Tolga Şardan

Tolga Şardan

tsardan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili yürüttüğü soruşturma, her geçen gün yeni boyut kazanıyor. Soruşturmanın “işin renginin değiştiği”ni gösteren emareler taşıması, özellikle cinayette ihmali olduğu öne sürülen polis müdürlerine olay hakkında yeni bilgileri hatırlatıyor.
Polis müdürlerinin verdikleri ifadeler, cinayetten hemen sonra başlatılan adli ve idari soruşturmalardaki ifadelerden kısmen farklı olunca soruşturmada “yeni boyut” kaçınılmaz oluyor.
Her ne kadar, yeni soruşturmada işin ciddiyetinin anlaşılmasıyla birlikte polis müdürleri doğrudan birbirlerini suçlamaya başladılarsa da, ifadelerin satır aralarında gerçekleri görmek mümkün.
Şöyle ki; yeni soruşturmada şu ana kadarki en önemli ifadeler; Dink cinayeti sırasında İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler ile aynı dönemde Ankara’daki Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda dini motifli terör örgütleri olarak tanımlanan yasadışı sağ örgütlerle ilgilenen “C” Şube Müdürü olan Ali Fuat Yılmazer’in ifadeleri olarak görülebilir.

İyi okunamayan süreç
AK Parti’nin hükümet olmasının ardından 2003’te özel atama ile İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü olan Güler, kariyerinin 20 yıla yakın bölümünü emniyetteki istihbarat hizmetlerinde geçiren “çekirdekten” istihbaratçı. Dolayısıyla sadece emniyetin değil, istihbaratla ilgilenen diğer devlet kurumlarının çalışmalarını yakından biliyor.
Bu çerçeveden bakıldığında; Güler, Dink’e yönelik tehditleri algılayamayacak bir konumda olmadığı gibi tehditler ve risk algısının arttığı dönemde Dink’le ilgili en küçük yazı veya bilgiye de kayıtsız kalması düşünülemez. Ancak, Güler’in ifadesinde, bu konuda Trabzon’dan gelen yazıya, şubeye yılda gelen 200 bin yazıdan birisi olarak “rutin yazı” muamelesi yapıldığını açıklaması, ulusalcı olarak tanımlanan kitlelerin tepki ve eylemlerini artırdığı bir dönemde sürecin iyi okunamadığının işaretidir.
Kaldı ki; Güler’in, yine ifadesinde, Trabzon’dan gelen ve Dink’e eylem yapılacağını bildiren yazıyı dönemin Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’a gösterecek kadar “önemli olmadığı”na belirtmesi dikkati çeken başka bir nokta. Bu durumun, cinayetten bir süre önce, İstanbul’da Orhan Pamuk’un TCK 301’den yargılandığı davaya gelişi sırasında uğradığı saldırı sonrasında yapılan idari soruşturmada “görevden alınması” gündeme gelen Cerrah’a aktarılmamasının, Güler gibi geçmişten beri İstanbul’a hakim olmuş bir istihbaratçının mantığında açıklamak mümkün değil.
Ayrıca, Dink’e yönelik eylemde adı geçen Yasin Hayal’in ağabeyi Osman Hayal’le ilgili gelen yazıya karşın, kendisinin ya da şubenin Yasin Hayal’in geriye dönük arşiv kayıtlarını incelememesi de soru işaretlerine neden oluyor. Zaten, savcı da bu soru işaretini gidermek amacıyla Güler’e bu konuda yönelttiği soruya “hayır” yanıtını aldı.
Güler’in haklı olduğu bir taraf var ki; o da Trabzon’dan, İstanbul ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderilen yazıların içeriğinin birbirinden farklı olması. Ankara’ya gönderilen yazıda, Dink’e yönelik eylemin risk algısı yüksek tutulurken, İstanbul’a gönderilen yazıda durumun daha düşük profilde gösterilmesi soruşturmanın önemli noktalarından birisini oluşturuyor.

Abi-kardeş istihbaratçılar
Daire Başkanlığı’nda uzun yıllar görev yapan ve son olarak “C” şube müdürü olan Ali Fuat Yılmazer’in konumu fazlasıyla dikkat çekici. Emniyet istihbarat camiasında birbirini iyi tanıyan iki istihbaratçının, aynı zamanda Şanlıurfa’daki doğu görevi sırasında içtikleri su ayrı gitmeyen ast/üst ilişkisinde iki yıl beraber çalışmaları, “aldıkları nefesi bile bilmeleri” açısından önemli.
Bu noktada, Yılmazer’in ifadesindeki bir açıklamanın altını çizmek gerekiyor. Yılmazer, Trabzon’dan yazının geldiği sırada kendisinin daire başkanı ile yurtdışı görevde olduğunu açıklıyor. Yazının geldiği 17 Şubat 2006’dan sonra yazının kendisine sunulmadığını iddia eden Yılmazer gibi bir istihbaratçının, hele ki, bir tarafında yıllardır tanıdığı ve birlikte çalıştığı “bir ağabeyinin” bulunduğu olayla ilgili 11 ay boyunca bilgisinin olmaması da düşünülemez. Yılmazer’in, belki resmi olarak bu gelişmelerden bilgisi olmadığı görülebilir, ancak gayriresmi biçimde bilgisinin olmaması, istihbarat sistemi içinde pek akla yakın gelmiyor.
Her iki şüpheli polis müdürünün ifadelerinde; ulusalcı akımların ülke gündeminde yeraldığı bir süreçte, “tehdit edildiği bilgilerini bildiklerini söyledikleri Dink”le ilgili olarak 11 ay boyunca neden geriye dönük işlem yapmadıklarının mutlaka mantıklı bir açıklaması olmalı. Ayrıca, Güler’in ifadesinde iddia ettiği; cinayetten sonra Yılmazer’in İstanbul’a yaptığı sır ziyaretin de izinin sürülmesi lazım.

Ergenekon çalışmaları
Devletin istihbarat hizmetlerinin varoluş amacı, olayların yaşandıktan sonra değil, yaşanmadan önlenmesini sağlamaktır. Her iki ifadenin satır aralarına bakıldığında, tarafların birbirlerini suçlamaları yerine, doğru dürüst hiç bir işlem yapılmayan 11 ayın hesabını vermeleri gerekiyor.
Kanımca; Dink’e yönelik saldırının önlenmesi çerçevesinde yapılması gereken istihbarat çalışmaları, Ankara’daki İstihbarat Dairesi’nde Ergenekon’a hazırlık süreci, İstanbul’da ise borsacılara yönelik yürütülen çalışmalara kurban gitti. Soruşturma savcılığı, bugün dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay’ın ifadesini alacak. Altay’ın, olayın Trabzon bölümündeki açıklıkları giderecek bilgileri vermesi bekleniyor.