15 Temmuz hain darbe girişi-minden bu yana geçen üç yılda Fetullahçı Terör Örgütü’yle yapılan mücadelede önemli mesafeler kat edilmesine rağmen tehdit bitti demek mümkün değil. Evet, yakalanan, aranan ve yurt dışına tüyen kimlikleri saptanmış çok sayıda “İmam”, “Abi”, “Abla” var, hatta bazıları MİT tarafından paketlenip getirildi ama bu tam anlamıyla örgüt deşifre edildi anlamına gelmiyor.
Çünkü en fazla FETÖ’cü tespitinin yapıldığı TSK’da dahi temizlik bitmiş değil. Örneğin FETÖ’nün firari imamı Adil Öksüz’ü kaçıran astsubay ankesör soruşturmasından daha yeni ortaya çıktı. Yani hala kendini saklayan fazlasıyla FETÖ’cü var.
Dün bu durumu 15 Tem-muz hain darbe girişiminden bu yana geçen üç yılda Fetullahçı Terör Örgütü’yle yapılan mücadelede önemli mesafeler kat edilmesine rağmen tehdit bitti demek mümkün değil. Evet, yakalanan, aranan ve yurt dışına
ABD ile olan ilişkiler, Fırat’ın doğusuna dönük olası operasyon seçeneklerine odaklanmışken Silivri merkezli sallantılarla korku fayı kırıldı ve büyük panik yaşadık... İletişim çöktü, trafik kilitlendi, sosyal medyadaki yalan yanlış yönlendirmelerle de insanlar sokaklarda sabahladı. Tabii o arada da dikkatler bildik tartışmadaydı:
Sallantılar büyük depremin öncüsü ya da habercisi mi, o fayı tetikler mi?..
Bu bağlamda da deprem bilimciler ağırlıkla “Marmara bölgesinde büyük bir deprem bekliyoruz ama bu onun öncüsü değil” görüşünde birleşirken, “Bu sıkışmanın sonu hayra alamet değil” ya da “Bu depremin fayın iç dinamiklerini etkilemesinden endişe duyuyorum. Bugünkü deprem bu fayda kırılma başlatmıştır, kesinlikle öncü” diyenler de oldu. Sonrasında da yine bir başka tartışma beklenen büyük İstanbul depremini önceden bilmek mümkün mü noktasına uzandık. Bu konuda da “Hayır”cılar kadar, bilimsel çalışmaları örnek gösteren
Türkiye güvenli bölge konusunda kararlı ve kafası net. An itibarıyla flu olan, tek başına mı yoksa ABD ile birlikte mi gerçekleş-tirileceği konusu. Çünkü artık zamanı da verilen olası harekâta dönük hazırlıklar tamam ama bir yandan da ABD’yle görüşmeler devam ediyor. Bu bağlamda da Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve ABD Silahlı Kuvvetleri unsurlarınca Fırat’ın doğusunda ikinci ortak kara devriyesi faaliyeti gerçekleştirildi. Yani bölge emniyette mi, orada YPG/PKK’lı teröristler var mı kontrol edildi. Tabii tam anlamıyla yutturmaca mantığıyla. Şöyle ki; Türkiye’nin arzu ettiği güvenli bölge sınır boyunca 480 kilometrelik hat, 30 kilometre derinlik ama şu anda hem hava hem kara devriyesi faaliyetleriyle ortaya çıkan tablo bunun sadece Telabyad ile Resulayn arasındaki 120-140 kilometreye denk geldiği şeklinde. Dahası, bu faaliyetlerde yerleşim yerlerine girilmiyor, oralar da terör örgütünün kontrolünde. Yani ABD açısından bu aslında bir tampon bölge ve Türkiye’nin kafasındaki güvenli
Fırat’ın doğusunun akıbetini de etkileyecek olan Cumhur-başkanı Erdoğan’ın kritik ABD ziyareti nedeniyle görüş belirten askeri ve istihbari kaynakların kesiştiği nokta şu:
ABD’nin Türkiye’den vazgeçme lüksü yok. Türkiye çok büyük bir devlet. Askeri açıdan NATO’nun ikinci büyük ülkesi. NATO’nun stratejik hedefleri içerisinde coğrafyası bakımından çok önemli bir yere sahip. Stratejik açıdan, siyasi açıdan Türkiye kritik önemde ayrıca ekonomisi açısından 16-17 ülke arasında yer alıyor. Gelişme potansiyeli de güçlü bir ülke o bakımdan her devlet Türkiye’yi ciddiye almak durumunda. Hele hele Ortadoğu’da, Kafkaslar’da ve Avrupa’da hedefleri olan bir süper güç Türkiye’nin bu stratejik imkânlarından, potansiyelinden faydalanmak zorunda...
Peki bölgedeki, özellikle de Fırat’ın doğusundaki gelişmelere baktığımızda ABD’nin bunun farkında olduğunu ya da buna paralel davrandığını söylemek mümkün mü?..
Fırat’ın doğusundaki YPG/PKK’lı teröristleri temizleme kararlılığındaki Türkiye’nin üç farklı hamle seçeneği var. Güvenli bölgeyi ABD ile birlikte oluşturmak, Putin’den sonra Ruhani’nin de dillendirdiği Adana Mutabakatı’nı devreye sokmak yani Suriye ile iş birliği ya da terörden arındırılmış bölgeyi tek başına kurmak... Dolayısıyla da sonuç belli. Bu temizlik öyle ya da böyle gerçekleşecek. Nitekim Ankara’daki son üçlü zirvede Cumhurbaşkanı Erdoğan da ısrarla buna dikkat çekti ve çok net olarak süre de verdi. Dahası, “Ülkemize sığınan en az 2 milyon Suriyeli kardeşimizin bu bölgeye yerleştirilebileceğini düşünüyoruz. Hatta bu hattı Deyrizor, Rakka taraflarına kadar indirebilirsek geri dönecek sığınmacı sayısı 3 milyonu aşabilir” sözleriyle yeni bir derinlik boyutu da ortaya koydu. Ancak bunu ABD’nin ne kadar anladığı ya da anlamamak için direndiği de ortada. Çünkü inatla oyalama ve yutturmaca taktiğiyle teröristlere kol kanat germeye devam ediyor. Yani
Suudi Arabistan’ın ulusal petrol şirketi Saudi Aramco’ya ait iki rafineriye yapılan saldırıyı iç savaş ülkesi Yemen’deki Husiler üstlendi. Hatta Husiler yeni saldırı tehdidinde de bulundu. Bu arada saldırıların İran tarafından gerçekleştirildiği ve insansız hava aracı yerine güdümlü füzelerin kullanılmış olabileceğine dönük ABD kaynaklı iddialar da var. Dolayısıyla, atılan bombaların petrol piyasası kadar, güvenlik dengelerini de sarsması gibi bir durum söz konusu. Hele de ABD’nin dünyanın en çok silah satan, Suudi Arabistan’ın ise en çok silah alan ülkeleri olduğu dikkate alındığında. Çünkü ABD menşeli Suudi hava savunma sistemi ile bölgede bulunan ABD üslerindeki radarlar ne bin kilometre uzaktan havalanan Husi drone’larını, ne de İran’a ait olabileceği öne sürülen güdümlü füzeleri fark edebildi. Yani uyudular. Tabii her iki seçenekten biri doğruysa... O nedenle, savunma sistemindeki zafiyet kadar kafa karıştıran bir başka soru da şu:
Bu bombalar çok iyi kurgulanmış yeni bir
Türkiye için hem çatışma-sızlık bölgesi denilen İdlib’de bir türlü devam ettirilemeyen ateşkes ve olası göç tehdidi hem de sınırının büyük bir bölümünde ABD’nin desteğiyle kurulmak istenen terör devletçiği büyük bir sorun teşkil ediyor. Dolayısıyla da Ankara Fırat’ın doğusunda ABD, Fırat’ın batısında ise Rusya ile yoğun bir diplomasi trafiği yaşıyor. Aslında bu her ne kadar ikili temaslar gibi görülse de doğrudan birbirini etkileyen ve tetikleyen bir durum içeriyor. Çünkü ABD ve Rusya’nın Fırat’ın doğusu ve batısındaki tüm hesapları Türkiye’yi yanlarına çekmek üzerine. O nedenle de Rusya Türkiye’nin ABD ile ilişkisinin, buna karşılık ABD de Rusya ile Türkiye’nin arasının bozulmasını istiyor ve buna dönük çalışıyor. Bunun içinde biri terör örgütü YPG/PKK’yı diğeri Suriye rejimini kullanıyor. Yani bir yanda güvenli bölge konuşulurken, diğer yanda İdlib’de yükselen tansiyon bir tesadüf değil
Bölücü terör örgütü PKK’ya dönük yurt içi ve dışında amansız mücadele veren Türkiye, teröristleri adım adım takip ediyor, buluyor ve etkisiz hale getiriyor. Mücadelede gelinen durum itibarıyla da PKK’nın Kandil’deki tepe kadrosundan pek çok isim susturuldu, yurt içinde ise teröristlerin mevcudiyeti çok aşağılara düştü. Bu arada dağa çıkış da azaldı. Ancak sözde stratejik ortak ABD’nin terör örgütünün Suriye’deki kolu YPG’ye verdiği destek nedeniyle yanı başımızdaki beka tehdidi devam ediyor. Hem de her geçen gün daha da artarak. Çünkü ABD bir yandan ‘güvenli bölge’ konusunda Türkiye’yi oyalıyor, bir yandan da teröristlere silah vermeye devam ediyor. Dahası, o teröristleri bir de eğitiyor. Yani ABD ta 1990’lı yıllarda başlayan Ortadoğu’daki stratejik yönelimi istikametinde gelişen kirli tezgâhı kapsamında koruyup kolladığı terör örgütünden ‘Asla vazgeçmem’ diyor.