Güvenilmez ortak ABD’nin güvenli bölgeden kastının terör örgütü PYD/YPG/PKK’ya koruma, kalkan görevi olduğu net. Orada bir terör devletçiği kurma niyetinden vazgeçmediği, vazgeçmeyeceği de... Bu bağlamda da zaman kazanmak adına Türkiye’yi oyaladığı artık çok açık... Aslında bu baştan da belliydi ama ABD müttefiklik sözlerini belki unutmamıştır diye düşünülerek ya da tamamen köprüleri atmamak adına tüm seçeneklerin denenmesi gibi bir fırsat verme durumu söz konusuydu. Tabii harekât seçeneğinin her zaman var olduğunun bilinmesi kaydıyla. Yani Türkiye öncelikle güvenli bölge konusunda uzlaşmacı olduğunu, sorunu savaşarak çözmek istemediğini açık ve net herkese gösterdi. Şimdi de baktı olmuyor ve ABD ısrarla yan çiziyor, dolayısıyla da harekât seçeneğini bir kez daha dillendirmeye başladı. Çünkü başlayan ortak devriye faaliyetleri de yekten ABD menşeli tezgâh ya da tuzak kokuyor. Nasılını dün konuştuğum üst düzey bir
CHP’nin 96’ncı kuruluş yıl dönümü nedeniyle partinin önde gelen isimleriyle yaptığımız mini turun ilk iki gününde parti içindeki huzur ve sükûnet havasından söz etmiştik. Tabii yarın ne olacağı bilinmez kaydıyla... Çünkü şimdilerde mevcut parti içi iktidarın arkasından esen rüzgârın yön değiştirme olasılığı CHP için her zaman geçerli. Ki bu partinin hemen her kademesindeki insan tarafından da şu sözlerle çok net dillendiriliyor:
“Bu fırsat kolay kolay ele geçmez. Bizim partide kavga, çekişme eksik olmaz. Ama şimdi öyle değiliz; parti içinde bir sükûnet, huzur var. Bundan yararlanarak eksiğimizi gediğimizi tamamlamalıyız, söküklerimizi dikmeliyiz. Hatta daha iyi, daha şık bir elbise hazırlamalıyız.”
Yani CHP’liler 96 yıl ayakta kalma başarısının formülü olarak vurguladıkları değişim ve çağa ayak uydurmanın bir kez daha devreye girmesi gerektiği düşüncesinde. Hem de ivedilikle. Peki, bu nasıl olacak ya da olmalı? Bugün söz sırası yine eski genel
96’ıncı kuruluş yıldönümünü kutlayan CHP’yle ilgili dünkü yazımızda parti içindeki genel havanın uzunca bir süredir pek fazla tanık olmadığımız kadar sessiz ve dingin olduğundan söz etmiştik. Tabii dışarıdan CHP’ye yönelik eleştiriler konusunda da kurmaylar başta olmak üzere partinin tüm kademelerinden verilen tepkilerin tam anlamıyla bir konsensüs havasında olduğundan da... Dolayısıyla bu noktadan devam etmekte yarar var. Çünkü gerçekten CHP’de şu an itibarıyla daha önceleri zenginlik ya da parti içi demokrasi diye nitelendirilen aykırı sesler, çıkışlar da yok denecek kadar nadirleşmiş durumda. Yani kimine göre doğru manevralarla alınan sandık başarısı, kimine göre ise Kılıçdaroğlu ve ekibinin kadrolaşma stratejisine bağlı suskunluk ya da susturulmuşluktan kaynaklanan parti içi bir birlik, bütünlük havası söz konusu. Hem de özellikle son günlerde yoğunlaşan CHP’nin kuruluş yıllarındaki ilkelerinden saptığı iddialarına rağmen… O nedenle de eski Genel Başkanlardan Altan
96’ncı kuruluş yıl dönümünü kutlayan CHP’de uzunca bir zamandır pek fazla tanık olmadığımız kadar Kılıçdaroğlu’na destek ve tek ses görüntüsü hâkim. Ancak bu CHP’ye dönük dışarıdan gelen eleştiriler de askıya alındı anlamına gelmiyor. Özellikle de son günlerdeki CHP 96 yıllık çizgisinden saptı iddiaları ve tartışmaları dikkate alındığında. Yani içeride ve dışarıda 31 Mart, özellikle de 23 Haziran seçimlerine bağlı olarak farklı gelişmeler söz konusu. Dolayısıyla da hazır yıl dönümü gerekçesi varken, bunu partinin önde gelen bazı isimleriyle konuşalım dedik. Tabii öncelikle de 96 yıllık CHP’nin Türk siyasetindeki yerinden, öneminden başlayıp, bugünkü görüntüsü ve yarına dönük neler yapması gerektiğini sorgulayarak. Bu bağlamda da gördük ki son seçimlerdeki başarıya endeksli olarak ne kadar sürer bilmem ama yine bir konsensüs havası var. Örneğin eski genel başkanlardan Hikmet Çetin’in tespitleri şöyleydi:
“CHP’n
Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla güvenli hale getirilen bölgelere yaklaşık 400 bin Suriyeli döndü. Fırat’ın doğusunda oluşturulacak güvenli bölgeye de bir milyon civarında Suriyeli’nin dönmesi hedefleniyor. Fırat’ın batısındaki İdlib’de ise olası yeni bir göç dalgasına karşı hem silahların susması hem de susmadığında hareketlenen nüfusu sınırın öte yakasında tutmaya dönük önlemler alınıyor. Yani Türkiye bir yandan geri dönüşü sağlamak, diğer yandan da Suriye’den olası göçü engellemek adına elinden geleni fazlasıyla yaptı, yapıyor. Hem de iki süper güç ABD ve Rusya’ya rağmen... Çünkü her ikisi de verdiği sözleri tutmuyor. Biri güvenli bölge konusunda oyalıyor, diğeri rejim güçlerini kullanarak İdlib’deki tansiyonu yükseltiyor. Hatta buna ABD de el altından, bazen de yekten katkı yapıyor. AB ülkeleri ise tam anlamıyla seyirci konumunda. Dolayısıyla, tüm bunlar da İdlib’deki tedirginliği ve sadece Türkiye’yi değil,
ABD ile varılan güvenli bölge mutabakatı kapsamında çalışmalar sürüyor. Ancak şu ana dek hava devriyesi diye gerçekleştirilen eş zamanlı bir iki helikopter uçuşu dışında pek fazla somut bir gelişme yok. Yani YPG/PKK’lı teröristlerin bölgeden uzaklaştırılması, oradaki tahkimatın tahrip edilmesi, ağır silahların toplanması ile kara devriyelerinin başlaması ve üs bölgeleri kurulması konuları hâlâ flu. Aksine, ABD’nin terör örgütüne silah desteğine fütursuzca devam ettiğine ve onları koruyup, kollayacağına dönük sözler verdiğine dair abuk sabuk gelişmeler de söz konusu. Dolayısıyla da görüntü daha çok ABD’nin Türkiye’yi yine oyaladığı havasında. Nitekim son olarak Savunma Bakanı Akar da bu konuya ilişkin “Türk Silahlı Kuvvetlerimizin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin B planı da var, C planı da var. Onları da uygulamaya koymaya hazırız. Gerekirse, Sayın Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi, kendi göbeğimizi kendimiz kesebilecek durumdayız” diye çok net bir uyarıda daha bulundu. Ancak
Patlamaya hazır bomba görüntüsündeki İdlib’de rejim tek taraflı ateşkes ilan etti ama ne kadar gerçekçi olacağı ve de kalıcılığı yine flu... Hem Suriye rejimine güvenilirlik sorunu hem de CIA, MOSSAD başta olmak üzere birçok gizli servisin bölgedeki radikal unsurları manipüle etme olasılığı dikkate alındığında. Yani daha önceki ateşkeslerde olduğu gibi yeniden ateşlenme her an mümkün. Dolayısıyla da yeni bir göç dalgası tehdidi hala geçerli. Nitekim sınıra yakın bölgelerde bunu doğrulayan fazlasıyla hareketlilik var. Dahası siyaset sahnesindeki uyarılar ve endişeler de buna dönük sinyaller veriyor... Örneğin Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu daha yeni İdlib’deki saldırıların devam etmesi durumunda Avrupa’ya doğru yeni bir mülteci akınının başlayabileceğini söyledi. Ki bu konuda Avrupa’daki endişe ve panik havası da bunu doğrular nitelikte. Çünkü başta Almanya olmak üzere bir çok Avrupa ülkesi öncekilerdeki gibi sert ve tehditkar üsluptan ziyade daha bir çözüm odaklı
97 yıl önce işgal ordularına karşı Kurtuluş Savaşı veren Türkiye bugün de aynı kafadaki emperyalist ülkelerin maşaları terör örgütleriyle amansız bir mücadele içinde. Özellikle de bölücü terör örgütü PKK ile türevleri PYD/YPG ve Fetullahçı Terör Örgütü’yle... Bu bağlamda da 15 Temmuz hain darbe girişiminden bu yana geçen üç yılda Fetullahçı Terör Örgütü’yle yapılan mücadelede önemli mesafeler kat edildi ama tehdit bitti demek mümkün değil. Hem kripto FETÖ’cüler hem de örgütün beyin takımına dönük fluluklar nedeniyle. Evet, yakalanan, aranan ve yurt dışına tüyen, kimlikleri saptanmış çok sayıda “İmam”, “Abi”, “Abla” var, hatta bazıları MİT tarafından paketlenip getirildi ama bu tam anlamıyla örgütün beyni deşifre edildi anlamına gelmiyor. Hele de başta ordu olmak üzere devletin tüm kamu kurum ve kuruluşlarına sızmış ama kendini saklayan daha binlerce