Avrupa’nın “11 Eylül’ü” olarak adlandırılan Charlie Hebdo saldırısının yankıları henüz devam ediyor.
Fransa ve Almanya başta olmak üzere Kıta Avrupası’nda yer alan ülkeler, saldırıyla birlikte bulundukları konumu hem siyasi, hem de ülke güvenliği ve istihbarat faaliyetleri açısından yeniden değerlendirmeye başladılar.
Özellikle 12 kişinin yaşamını yitirdiği saldırının yaşandığı Fransa, Magrip ülkeleri üzerindeki etkin istihbarat faaliyetlerine karşın kendisine daha uzak bir ülkeden; Yemen’den gelen bir talimat ve ekiple “radikal dinci terör eylemi”yle yüzleşti.
Charlie Hebdo saldırısı; Paris’in dünyanın elektronik sistemlerle en iyi korunan kentlerinden birisi, Fransa’nın da halen dünyanın en etkin istihbarat servislerinden birisine sahip olmasına karşın, artık hiç bir ülkenin “küresel terör eylemlerine karşı korunaklı olmadığını” gösteren acı
bir örnek oldu.
İsimler ABD büyükelçiliğinden
ABD’nin 11 Eylül’den sonra oluşturduğu birbirinden farklı
16 istihbarat birimiyle tüm dünyada “dini motifli terör grupları”na karşı her türlü istihbarat yapmaya başlaması, küresel devlerin içinde yer aldığı sistemin kendi yarattığı “radikal terör grupları”na yönelik verdiği önem açısından da mühim.
Ne ki; Magrip ülkelerindeki istihbarat faaliyetlerinde ABD’yle paylaşım yapan Fransız istihbaratının, Charlie Hebdo baskınıyla ilgili ilk bilgileri, ABD’nin Paris Büyükelçiliği’ndeki veri havuzundan aldığını hatırlatalım.
Topraklarındaki yüzde 9’luk Müslüman nüfusu kontrol edemez noktasına gelen Fransa’nın kendi yakınlarından değil de, daha uzaktan gelen bir eylemle karşılaşması, “küresel oyuncu” konumundaki ülkelerin artık daha uzaklarla ilgilenmesi gerektiğini de ortaya koydu.
Ortadoğu - Balkanlar - Orta Asya hattında, özellikle “Arap Baharı” sonrasında “küresel oyuncu” olmaya çalışan Türkiye’nin, artık “kendi ulusal güvenlik politikası”nı oluşturmasının zamanı geldiğini söylemek yanlış olmaz.
Kendi çevresine karşı son derece “duyarlı” olan Türkiye’nin, uzaklarda istihbarat yapması kaçınılmaz hale geldi. Bu kapsamda; Somali’deki Türk misyonuna yönelik Temmuz 2013’teki radikal dinci saldırıyı Fransa - Yemen ölçeğiyle düşünmek gerekir.
Suriye sınırındaki uyanıklar!
Zira, günümüzde gerçekleşen terör eylemleriyle küresel terörün geldiği nokta, aşina olduğumuz yerli terör örgütlerinin faaliyetlerinin çok ilerisine geçmiş durumda.
Küresel terör merkezinde Türkiye’yi şu anda tehdit eden en önemli terör örgütü, herkesin bildiği gibi IŞİD’dir.
Ortaya çıkan gelişmelerle, Türkiye, örgütün merkez üssü olmasa da bir geçiş noktası olarak değerlendiriliyor.
Durum böyle olunca çatışma bölgelerini içine alan 911 kilometrelik Suriye sınırı, ulusal güvenlik çerçevesinde çok önemli pozisyona ulaştı.
Suriye’ye sınır olan özellikle Kilis, Gaziantep ve Şanlıurfa hattında devletin tüm güvenlik birimlerinin her türlü olumsuzluğa karşı koordine içinde çalıştığını söylemek mümkün. Bölgede kısa dönemde yaşanan pek çok olay, MİT, jandarma, emniyet, hudut birlikleri, AFAD gibi kurumların il valilikleri bünyesinde
“tam koordine” ile çalışmasını zorunlu hale getirdi.
Özellikle IŞİD’e insan kaynağını sağlayan ve sınır hattında oldukça aktif çalışan insan kaçakçılarına karşı devletin bazı önlemleri alması ulusal güvenlik politikası kapsamında “kaçınılmaz” hale geldi.
İnsan kaçakçılarının son taktiği
Şu anda Kilis - Gaziantep - Şanlıurfa hattında para karşılığında Suriye’den Türkiye’ye ya da Türkiye’den Suriye’ye adam kaçıran insan kaçakçılarının çok yeni bir taktiği kullandıkları belirlendi.
Bilindiği gibi, halen sınır hattında her ne kadar karşıda bir devlet olmasa da, Türkiye açısından 1. ve 2. derecede askeri bölge uygulaması devam ediyor. 1. derece askeri bölge, sınır boyunda “tampon bölge” olarak tanımlanabilen mayınlı alanı,
2. derece askeri bölge ise bu tampon bölgenin Türkiye’ye doğru daha iç kısımlarını niteliyor. Ancak, sınır boyunun konumu nedeniyle, köylerin kurulu bulunduğu alanlar ile her iki askeri bölgelerin yakınlığı kimi yerlerde iç içe geçiyor.
Hâl böyleyken, bölgedeki istihbarat birimleri, insan kaçakçıların yeni bir taktik geliştirdiğini tespit etti. Buna göre, insan kaçakçıları, 1. ve
2. askeri bölgelerin eşiğindeki yerleşim alanlarındaki özellikle “sahipleri arasında sorun bulunan” arazileri ve bahçeleri düşük bedelle kiralamaya başladı.
Ellerinde resmi anlaşmalar bulunan insan kaçakçıları, böylelikle sınır hattında görev yapan resmi ve sivil güvenlik birimlerinin kontrolünden “yasal olarak” kurtulmanın yolunu buldu. Güvenlik kontrolü yapan askeri birlik ya da polis ekiplerine ellerindeki resmi kiralama bölgesini gösteren insan kaçakçıları, sınır hattında kolayca insan kaçırmaya devam ediyor.
Suçüstü yakalanmamaları halinde şüpheli konumunda takip edilen insan kaçakçılarının bu faaliyetlerinin önlenmesi için CMK 100. maddedeki katalog suçlar içine “insan kaçakçılığı ile mücadele” konusunun da acilen konulması gerekiyor.