Türkiye’nin Suriye’de tavrı çok net. Sınırında PYD/YPG yapılanması istemiyor, dolayısıyla komşuda parçalanma değil toprak bütünlüğünden yana. Bu konudaki kararlılığını da sahada ve masada ısrarla gösterdi, gösteriyor. Hem de ABD ve Rusya’nın ikiyüzlülüğüne rağmen. Çünkü sorulduğunda her ikisi de “Bağımsız bir Kürt girişimini desteklemiyoruz” diyorlar ama fiiliyatta biri açıktan silah vererek PYD/YPG’ye arka çıkıyor, diğeri siyasi manevralarla çözüm masasına oturtmaya çalışıyor. Bir başka deyişle, küresel güçler kendi çıkarlarına dönük Suriye’deki Kürtleri kolluyor ya da kullanıyor. Tabii Kürtlerin Suriye’de karşı karşıya gelmek istemeyen ABD ve Rusya arasındaki nazik durumu kendi gelecekleri için manipüle etme durumu da var. Yani bölgede PYD/YPG odaklı ama partneri gelişmelere ve çıkarlara bağlı olarak değişen kirli bir oyun söz konusu. Bunun kanıtı, daha doğrusu son örneği de Deyrizor’da Rus general ve YPG sözcüsünü birlikte gösteren skandal fotoğraf. Şöyle ki; Rus bayrağı ile YPG flamalı o fotoğrafın adresi her ne kadar doğrudan Türkiye olsa da aslında ABD başta olmak üzere bölgedeki tüm aktörler açısından bir mesaj içeriyor ve bilinçli olarak sızdırıldığı da çok açık. Dün bu
Afrin ile Koba-ni’nin birleşmesini “Kürt koridoru” projesinin en önemli ayağı olarak gören Türkiye bunu sıcak bir müdahaleyle önleme noktasında kararlı. Nitekim gelişmeler de bu yönde, yani ABD’nin desteklediği Afrin’deki YPG’lileri temizlemek için her an düğmeye basılabilir. Tabii Rusya’nın onayıyla. Çünkü şu an itibarıyla Rusya’nın Afrin civarında askeri üsleri var ve bölgedeki uçuş trafiği de onların kontrolünde. Aslında buna ABD destekli YPG/PKK için Türkiye’nin olası bir operasyonuna karşı fiili bir Rus Kalkanı da denilebilir. Dolayısıyla Afrin operasyonu için Rusya’nın onayı ve İdlib’deki gibi hava desteği gerekiyor. Bir başka deyişle de bir gece ansızın Afrin’e gitmenin yolu Rusya’yla olan ilişkilerden geçiyor. Niyesini emekli tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu özetliyor:
“Afrin’de Rusya var. Eğer Rusya olmasaydı Türkiye çoktan yapardı. Rusya’yı karşınıza alamazsınız. Uçağınızı düşürürse ne olacak? Masada, Astana’da ve Cenevre görüşmelerinde sizi dışlarsa ne olacak? Rusya’dan koptuğunuz sürece zaten ABD ile ilişkileriniz sıkıntılı, o zaman Suriye’de söz hakkınız kalmaz. Bu sefer ‘El Bab’tan da silahlı kuvvetlerinizi çekin’ diye baskı olur. Daha önce Suriye uçağıyla bir iki defa
ABD Fetullah Gülen’i iade taleplerine yanıt bile vermezken, Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik FETÖ odaklı hamleleri devam ediyor. İlkinde Alman İstihbarat Servisi (BND) Şefi “Darbe girişiminin FETÖ tarafından yapıldığına ikna olmadıklarına” yönelik siyasi içerikli bir çıkış yapmıştı. Benzer bir açıklama da İngiliz Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu tarafından hazırlanan raporda yer almıştı. Şimdi de bunlara AB’nin Terörle Mücadele Koordinatörü’nün “FETÖ’yü bir terör örgütü olarak görmüyoruz” sözleri eklendi. Aslında buna yeni bir boyut kazandı demek daha doğru çünkü iş darbeyle bağlantı iknasından çıktı, hepten FETÖ’nün terör örgütü olmadığı noktasına geldi. Dün bu durumu Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski Başsavcısı emekli Albay Ahmet Zeki Üçok’a sordum. Öncelikle de bir hukukçu bakışıyla terör örgütü olduğunu ortaya koyan gerçekleri. Yanıtı şuydu:
“Bir ülkenin yönetimini ele geçirmeye çalışmak, bunu da askeri güç yani şiddet kullanarak yapmaya çalışmak tam bir terör eylemi. Yaptıkları bizim gözlerimizin önünde televizyonlarda canlı yayın halinde verildi. FETÖ hiç tartışmasız terör örgütü. Bunu Avrupalıların veya ABD’lilerin kabul etmiyor olması bu gerçeği hiçbir zaman değiştirmez.
ABD Başkanı Trump’ın Cumhur-başkanı Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmesinde artık YPG’ye silah vermeyeceklerini söylemesinin ardından ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’dan gelen “YPG’ye desteğimiz sürecek” açıklaması çelişki gibi görülse de tipik bir Amerikan klasiği... Yani ABD’de kim ne derse desin, sonunda Pentagon ve CIA’nın dediğinin olması gerçekliği... Ancak bu kez durum biraz farklı. Çünkü daha öncekiler gibi sütre gerisinden değil, aleni ve doğrudan Trump’ın karizmasını da çizen bir müdahale söz konusu. Bu bağlamda da nedenleri ve niyesi hakkında farklı yorumlar var. Örneğin, Washington’da uzun yıllar Deniz Ataşesi olarak da görev yapan Dz. K. K. eski Genel Sekreteri E. Dz. Kur. Kd. Albay Mehmet Asal’a göre, Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşması nedeniyle politik davranan Trump’ın YPG konusundaki sözlerinin duyulması Pentagon ve CIA’nın hoşuna gitmedi. Çünkü bu onların dünyanın her yerinde bir terör örgütünü kullanma politikalarına aykırı, özellikle CIA’nın tamamen aykırı. Dolayısıyla da “PYD’yi kullandı, yüzüstü bıraktı” imajının sıradaki örgütleri etkileme olasılığı endişe yarattı ya da işlerine gelmedi. Ki aynı durum Fetullah Gülen için de geçerli. Yani Fetullah’ı
Soçi zirvesi ve hemen sonrasında ABD Başkanı Trump’ın Cumhur-başkanı Erdoğan’ı arayarak artık terör örgütü YPG’ye yardımı keseceklerini bildirmesinin ardından Ortadoğu’daki dinamiklerin değişeceği çok açık. Tabii samimiyet testiyle bağlantılı olarak. Dolayısıyla ‘Trump YPG’ye silah vermeme konusundaki sözünü tutar mı, ABD Kürtleri terk eder mi, ediyor mu?’ soruları en çok konuşulan konuların başında geliyor. Nitekim bunu öngören yorumlar da söz konusu. Yani Suriye yine yeni sürprizlere gebe. Olasılıkları dün MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’le konuştum. Öncelikle de Trump’taki değişikliğin Türkiye, Rusya, İran liderlerinin birlikteliğini gösteren Soçi fotoğrafından mı kaynaklandığını sordum. Yanıtı şuydu:
“ABD zaten Soçi fotoğrafının dışında değil. Rusya Soçi’deki kararlar alınmadan önce Trump’la da konuştu, İsrail’le de konuştu. Karşılıklı ve kontrollü işbirliği gelişmelerle ortada. ABD bugün Suriye’de hava-kara üsleriyle, Kürtlerle olan ilişkileriyle önemli bir konuma sahip ve tabii ki bu pozisyonunu korumaya çalışacaktır.”
O halde Trump neden böyle bir açıklama gereği duydu?
“Türkiye ABD içinde, NATO içinde vazgeçilebilir bir ülke değil. O bakımdan şimdi Türkiye ile olan
Elektronik yüksek mühendisi Kerem Parıldar’ın intiharıyla 8’e çıkan ASELSAN’daki şüpheli ölümler serisi 2006’da başlamıştı. Mühendislerin hepsi de F-16 savaş uçakları, tanklar, insansız hava araçları gibi kritik projelerde çalışıyordu, dolayısıyla da ölümleriyle ilgili pek çok karanlık nokta vardı. Ancak “Neden intihar ettiler veya öldürüldüler, bunun arkasında kim var?” sorularının yanıtı hâlâ yok. Evet, 15 Temmuz sonrasında yeniden başlatılan soruşturma kapsamında FETÖ’nün izi çıktı ama arkası karanlık. Nitekim bu bağlamda yeni bir müfettiş incelemesi de söz konusu.
Tabii bunlar labirentin bir boyutu, bunun bir de Meclis tarafı var. Şöyle ki; geçen 11 yıllık süreçte çok sayıda milletvekili bu konuda araştırma ve soruşturma önergeleri verdi. Hatta bu şüpheli ölümler taban tabana zıt olan Meclis’in muhalefet partilerini bile aynı noktada buluşturdu. Ama hepsi ilginç gerekçelerle havada kaldı. Örneğin, 24. dönemde MHP’li Alim Işık’ın “Bu konuda ne yapıldı, nelere ulaşıldı; savcılık soruşturmaları bugüne kadar neden sonuçlandırılamadı; o dosyalarda hangi gerçekler gizlendi, üzerine gidilmedi veya gidilemediyse bunların araştırılması gerekiyor” diyerek Meclis Başkanlığı’na verdiği
Norveç’teki NATO tatbika-tında Atatürk’ün ve Cumhur-başkanı Erdoğan’ın düşman ülke liderleri olarak gösterildiği skandal münferit denilip sözlü ya da yazılı özürlerle geçiştirilecek bir durum değil. Çünkü sütre gerisine dönük FETÖ, PKK ya da bazı ülke gizli servisleri gibi çok sayıda olağan şüpheli söz konusu. Dolayısıyla da Türkiye’nin beklentisi açık ve net. Soruşturma derinleştirilsin, gerçek sorumlular ortaya çıkarılsın. Yani bir daha böyle olaylar yaşanmaması ve ittifakla ilişkilerin zarar görmemesi için gereken yapılsın. Doğal olarak bu ABD başta olmak üzere NATO’ya üye tüm ülkeleri fazlasıyla düşündürmesi gereken bir durum. Ancak bunun bir de Türkiye açısından dersler çıkarılması gereken boyutu var. Özellikle de bu tür tezgâhlara karşı müdahale edecek personel bakımından herhangi bir eksiklik ya da aksaklık olup olmadığı konusunda. Evet, bu skandal bir Türk subayının dikkatiyle ortaya çıkarıldı ama jenerik senaryodaki Türkiye ile örtüşen S-400 ile ilgili bölümlerin neden daha önce fark edilip önlenmediği gibi soru işaretleri de söz konusu. Dün bu durumu 1998-2001 yıllarında Mons-Belçika’da NATO karargâhında görev yapan emekli tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu’na sordum.
ABD destekli YPG/PKK ile DAEŞ’in Rakka’daki kirli ittifakı sürpriz mi? Değil. Benzerlerini 2014-2015’te Tel Abyad ile Ayn el Arab (Kobani)de de gördük. Orada da göstermelik bir kaç çatışmanın ardından DAEŞ çekildi, YPG/PKK alan kazandı. O nedenle bunlara iki terör örgütü arasındaki savaştan ziyade Amerikan tiyatrosu demek daha doğru. Çünkü ABD açısından DAEŞ bir araç ve gerçek niyet Suriye’nin kuzeyinde düzenli bir YPG/PKK, yani terör ordusu kurmak. Sonrasında da bu silahlı güçleri kullanarak Birleşik Kürdistan’ın yolunu açmak. Nihai hedef de puzzle’nin İran ve Türkiye topraklarını da içine alan hayal üzerine...Dolayısıyla Rakka savaşı için diye verilen silahların detaylarını Türkiye ile paylaşma ve amacı dışında kullanılmaması için takip etme sözleri tam anlamıyla bir oyalama ya da yutturmaca taktiğiydi. Aynen ‘YPG Menbiç’ten çıkacak, kesinlikle Fırat’ın doğusuna çekilecek’ masalında olduğu gibi. Çünkü o silahlar Rakka’da kullanılmadı bile, dahası bazıları da Şırnak’taki Kato Dağı’nda ele geçirildi. Bu arada da ABD’lilerce eğitilen teröristler o silahlar ve zırhlı araçlarla düzenli bir orduymuş gibi görüntüler vermeye başladı. Hem de hamileriyle birlikte..Yani ABD Türkiye’nin bu