1990’lar- dan önceki Soğuk Savaş döneminde yaşanan “bloklaşma” geri döndü.. Aslında uzunca bir süredir vardı da İngiltere-Rusya arasındaki casus kriziyle resmiyet kazandı. Ve hemen sonrasında da Rusya ile ABD ve Batı dünyası arasında diplomatları sınır dışı etme, geri çekme gibi soğuk savaş klasikleri devreye girdi. Karşılıklı sert çıkışlar, ağır suçlamalarla birlikte de iki süper güç arasındaki gerginlik had safhaya ulaştı. Çünkü bir yanda eski SSCB gibi küresel ana aktör olarak ortaya çıkan, yükselen Rusya, öte yanda da bundan rahatsızlık duyan ve Putin’i ekonomik olarak sıkıştırıp tek başına kalmak isteyen ABD var. Yani casus krizi bahane. Ki eski Rus ajanı Skripal ve kızını kimin zehirlediği de hâlâ flu. Dolayısıyla, bu noktada akla gelen soru da şu:
Kimin eli daha kuvvetli?
Yanıtı MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş veriyor:
“ABD’nin küresel gerilemesine rağmen ekonomik, siyasi, askeri güç olarak küresel hakimiyetindeki başat aktör olma rolü hâlâ çok güçlü ve çok önde. Trump Rusya’yı bir uzay teknolojisi gelişiminde silahlanma yarışında tekrar yeni harcamaların içine sokarak SSCB döneminde olduğu gibi Rusya’yı zayıflatmak istiyor. Dikkat ederseniz, Putin’in yeni füze
Afrin’den sonraki hedefler arasında yer alan İdlib’de TSK’nın gözlem noktaları kurma çalışmaları devam ediyor. Tamamlan-masının ardından da bölgedeki terör örgütü mensuplarını etkisizleştirme, silahsızlandırma çalışmaları başlayacak. Bu bağlamda da uzlaşanlar ayrılacak , diğerleri DAEŞ gibi imha edilecek. Dolayısıyla da sıcak çatışmalara gebe zor ve karmaşık bir süreç söz konusu. Çünkü Hama’dan, Halep’ten kaçan çok sayıda radikal terör örgütü mensubu şu anda İdlib’de. Ve bunların arasında El Kaide, DAEŞ gibi daha da radikal unsurlar var...Dahası bunların hepsi yabancı ülke gizli servislerinin güdümünde. Yani onların manipülasyonlarıyla her an Türk askerine yönelik bombalı saldırı, havan ve topçu atışları yapabilirler. Nitekim yaptılar da...
İdlib’deki örgütlerle istihbarat servisleri arasındaki bu kirli ilişkiyi ve olası gelişmeleri dün Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin’e sordum. Öncelikle söylediği şuydu:
“Baktığınız zaman El Bab arkasından Afrin sonra İdlib. Bütün bu bölgeyi, yani önemli bir araziyi Türkiye kontrol ediyor. İdlib’i henüz tam değil ama buna dönük gözlem noktalarının 7-8 tanesini kurdu 4-5 tane daha kuracak. Ondan sonra da o
Terör örgütü DAEŞ’i bitirmek yutturmacasıyla bir başka terör örgütü YPG/PKK’yı silahlandıran ABD’nin gerçek niyeti neydi? Suriye’nin kuzeyinde bir terör ordusu kurmak. Nitekim bu konuda sadece binlerce TIR silah vermekle yetinmedi, teröristleri eğitti de. O nedenle, Zeytin Dalı Harekâtı bu açıdan da ders niteliğinde... Çünkü ABD her ne kadar Afrin beni ilgilendirmiyor dese de oradaki teröristler oluşturulmak istenen o ordunun bir koluydu ve onları bir anlamda test etti. Ve nihayetinde de anladık ki bir güç oluşturmak için silah önemli ama bunun adına ordu diyebilmek için yeterli değil. Hele de ortada TSK gibi bir ordunun varlığı söz konusu olduğunda. Niyesini emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz anlatıyor:
“O zihniyet öyle kolay oluşmuyor, muharebe sahalarından gelmiş bir şey, yüzyılların birikimi. Sonra bu ordu 1984’ten beri Güneydoğu’da savaşıyor. Birileri bugün çıkıp onu küçümsüyor ama o savaşlar, o mücadeleler olmasaydı bugün Türkiye’nin bu coğrafyada bütünlük arz ettiğini kimse iddia edemezdi. Dolayısıyla, bu ruhu iyi bilmek lazım. Tabii bir de bunun maddi boyutu var. Hava kuvveti var, topçusu var. Yani bir paramiliter güç böylesine düzenli bir ordu karşısında savaşamaz. Bu çok açık.”
Mehmetçik’e direne-meyeceğini anlayınca Afrin’deki PKK’lıların tüymesi ilk değil. Hatta geçmişte fazlasıyla da yaşanan bir gerçeklik. Örneğin, tarih 22 Mart 1995... Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik, 21 Mart’ta 35 bin askerle o güne kadarki en kapsamlı Çelik Harekâtı’nı başlatan TSK havadan terör kamplarını vuruyor. Karadan da Irak’ta 40 kilometre derinliğe ulaşan “komandolar” 3 bin teröristi çembere alıyor. Ve yaşanan ilk sıcak temasta 200 terörist etkisiz hale getiriliyor. Hemen ardından da ABD başta olmak üzere Batı dünyasından “Siviller hedef alınıyor” gibisinden uydurma algı operasyonları başlıyor ve bir an önce bölgeden çıkın baskıları geliyor. Her zamanki kararlılığını gösteren TSK’nın buna yanıtı da “Görev bitince çekileceğiz” oluyor. Sonrası ise malum. Masum öğretmenleri, sivilleri, çocukları katleden teröristler bölgeden kaçıyor. Yani 23 yıl önce gizliden silahlandırılan, desteklenenlerle, bugün ABD tarafından alenen korunan, kollanan PKK’lılar arasında yürek olarak pek fark yok. Dün bu durumu 23 yıl önce o harekâtı yöneten dönemin Jandarma Asayiş Bölge Komutanı emekli Korgeneral Hasan Kundakçı’ya sordum. Yanıtı şuydu:
“Bunlar sıkıya geldi mi kaçarlar. Çünkü
Mehmetçik Afrin’deki YPG/PKK’lı tüm teröristleri tek tek temizledi ve 18 Mart gibi çok anlamlı bir günde kente ayyıldızlı bayrağı dikti. Hem de ABD, İsrail başta olmak üzere birçok ülkenin teröristlerle birlikte saf tutmasına rağmen. Yani görüntü bölge halkına işkence yapan onları kalkan olarak kullanan teröristlere karşı yürütülen bir mücadele olsa da aslında bu yedi düvele karşı verilen bir savaş. Tıpkı 103 yıl önce Çanakkale’de olduğu gibi. Şöyle ki;
Türkiye ile sözde müttefik olan ülkelerin terör örgütü YPG/PKK’ya desteği silah, mühimmat ve parayla kalmadı, o ülkelerin bazı vatandaşları da bizzat teröristlerle birlikte Mehmetçik’e namlu doğrulttu. Dahası hem ABD hem de İsrail’in istihbarat desteği verdiği teröristlere sürekli takviye gönderildi. Bu arada da uluslarası kamuoyuna dönük siviller hedef alınıyor gibisinden alçakça bir algı oprasyonu yürütüldü. Çünkü Türkiye’nin orayı ele geçirmesini istemiyorlar, harekatı yarıda kesmesini ya da zor duruma düşmesini bekliyorlardı. Ama bu kirli oyun tutmadı ve ABD’nin 5 bin TIR silah ve mühimmat gönderdiği terör örgütü, Türkiye’nin geliştirdiği milli silahlar karşısında çaresiz kaldı. Darmadağın olan teröristler kaçacak delik aradı.
Trump’ın son değişiklik-leriyle ABD’de kim ne derse desin, sonunda Pentagon ve CIA’nın dediği olur gerçekliği ete kemiğe büründü. Yani, devletin tepesindeki tüm koltuklar generaller ve CIA elemanlarına teslim. Hem de en şahinlerine. Dolayısıyla da bu tablodan çıkarılan ilk sonuç, bundan sonra dünyanın işinin çok daha zor olacağı yönünde. Türkiye-ABD ilişkileri açısından bakıldığında ise daha kötüsü olmaz ama daha iyiye de gider mi gibi soru işaretleriyle dolu flu bir görüntü var. Dahası, bugün Ortadoğu’da dün de dünyanın dört bir köşesindeki tüm karışıklıklarda, kirli tezgâhlarda doğrudan parmağı olan CIA’nın başına getirilen Gina Haspel’in bu işlerin erbabı olması da endişeleri hepten artıran bir durum. Çünkü yeni manipülasyonlar, tetiklemeler söz konusu olabilir. Nitekim dün konuştuğum Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı emekli Korg. İsmail Hakkı Pekin’in öngörüleri de bu yöndeydi:
“CIA Başkanlığı’na getirilen Gina Haspel örtülü harekât dairesinin başkan yardımcısıydı. Bunun anlamı şu biz dahil bir çok ülkede ABD’nin örtülü faaliyetleri olacaktır, oluyordu ama çok daha fazla olacaktır...”
Neler olabilir mesela?
Devlet adamlarına suikastlar olabilir. Bazı yerlerde
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “ABD Öcalan’ı verip PKK’yı kontrol etti” sözleriyle yine bildik soruya odaklandık:
ABD, 1999’da Abdullah Öcalan’ı neden Türkiye’ye teslim etti?
Çünkü yanıt doğrudan dün Irak’ta, bugün de Suriye’de yaşananlarla bağlantılı bir durum. Özellikle de resmi terör örgütü listesinde olmasına rağmen ABD’nin PKK’yla olan iş birliği ve bir terör devleti kurdurma sevdası gibi her türlü kirli tezgâhı içeren bir filmin başlangıcı olması açısından. Dolayısıyla da Öcalan paketlendiğinde dönemin başbakanı merhum Ecevit’in “Neden teslim etti bunlar, ben pek anlayamadım” sorusunun yanıtı artık daha net. Niyesini o günlerdeki gelişmelerin yakın tanıklarından MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş anlatıyor:
“Öcalan bize teslim edilirken esasında Irak’ın işgali, yeni Irak Anayasası’nda Kürtlere federal bir statü yaratılması ABD politikasının hedeflerinden biriydi. Yani Öcalan’ın teslim edilmesi yaratılmak istenen bir Kürt statüsüne ulaşmak için ortaya konan araçlardandı. Ve bu hedef gerçekleştirilince burada silahlı mücadele içinde olan ve bir terör örgütü olarak ABD tarafından da kabul edilen PKK’nın aynı isim altında yaşam şansı mümkün değildi.”
Yani?
ABD’nin
Suriye’de bulunma gerekçesini DAEŞ’le mücadele diye yutturmaya çalışan ABD’nin kirli tezgâhındaki taktik neydi? Terör örgütü DAEŞ’i gösterip bir başka terör örgütü YPG/PKK’ya alan açmak. Ki bu alçak tezgâhla Fırat’ın doğusu veya Suriye topraklarının yüzde 30’u ve enerji kaynaklarının yüzde 50’si YPG/PKK’ya teslim edilmiş durumda... Aslında aynı taktik Fırat’ın batısı için de geçerliydi ama Türkiye önce Fırat Kalkanı, şimdi de Zeytin Dalı harekatlarıyla bu planı bozdu. Ve Fırat’ın doğusundaki teröristleri de temizlemek kararlılığını çok net ortaya koydu. O nedenle de ABD bir yandan TSK’nın Afrin operasyonunu geciktirmek için kirli yöntemlere başvururken diğer yandan da savaşı körüklemek adına kimyasal silahlar ve diğer gerekçelerle Suriye’yi vurmak için fırsat kolluyor. Hem de bugüne kadar pek fazla ortalıkta görünmeyen Ortadoğu’daki jandarması İsraille birlikte. Geçenlerde yapılan Trump-Netenyahu görüşmesi de bu sinsi planın işaret fişeği. Yani ABD bölgede çözüm değil kaos istiyor. Neler olabileceğini emekli Tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu anlatıyor:
“ABD,İngiltere ve Fransa, Suriye’ye bir operasyon planı yapıyorlar. Hedefleri de ülkeyi iç savaşın en ateşli olduğu 2015’lerdeki