Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan gerilim doğrudan terör örgütleriyle bağlantılı. Daha doğrusu, ezeli dost ve müttefik(!) ABD’nin teröristlerle olan anlaşılmaz ilişkilerine odaklı. Yani lafa geldiğinde “teröre ve teröriste” karşı olduğunu söyleyen ABD samimi olsa sorunlar aşılacak. Ama ABD ne yapıyor? Hem PKK/PYD/YPG’ye hem de FETÖ’ye alenen ve inatla kol kanat geriyor. Dahası, onlara terör örgütü demeyerek, legal havası da vermeye ya da yutturmaya çalışıyor. Üstelik de ısrarlı bir şekilde. Çünkü ABD Dışişleri Bakanlığı’nın her yıl yayımladığı Terörizm Ülkeler Raporu’nun 2018 versiyonundaki PKK’nın Suriye uzantısı YPG’nin terör örgütü sayılmaması ve Fetullah Gülen’in de terörist başı değil, sürgündeki din adamı olduğu gibisinden skandal tespitler bir önceki yılda da vardı. Dolayısıyla da ABD’nin hukuk mukuk takmadığı ve teröristleri pervasızca, resmen koruma, kollama kararlılığı çok açık. Bu durumda akla gelenlerin başında da “Terör
Tel Abyad’daki insanlık dışı saldırı YPG/PKK terör örgütünün gerçek ve kanlı yüzünü bir kez daha ortaya koydu. Tabii anlayana çünkü ne ABD ne de Rusya masum sivilleri ve çocukları katleden bu alçaklara hala terör örgütü demiyor, diyemiyor… Dahası araçsallaştırdıkları YPG/PKK’yı kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor, hatta bu kirli ilişkiyi sürdürmek adına teröristleri koruyup, kollama açısından birbirleriyle yarışıyorlar. Dolayısıyla YPG/PKK’nın ABD ve Rusya’yı araçsallaştırdığı ve kendi amaçları için kullandığı gibi bir durum da söz konusu. Bunun en somut kanıtı da şu anda Suriye’de, Fırat’ın doğusunda yaşananlar. Şöyle ki; sınır emniyetini sağlamak ve Suriyeli sığınmacıların eve dönüşleri için güvenli bölge oluşturmak amacıyla Barış Pınarı Harekatı’nı gerçekleştiren Türkiye, iki süper güçle yaptığı iki ayrı mutabakatla (Ankara ve Soçi) YPG/PKK’lı teröristlerin sınırdan 32 kilometre derinliğin
ABD Temsilciler Meclisi’nin 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak tanımlaması ve Barış Pınarı Harekâtı nedeniyle Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını öngören kararıyla Amerika’nın gerçek niyeti ve yüzü bir kez daha ortaya çıktı. Tabii Amerikan siyasi sistemini iyi bilen ve buna göre örgütlenen lobi kuruluşlarının yürütme ve yasama organlarını nasıl etkileyip dizayn etmeye çalıştıkları da...
Çünkü tasarılar hem Kongre tarihinde nadir rastlanan durumla yüksek bir kabul eşiğinde geçti hem de Türk dostu olarak bilinenler dahi destek verdi. Dolayısıyla da Temsilciler Meclisi üyelerine bire bir yakın markaj olduğu çok açık ve net. Buna yanlış bilgilendirme faaliyeti ya da yekten yönlendirme de diyebiliriz.
Nitekim benzerini S-400 krizinde de yaşamıştık. O zaman da şantaj dahil her türlü kirli yol denenmişti. Şimdi de yine Türkiye aleyhine böylesine alçak bir organize faaliyet durumu söz konusu. Bunda da daha öncekilerde olduğu gibi ABD’deki FETÖ’cülerin payı
Ortadoğu’da denklemlerin değiştiği bir dönemde DAEŞ lideri Ebubekir el Bağdadi’nin öldürülmesinin hem zamanlama hem de operasyonel açıdan ABD adına çok başarılı bir istihbarat faaliyeti olduğu konusunda hemen herkes hemfikir. Tabii soru işaretleriyle birlikte. Örneğin, Bağdadi’nin Suriye’de kendisine sığınak ararken neden en emniyetli bölge olarak istihbarat servislerinin cirit attığı İdlib’i gördüğü, baskın yapılan yerin Türkiye sınırına yakınlığının özel bir anlamı olup olmadığı ya da YPG/PKK’lıların bu olayla bağlantısı ve hem lideri hem de onun yerine geçecek birinci halefi öldürülen DAEŞ’in yeni tehdit riski gibi... Dolayısıyla, bunlara bağlı olarak da fazlasıyla komplo teorileri var. Dün bu durumu eski Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanı emekli Kurmay Albay Gürsel Tokmakoğlu’na sordum. Öncelikle de “Bağdadi’yi İdlib’e YPG/PKK’lılar getirdi” iddiasını. Yanıtı şuydu:
“YPG’nin böyle bir gücü yok, bir. İkincisi, YPG’den birileri, örneğin bir iki
ABD İdlib’deki nokta operasyonuyla terör örgütü DAEŞ’in lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’yi hakladı. Hem de hava sahası kontrolünün Rusya’da olduğu bir bölgede ve ilgili ülkeleri önceden bilgilendirerek. Ama aynı ABD’nin verdiği taahhütler ve çekildiler demesine rağmen bir başka terör örgütü YPG/PKK Resulayn’da kalleşçe saldırılarına devam ediyor. Yani dünyanın en azılı teröristi Bağdadi’yi eliyle koymuş gibi bulan ve gereğini yapan ABD, YPG/PKK’lı teröristler söz konusu olduğunda bulamıyor ya da görmezden geliyor. Dahası o teröristlerin kırmızı kategoride arananlar listesindeki lideri “Mazlum Kobani” ya da “Şahin Cilo” kod adlı PKK’lı Ferhat Abdi Şahin ile kanka olmuş durumda. Dolayısıyla da terörle mücadele açısından tam anlamıyla bir çifte standart söz konusu. Bu bağlamda en çok tartışılan konuların başında da şu var:
Abdullah Öcalan’ı veren ABD asker ve sivilleri katlettiği bilinen PKK’lı bir teröristi neden koruyor? Zamanı geldiğinde
Trump’ın çağrısıyla TSK’nın harekât alanından tüyerek güneye çekilen YPG/PKK’lı teröristler hâlâ ABD’nin himayesinde. Ellerinde de ABD’nin verdiği silahlar var. Dahası, Trump terör örgütü YPG/PKK’nın sorumlusuyla yürüttüğü skandal ilişkinin dozunu her geçen gün daha da artırıyor. Yani eski başkan Obama’yı PKK’yla ortaklık yapmakla suçlayan Trump, askerler ve sivillere yönelik birçok terör saldırısı nedeniyle kırmızı kategoride aranan PKK’lı bir katille tam anlamıyla kanka olmuş durumda.
Bu arada senatörleri de pervasızca eli kanlı o teröristi ABD’ye çağırıyor. Dolayısıyla da ABD’nin PKK sevdası ve Suriye’yi parçalama niyetinden vazgeçmediği, vazgeçmeyeceği çok açık. Nitekim Trump da “Suriye’nin doğusundaki petrol sahalarında DAEŞ’in yeniden yapılanmasına izin vermeyeceğiz. Belki de şu an Kürtler (YPG/PKK) için petrol yataklarına doğru gitmeye başlamalarının zamanıdır” şeklindeki son açıklamasıyla
Barış Pınarı Harekâtı dengeleri değiştirdi ve Türkiye’nin iki süper güçle yaptığı iki ayrı mutabakatla YPG/PKK’nın terör koridoru, kantonlar birliği girişimleri falan hikâye oldu. Yani sınırında asla bir oldubittiye izin vermeyeceğini söyleyen Türkiye sahada ve masada kararlı, güçlü hamlelerle dediğini yaptı, istediğini de aldı. Bu bağlamda da Tel Abyad ve Resulayn hattındaki teröristler 120 saatte 32 kilometre derinliğin dışına çıktı, Soçi mutabakatıyla dünden itibaren devreye giren Kobani, Menbiç ve Kamışlı dahil diğer yerlerdeki terörist temizliğiyle ilgili 150 saatlik sürede de geri sayım başladı. Bu arada da ABD’den hamiliğini yaptığı, koruyup kolladığı terör örgütü hakkında “Uzun süredir NATO müttefiki olan bir ülkeye karşı Kürtleri (YPG/PKK) savunmak ya da otonom bir Kürt devlet kurabilsinler diye onlara yardım etmek üzere görevlendirilmedik” şeklinde yoldaşlıktan ayrılma havası veren sözler de gelmeye başladı. Dolayısıyla, başladığında bazılarınca “Sınırlı bir operasyon ya
Fırat’ın doğusunda bir terör devletçiğine asla izin vermeyeceğini defalarca deklare eden Türkiye bu konudaki kararlılığını Barış Pınarı Harekâtı ile sahada ve masada çok net ortaya koydu, koyuyor. Hem de ABD ve Rusya’ya rağmen. Çünkü her ikisi de bir yandan Türkiye ile müttefik gibi davranıyor, diğer yandan da biri terör örgütü YPG/PKK’yı diğeri Suriye rejimini kullanarak kendi çıkarlarına dönük çalışmaktan vazgeçmiyor. Dahası her ikisi arasında sanki gizliden bir müttefiklik havası da var gibi? Şöyle ki; mümkün olduğu kadar birbirlerine dokunmuyorlar ama birbirlerinin sahalarına girmeden bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. O sahaya giren olursa da onu bir şekilde engellemeye çalışıyorlar. Mesela Rusya da, ABD de Türkiye’nin sahada ve masada çok güçlenmesini istemiyor. Ki bunun en somut örneğini de YPG/PKK’lı teröristlerin bölgeden çekilmesi için Türkiye’ye teminat veren ABD’nin bir yandan da Rusya ile anlaşarak Menbiç, Ayn el Arap(Kobani)v