunun tedirginliği vardı. Ancak gördük ki Hava Kuvvetleri daha harekatın ilk gününde hem kaldırdığı uçak sayısı hem de hedeflere isabet yüzdesiyle (95.57) büyük bir başarıya imza attı. Dün de buna Özel Kuvvetler, Komandolar, Zırhlı Birlikler gibi Kara unsurları da katıldı. Yani
Türkiye’nin Suriye’de tavrı çok net. Sınırında terör ordusu, terör yapılanması, yani PYD/YPG’yi istemiyor. Dolayısıyla da komşuda parçalanma değil, toprak bütünlüğünden yana ve kartlarını açık oynuyor. Aslında son günlerdeki çelişkili açıklamalarıyla kafa karışıklığı algısı yaratan ABD’nin tavrı da çok net. O da başından beri sorulduğunda “Bağımsız bir Kürt girişimini desteklemiyoruz” diyor ama fiiliyatta açıktan silah yardımıyla terör ordusu kurma, dahası onları devletleştirme çabası veriyor. Yani O’nun da kartları açık. O nedenle de ABD’nin sınır gücü ya da ordu kurulacak-kurulmayacak gibisinden açıklamalarını geri adım veya yumuşama olarak nitelendirmenin anlamı yok. Hatta dün konuştuğum MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e göre bu açıklamalar bilakis ABD’nin kararlılığını, hedeflerini daha yumuşak sözlerle şekillendiren bir arayış ve Türkiye ile ilişkilerde alçak seviyeli bir iniş yaratma gayreti. Ve ABD’nin 1990’da başlayan Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme, İsrail’in güvenliğini sağlama, sağlamlaştırma nihai hedefinde hiçbir değişiklik söz konusu değil. Dahası, PYD/YPG konusunda Rusya’ya da güvenmemekte yarar var. Niyesini Öneş anlatıyor:
“Silahlandırılması, silahların
Sınırının hemen ötesinde bir terör gücü oluşturulmasına seyirci kalmayacağını çok net ortaya koyan ve bu konudaki duyarsızlığı nedeniyle üyesi bulunduğu NATO’ya tepki gösteren Türkiye’ye verilen yanıt bundan önce yaşanan her gerilimde olduğu gibi bildik yuvarlak sözler:
Türkiye, NATO için önemli bir ülke. Ya da Türkiye önemli katkılarda bulunan değerli bir NATO müttefikidir...
Peki ya icraat veya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar’ın ABD’li mevkidaşına “IŞİD ile mücadele ne kadar önemliyse PKK/PYD/YPG, FETÖ ile mücadele de o kadar önemlidir” çıkışına yanıt var mı? Yok. Daha doğrusu var ama dalga geçer gibi:
Türkiye’nin güvenliğine katkı sağlamaya devam edilecek. Türkiye’nin Suriye’den gelebilecek balistik füzelere karşı hava savunmasını güçlendirdik...
Yani NATO üyesi ABD’nin desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde kurulan terör ordusu ve o ordunun bir başka NATO üyesi Türkiye’nin bekasına yönelik bir tehdit oluşturması umurlarında bile değil. Dahası, ABD’nin aleni gönderdiği 5 bin TIR dolusu silah ve terör örgütünü devletleştirme çabalarına karşı tam anlamıyla üç maymunu oynuyorlar. Niyesini 1998-2001 yıllarında Belçika’daki NATO karargâhında görev yapan emekli tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu b
Kara Kuvvet-leri Komutanı’nın koruma subayının itirafçı olup adli kontrolle serbest bırakılmasının ardından teslim olan FETÖ’cü askerlerin sayısı arttı. Dolayısıyla da FETÖ’nün çözüldüğüne dönük öngörüler var. Tabi tüm bunların herkesin arkasında adamımız var gibinden mesaj vermek isteyen FETÖ’nün taktiksel bir hamlesi olduğunu iddia edenlerde...Yani yine soru işaretleriyle dolu bir durum söz konusu. Bu konuda var olan tek gerçek ise FETÖ tehdidinin varlığı ve temizliğin daha uzun süre alacağı. Örneğin Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin’e göre; üç- beş senede sökülüp atılacak gibi değil. O nedenle de FETÖ’yle mücadele için bir karargah oluşturulması ve Fetullah Gülen başta olmak üzere yurt dışındaki beyin takımının da mutlaka bir şekilde Türkiye’ye getirilmesi gerekiyor. Bunun nasıl olacağına dönük soruları da Pekin şöyle yanıtlıyor:
Nasıl getirilecekler?
İstihbarat örgütleriyle anlaşacağız getireceğiz. Her satıcının bir alıcısı vardır. Sonuçta bizden ne istiyorlar ona bakmamız lazım. Tabi Türkiye’den istekleri PKK ile görüş, PYD’ye razı ol,İranla karşı karşıya gel, Rusya’yla yakınlaşma ise olmaz. Çünkü bunu yaptığın zaman Türkiye diye bir şey