Trump’un Twitter çılgınlığıyla başlayan ABD ile Rusya arasındaki son güç dalaşında fırlatılan 105 Tomahawk füzesinin siyasi açıdan mesajı açık ama askeri açıdan bakıldığında görüntü flu ve bol dezenformasyon odaklı. Hem ABD tarafında, hem de Rusya tarafında. Çünkü Trump ve Pentagon diyor ki:
Tüm hedefler vuruldu. Sınırlı, ezici ve etkileyiciydi. Daha iyisi olamazdı...
Buna karşı Rusya ve Suriye diyor ki:
105 füzeden 71’i savunma sistemiyle havada imha edildi. Vurulan yerler de zaten boşaltılmıştı...
Yani hem iki süper güç arasındaki akıllı füzelerin üstünlüğüne dönük teknolojik rekabetin sonuçları, hem daha önce de kendi vatandaşlarına karşı kimyasal silah kullanmaktan çekinmeyen Esad’ın artık bu alçaklığı yapıp yapamayacağı flu. Kaldı ki tüm dünyayı ayağa kaldıran Duma’daki katliamın faili de hala tartışmalı. Çünkü orada da çift taraflı dezenformasyon var ve bu ABD, İngiltere, Fransa’nın araştırma yapacak olan heyetin kararını baklemeksizin vurmasıyla daha da gizemli hale gelmiş durumda. Dolayısıyla da son bir haftada yaşanan yüksek gerilimin ardından an itibariyle tek gerçek şu:
Her ne kadar Twitter fenomeni Trump “yakın zamanda Suriye’den çekileceğiz” dese de ABD’nin böyle bir
Suriye topraklarında kimin kimle ittifak yaptığı, kimle savaştığı kanlı 7 yılda pek çok kez değişti. ABD ve Rusya başta olmak üzere bölgede gözü olan devletler yönlendirdikleri terör örgütleriyle rakiplerini dolaylı vurdular, vuruyorlar. Öyle ki iki süper gücün aynı terör örgütünü kullandığı dönemler bile oldu. O nedenle de perde gerisindekiler saldırılar ve katliamlarla ilgileri yokmuş gibi davrandılar. Şimdilerde ise bu perde kalktı ve tüm dünya ABD ile Rusya arasındaki doğrudan güç dalaşını izliyor. Gerçi Rusya, ABD’ye göre çok daha temkinli ve akıllı davranıyor ama yine de endişe dorukta. Özellikle de Trump’ın gel-gitleri nedeniyle. Dolayısıyla da vekâlet savaşından açık savaşa doğru gidişi tetikleyen bir görüntü söz konusu. Tabii olurluğu Trump’ın sosyal medya üzerinden yaptığı çıkışlarının gerçekleşmesi ve de gönderileceği söylenen füzelerin adresleriyle bağlantılı olarak. Çünkü gelişmelere göre doğrudan ABD-Rusya kapışmasının yanı sıra vekâlet savaşlarının devletlerin kullanılması gibi yeni bir boyuta evrilme olasılığı da var. Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“ABD’nin asıl amacı İran’ın etkisini Suriye’den silmek.
Türkiye Afrin’de kalıcı ve işgalci olmadığını defalarca açıkladı, açıklıyor. Ama bu birilerinin, “Hadi zamanı geldi, çekilin ve Afrin’in anahtarını da şuna teslim edin” demesiyle uygulanacak bir durum gibi algılanmamalı. Çünkü Türkiye bunun şartlarını ve nasıl olacağını da önceden çok net ortaya koydu ve “Afrin’i, Afrinlilerin kendisine bizzat teslim edeceğiz” dedi. Yani Fırat Kalkanı Harekâtı’yla nasıl bir yıldan fazla süredir Azez, Cerablus ve El Bab’ın idaresi o toprakların gerçek sahipleri olan Suriyelilerdeyse, aynısı Afrin için de geçerli olacak. Tabii zamanı geldiğinde. Dolayısıyla da teslimatın kime yapılacağından çok, zamanlamasına odaklanmak daha doğru. Niyesini emekli tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu anlatıyor:
“Türkiye ben orada insanlar evlerine dönüp huzurlu bir şekilde yaşamlarını sağladıklarında, güvenlik tesis edildiğinde benim görevim biter diyor. Ama şunu unutmayalım, oranın güvenliği kaç yıl sonra sağlanacak? Mesela El Bab’a daha geçenlerde bomba atıldı. İdlib’de saldırılar oluyor. PKK/PYD bombalar atacak. ABD oradan çıkmayacak, şimdi İngiltere geldi, Fransa da geldi. Yani Türkiye durup dururken Afrin’de sistem kuruldu ben çıkıyorum derse PKK/PYD o boşluğu tekrar
Türkiye-ABD ilişki-lerinde yaşanan gerilim doğrudan terör örgütleriyle bağlantılı. Daha doğrusu, ezeli dost ve müttefik(!) ABD’nin onlarla olan anlaşılmaz ilişkilerine odaklı. Yani lafa geldiğinde “teröre ve teröriste” karşı olduğunu söyleyen ABD samimi olsa sorunlar aşılacak. Ama ABD ne yapıyor? Hem PKK/PYD’ye hem de FETÖ’ye açıkça ve ısrarla kol kanat geriyor. Bir başka deyişle sadece dağdaki teröristlerden değil Pensilvanya’dakinden de vazgeçmiyor. Çünkü birini kara gücüm diyerek maşa gibi kullanıyor, diğerinden de dünyanın her yerinden bilgi toplamak, gerektiğinde de istediği yerde kaos çıkarmak amacıyla yararlanıyor. Aynen 15 Temmuz’da yaptığı gibi. Dolayısıyla da CIA takipteki PKK’lı lider kadronun izleri bulunmasın diye perdeleme, ABD’deki Fetullah Gülen’e de yekten korumalık yapıyor. Üstelik de Türkiye’nin ısrarla iade edilmesi taleplerine rağmen. Dün bu durumu MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e sordum. Yanıtı şuydu:
“İstihbarat savaşları içerisinde Fetullah Gülen terör örgütü yapılanmasının yaratılmasında ABD’nin harcadığı gayretin, desteğin büyüklüğü ve kurulan ilişkilerin genişliği dikkate alındığında bunu toparlayarak teslim edilmesi gibi bir olay ancak zaman
ABD’nin tüm hamleleri oyalama ve yutturmaca üzerine kurgulu. Örneğin, Fırat Kalkanı Harekâtı başladığında TSK’nın Menbiç’e yönelmesini engellemek için bölgedeki YPG/PKK’lıların Fırat’ın doğusuna çekileceği sözünü verdi ama tam tersini yaptı. Hatta oradaki teröristlere kalkan oldu, oluyor. Yine DAEŞ’le mücadele diye YPG/PKK’lıları silahlandırdı ama gerçek niyetinin terör ordusu kurmak olduğu ortaya çıktı. Yani ABD kafasındakini uygulamak için sürekli yalanla zamana oynuyor. Bu yalanların en kuyruklusu da PKK ile YPG/PYD’nin farklı olduğu, dahası, PKK’ya karşı mücadelede Türkiye’nin yanındayız gibisinden söylemler. Çünkü birinin CIA raporuyla, diğerinin de doğrudan PKK’ya verilen desteklerle tam aksi olduğu çok net ortada. Öyle ki bu destekler arasında Türkiye’nin 2006-2007’de Kandil’e baskın yapıp PKK’nın lider kadrosunu paketlemesi ya da yok etmesini önlemek dahi var. Tabii yine oyalama ve yutturmaca taktiğiyle. Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı, emekli Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“2006-2007’de Kandil’deki lider kadronun Özel Kuvvetler operasyonuyla kaçırılması gündeme geldi. Bunun için yapılan çalışmalar var. Türk Özel Kuvvetleri, MİT, CIA ve ABD Özel
El Bab’dan sonra Afrin’i de temizleyen Türkiye güney sınırlarını terör örgütlerinden koruma kararlılığını tüm dünyaya gösterdi, gösteriyor. Hem de teröristlere hamilik yapan ABD ve Batı ülkelerinin engellemek ya da oyalamak adına kurguladıkları kirli oyunlara rağmen... Şimdiki hedefler arasında da Kandil, Sincar, Menbiç ve Fırat’ın doğusu var. Bu noktada en çok tartışılan konu da şu:
Öncelik hangisinde olacak, olmalı ya da harekâtın kapsamı ve nasıl yapılacağı. Çünkü bölgelere göre değişen dinamikler ve buna bağlı olarak da farklı harekâtlar söz konusu. Örneğin, Kandil ve Sincar’daki PKK’nın varlığı İran ve Irak için de tehdit. Dolayısıyla da şu andaki zamanın ruhuna uygun davranarak üç ülke bölücü terör örgütüne karşı ikili ya da üçlü ortak mücadele konsepti geliştirebilir. Yani İran’la aynı anda Kandil’e, Irak’la da aynı anda Sincar bölgesine PKK’yı etkisiz hale getirmek için bir operasyon düzenlenebilir.
Tabii olmazsa da seçenek belli. Afrin’de olduğu gibi tek başına girmek ve teröristleri temizlemek. Nitekim hazırlıklar ve mesajlar da bu yönde. Dün bu durumu 21 Mart 1995’te 35 bin askerle Irak’ın kuzeyine yapılan en kapsamlı Çelik Harekâtı’nın komutanı emekli Korgeneral Hasan
Trump ve Macron söze geldi mi teröre, teröriste karşı aman yok diyor ancak o terör örgütü YPG/PKK olduğunda durum değişiyor. Biri DAEŞ’e karşı kara gücüm yutturmacasıyla silahlandırdığı teröristlere hamilik yapıyor, diğeri Elysee Sarayı’nda ağırlayıp, akıl veriyor. Özellikle de PKK zor durumda kaldığında. Yani bugün Menbiç konusunda yaşananlar ilk değil yıllardır süregelen bildik kirli bir tezgahın yinelenmesi. Ya da PKK sevdalarının depreşmesi. Çünkü Zeytin Dalı harekâtıyla PKK’nın Afrin’de uğradığı bozgunu ve Türkiye’nin Menbiç’e sonrasında da Fırat’ın doğusuna yönelme kararlılığını gören Macron, ‘engel olabilir miyim’ hayaline kapıldı. Hatta bunun için sahaya askerini gönderip doğrudan PKK’ya kalkan olma gibi bir niyeti de var. Peki bu Türkiye’nin kararlılığını etkiler mi ya da Menbiç’e dönük planını değiştirir mi? “Değiştirmez, değişmemesi lazım. Türkiye için ha Fransız ha ABD askeri olmuş orada bir problem olmaz” diyen emekli tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu, hatta Fırat’ın doğusunu da kapsayacak bir hamle gerektiğini belirterek, şöyle diyor:
“Türkiye Telabyad’dan Menbiç’e doğru geniş bir koridor açacak. Yani Afrin’de olduğu gibi Menbiç’e kuzeyden, hemen sınırdan girmeyecek.
MİT’in yurt dışına kaçan FETÖ’cüleri paketleyip Türkiye’ye getirmesi ilk değil, son da olmayacak. Çünkü Fetullahçı Terör Örgütü’ne yönelik yürütülen soruşturmalar ve açılan davalar sebebiyle yurt dışına kaçan ve haklarında yakalama kararı olan çok sayıda kişi var. Ve bunların hepsi de Türkiye aleyhine faaliyetlere, onlara kucak açan ülkeler de hamiliğe devam ediyorlar. Hem de Türkiye tarafından ısrarla yinelenen iade edilme taleplerine rağmen. O nedenle de daha önce Pakistan, Malezya, Endonezya, Irak şimdi de Kosova’da gerçekleştirilen “paketleme” operasyonlarının, Türkiye’ye getirilen FETÖ’cülerin vereceği bilgilerin ötesinde başka mesajları da var. Öncelikle de yapanın yanına kâr kalmayacağının anlaşılması gibi. Yani artık şunu diyecek insanlar: Biz bu devlete ihanet ettiğimiz zaman, kaçsam da beni bulur, acısını çıkartırlar.
Ki öyle de oluyor, olmalı da...
MİT’in gerçekleştirdiği bu sınır ötesi operasyonlarının bir başka mesajı da doğrudan teşkilatın kendisiyle ilgili. Şöyle ki 15 Temmuz hainliğinden sonra ortaya çıkan tabloya göre, TSK, Emniyet ve yargının yanı sıra FETÖ’cülerin en fazla sızdığı kurumlar arasında MİT de vardı. Dolayısıyla da sır olması gereken pek çok bilginin