Fırat’ın doğusuna dönük ABD ile yapılan güvenli bölge görüşmeleri şimdilik (her an TSK’nın tek başına harekât olasılığı gündeme gelebilir) olumlu yönde gelişiyor, Fırat’ın batısında İdlib’de yükselen tansiyon da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin’le yaptığı görüşmeyle düştü. Ya da 16 Eylül’de Ankara’da yapılacak toplantıya dek donduruldu.
Bu arada iki liderin Moskova zirvesi öncesi, sırası ve sonrasında iki süper güç ABD ve Rusya’dan ilginç taktik hamleler de geldi. Örneğin, S-400’ler nedeniyle Türkiye’ye F-35’leri vermeme şantajı yapan ABD bir anda olabilir havasına giriverdi. Hem de S-400’lerin ikinci batarya sevkiyatının başladığı bir günde. Dahası, bu değişikliğin Erdoğan-Putin arasındaki yeni nesil Rus savaş uçağı SU-57 diyaloğu nedeniyle daha bir ivme kazanma olasılığı da söz konusu. Tabii ABD’nin samimiyeti açısından soru işaretleriyle birlikte...
Aynısı, Rusya için de geçerli. Çünkü o da Fırat’ın doğusuna dönük
TSK üçüncüsü halen devam eden “Pençe” harekâtlarıyla bazı yerlerde 30 kilometre derinliği geçen güvenli bölgeleri Kuzey Irak’ta fiili olarak gerçekleştirdi. Fırat’ın doğusuna dönük “güvenli bölge” birinci safha uygulamaları kapsamında da Türk ve ABD’li komutanların katılımıyla ilk ortak helikopter uçuşu yapıldı. Tabii bu YPG/PKK sorunu çözüldü anlamına gelmiyor çünkü derinlik ve kontrolün kimde olacağı noktaları hala flu, dolayısıyla da TSK’nın tek başına operasyon seçeneği her an olası… Bu arada da Fırat’ın batısında İdlib’deki sıcak gelişmeler nedeniyle de gerilim had safhada. Dolayısıyla da tüm dikkatler yarın gerçekleşecek olan Erdoğan-Putin zirvesinde...Yani Türkiye kendisine yönelik tehditleri bertaraf etme konusundaki kararlılığını hem sahada hem de masada çok net ortaya koydu, koyuyor. Üstelik de ABD ve Rusya’ya rağmen.. Çünkü her ikisi de bir yandan Türkiye ile müttefik gibi davranıyor,
ABD ile Fırat’ın doğusuna dönük güvenli bölge görüşmeleri, Rusya ile yaşanan İdlib gerilimi arasında günlerdir yanan ormanları ve yangın söndürme tartışmalarına odaklandık. Özellikle de yangına müdahalede uçaklar ve helikopter tercihleri konusuna. Yani yaklaşık 35 yıldır süregelen bildik orman yangını polemiğine... Dolayısıyla da birazcık arşivlerde gezinmekte yarar var. Örneğin 19 yıl önce yine bu tartışma alevlendiğinde “Bir uçak öyküsü” başlıklı yazımızda (24 Haziran 2000) şöyle demiştik:
Türkiye 15 yıldır yangın uçağını tartışıyor. Alsak mı, yapsak mı? Yoksa kiralasak mı?.. Öte yanda da ormanlar cayır cayır yanıyor. Son 10 yılda yitirdiğimiz ormanlık alan 129 bin 058 hektar... Yangın Koruma Daire Başkanlığı, bunun İstanbul’un Anadolu yakasıyla eş değer olduğunu söylüyor. Yani Boğaz ile İzmit arası kadar yer yanmış. Maddi zarar ise katrilyonlarla ifade ediliyor. Sadece 1996 yılında Marmaris’te yitirilen ağaç sayısı 100 bin, zarar 7.2 katrilyon. Bu ağaç bedeli. Ya temiz havanın, suyun, yanarak ölen
Fırat’ın doğusuna dönük güvenli bölge görüşmeleri ve sonuç alınamadığında olası operasyon tartışmaları sürerken, Fırat’ın batısında tansiyon yükseldi. Aslında buna biri diğerini tetikledi demek daha doğru. Çünkü güney sınırımızdaki de facto komşularımız ABD ve Rusya’nın Fırat’ın doğusu ve batısındaki tüm hesapları Türkiye’yi yanına çekmek üzerine. Yani Rusya Türkiye’nin ABD ile ilişkisinin, buna karşılık ABD de Rusya ile Türkiye’nin arasının bozulmasını istiyor ve buna dönük çalışıyor. Bunun için de ellerinde iki büyük koz var. Biri, YPG/PKK’nın işgalindeki Fırat’ın doğusu, diğeri batıdaki İdlib konusu. Dolayısıyla da gelişmelerin hiçbiri tesadüf değil, doğrudan tezgâhlanan kirli oyunun bir parçası. Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı, Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“Güvenli bölge konusunda Türkiye ile ABD arasındaki gelişme ister istemez Rusya’yı
Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge tesisi için ABD ile varılan mutabakatta öngörülen Birleşik Müşterek Harekât Merkezi tam kapasiteyle bu hafta devreye girecek. Türkiye 32 kilometre derinlikteki bölgenin YPG/PKK’lı teröristlerden arındırılması ve ağır silahların toplanmasına dönük adımlar atılmasını istiyor. Ki bu bağlamda böyle olmadığında zorunlu olarak tek başına harekât seçeneğinin devreye gireceği de deklare edilmiş durumda… Yani Türkiye açısından beklenti, hatta bir adım sonrasında dönük olası hamle çok açık ve net. Ancak aynısını ABD açısından söylemek mümkün değil. Çünkü ABD bir yandan Türkiye ile anlaşarak müttefiklik(!) ruhu havası veriyor, bir yandan da PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG’yi silahlandırmaya devam ediyor. Kafasındaki derinlik (5-15 kilometre) planı da malum. Dahası ABD açısından Ortak Harekât Merkezi’nin Türkiye’nin olası bir harekâtını engellemek, TSK’nın hareketlerini izlemek, kontrol etmek amacıyla
17 Ağustos 1999’da yaşadığımız acının 20. yılında da en çok tartışılan ve merak edilenlerin başında İstanbul’daki olası depremin zamanı ve büyüklüğü kadar önceden belirlenip belirlenemeyeceği var. Gerçi olası depremin zamanı 1999’dan itibaren 30 yıl içinde (artı eksi 10-15 yıl) gibi periyot olarak belli ve felaket senaryosu açısından kum saati doluyor, belki de doldu ama hâlâ net tarih üzerine bildik tartışma sürüyor. Bu noktada da bazı deprem bilimciler “Asla önceden bilinmez, Japonlar bile öngöremiyor” derken, buna karşılık jeofizik uzmanı Yard. Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu ise “Deprem Öncü İşaretleri İzleme Ağı” kapsamında kurulan istasyonlardan gelen verilerle olası depremin yeri ve büyüklüğünü iki üç hafta öncesinden bilmenin mümkün olduğunu savunuyor. Hem de uzunca bir süredir ve ısrarlı bir şekilde. Örneğin, beş yıl önce bu yöndeki sorumuza (28.08.2014 tarihli yazımız) yanıtı şu olmuştu:
“Buna yönelik projenin birinci aşamasında ağırlıklı
Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan gerilim doğrudan terör örgütleriyle bağlantılı. Daha doğrusu, ezeli dost ve müttefik(!) ABD’nin PYD/YPG/PKK ve FETÖ’yle olan anlaşılmaz ilişkilerine odaklı. Yani lafa geldiğinde “teröre ve teröriste” karşı olduğunu söyleyen ABD samimi olsa sorunlar aşılacak. Ama ABD tam aksine her iki örgüte de açıkça ve ısrarla kol kanat geriyor. Evet, şimdilerde Türkiye’nin baskısıyla Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturulmasına yönelik varılan mutabakat ve gelişmeler bağlamında ABD’nin YPG/PKK’lılara desteğini çekme konusunda beklentiler, hatta adımlar var ama samimiyet konusu yine flu. Aynı durum FETÖ bağlantısı için de geçerli. Çünkü o cenahta da bayram arifesinde AKP, CHP, MHP ve İYİ Parti TBMM gruplarının ABD’ye yaptıkları “Fetullah Gülen ve FETÖ mensuplarının Türkiye’ye en yakın zamanda iade edilmeleri için gerekli adımların atılması” şeklindeki ortak çağrı da yanıtsız kaldı. Yani ABD bu konuyu yine hepten kulak
Türkiye’nin kararlı tutumu, ABD’nin de müttefiki ile sahada karşı karşıya gelmeme arzusu Suriye’nin kuzeyinde oluşacak güvenli bölge konusunda uzlaşıyı sağladı. Tabii kafada bir sürü soru işaretleriyle beraber. Çünkü güvenli bölge hattının sınır boyunda nerede ve kaç kilometre derinlikte olacağı henüz netleşmiş değil. Dahası bölgede kontrolün kimin yetkisinde ve nasıl olacağı da flu. Somut olarak tek bildiğimiz mutabakat arifesinde Türkiye’nin güvenlikli bölgenin 460 kilometre genişliğinde 30-35 kilometre derinliğinde olma konusundaki ısrarı, buna karşı ABD’nin ise 140 kilometre genişlik 10-15 kilometre derinlik önerisi. Ki mutabakat sonrasında sızan bilgilerde Türkiye’nin bu konudaki tutumunu koruduğu, ABD’nin de önerisinde daha da genişlemeye dönük sinyaller verdiği şeklinde. Dolayısıyla da bu derinlik kavramlarının ne anlama geldiğini irdelemekte yarar var. Hele de terör örgütü YPG/PKK’nın elindeki silahların gerçekten toplanıp toplanmayacağına dönük endişeler dikkate