Ayazma’ya çıkıp gürül gürül akan çağlayanın altında her türlü gürültüden uzak bir atmosferde alabalık yemek, bu ayların en büyük keyfi olabilir. Tam düşlerinizde yaşamak istediğiniz bir yer burası...
Geçen hafta Kaz Dağları’nda derin bir nefes aldım. İliklerime kadar çektim bol bulduğum oksijeni. Kaz Dağları’nın, Alpler’den sonra yüzde 21.9’luk oksijen oranıyla dünyada ikinci sırada olduğu söyleniyor yıllardır. Dağdaki rüzgarların yarattığı hava akımı, astım ve bronşit hastalıklarından muzdarip olanlara ilaç niyetine tavsiye ediliyor.
Ayazma’ya çıkıp gürül gürül akan çağlayanın altında her türlü gürültüden uzak bir atmosferde alabalık yemek bu ayların en büyük keyfi olabilir. Doğal maden suyundan litrelerce içebilirsiniz.
Zeytinbağı Oteli
Hani Avrupa’yı gezen gezginlerimizin dillerinden bazen düşürmedikleri yerler vardır. İşte tam düşlerinizde yaşamak istediğiniz bir yer burası. Restoran bölümüne eski bir kılavuz çekici gemiyi kondurmuş Erhan Bey. Edremit Körfezi’nin eşsiz güzelliklerini izleyerek, birbirinden güzel yemekler yiyorsunuz. Damakları çatlatan bir lezzet furyası var burada. Çilek soslu sirken, tütsülenmiş lor, sarhoş köftesi, lor köftesi, zeytinyağlılar,
Saroz Körfezi, Ege Denizi ve Akdeniz’de yaşayan sinarit balığının öyküsünü, ünlü öykücümüz Sait Faik Abasıyanık’ın ağzından hiç dinlediniz mi?
“Beş sandal ocak ayının bir lodos akşamı balığa çıkar. Denize kırmızı renginin türlüsü yayılmış, ölü dalgalar, sandalları ağır ağır sallıyor. Oltalar bekliyor, insanlar susuyor. Ömrü boyunca yalnız yaşamış Sinağrit Baba, hiç evlenmemiş, hiç konuşmamış ama kovuğundaki zümrüt pencereden ne facialar seyretmiş, ne oltalar kopartmıştır. Bu akşam kimin oltasını seçmeli de artık bitirmeli bu yorucu ömrü, diye serzenişte bulunmuş. Bir gün sırtı renksiz, yapışkan ve parazitli bir canavar vatozun dişine bir tarafını kaptırmak var sonunda. İyisi mi, bu zaferle dolu ömrün sonunu beyaz şarapla muhteşem bir sofraya kurmalı. Suların üstündeki başka dünyada yaşayan bir kıllı yaratığa kendisini teslim etmeli. Sinağrit Baba oltalardan birini koklar. Bu gözü aç balıkçı Hristo’dur, içinden pazarlıklıdır. Sinağrit Baba fukaralıkta gururu sever. Diğer olta, balıkçı Hasan’ındır. Onu da geçer çünkü Hasan korkaktır. Sinağrit Baba cesur insanlardan hoşlanır. Bir başka oltaya kafa atar. Balıkçı Yakup iyidir, hoştur ama kıskançtır. Kıskançları sevmez Sinağrit
Ağırlık ve boylarıyla denizlerde ayrı bir hava estiren orkinoslar, palamut ve toriğin de dahil olduğu ton balıkları familyasından. Ayrıca suşinin de vazgeçilmez maddesi
1990’lı yıllarda Genelkurmay Karargâhı’nda yemek işleriyle uğraşırken bir deniz subayı balık mönüleriyle çok ilgilenirdi. Denizaltıcıydı. Türkiye sahillerini karış karış bilir, her balığı tanırdı. Atama döneminde Tokyo’ya Askeri Ataşe oldu. Giderken kendisine söz verip ziyarete geleceğimi söylemiştim. Kısa bir süre Tokyo’ya görevlendirilince sözümü tutmuş oldum. Sabah öğle akşam suşi, sashimi, teppanyaki gibi Japon mutfağından balıklarla ilgili tüm yemekleri deniyorduk.
Tsukiji Balık Hali
Nedim Bey’le birlikte dünyaca ünlü Tsukiji Balık Hali’ne sabahın erken saatlerinde gidiyor, orkinosların açık artırmayla satışını izliyorduk, uçsuz bucaksız dünya nimetleri bizi çok etkiliyordu. Balık halinin etrafında pek çok toptancı vardı. İşlenmiş deniz ürünlerini orada görmek, bu kadar çok çeşitle karşılaşmak, balıktan yapılan şeker, kraker gibi ürünlerle tanışmak bizi çok şaşırtıyordu.
Bodrum’a uğradım geçen hafta. Kardak kayalıklarının üzerinde gün batımını izlerken aklıma Yunanistan’la çipuralar yüzünden yaşanan gerginlik ve olası savaşı önleyen İnal Batu geldi
Balık sezonu büyük umutlarla açılıyor yine. Boğaz’daki defile başlıyor. Podyuma ilk çıkan palamut, bu yıl çok nazlı geliyor. Lüfer kuliste bekliyor. Yağlandı, büyüdü, görücüye çıkmaya hazır. Her yıl bu seremoniyi izleriz. Bazı yıllar palamut az olur, lüfer fazla, bazı yıllar tersi. Doğa olayları, plankton rezervleri belirler bu dengeyi.
Yaza veda etmeden Bodrum’a uğradım geçen hafta. Gümüşlük’te gün batımını Kardak kayalıklarının üzerinde izlerken birdenbire içim sızladı. Uzak geçmişi imgeleyen belleğim çipuraların yüzünden bir zamanlar nasıl savaş eşiğine geldiğimizi, yakın geçmişi imgeleyen belleğimse yeni kaybettiğimiz tonton büyükelçimiz İnal Batu’yu anımsattı.
Neden kardak?
Her deniz ürünü Türkiye için ayrı bir değer taşır. Hepsi özgündür. Birini, diğerine tercih ederken diğerini bir kenara atamazsınız. Ege’nin Afrodit’i çipura, neredeyse iki ülke arasında savaşa neden olabilecek kadar önemli bizim için.
Yunan balıkçılara göre çipuralar üremek için dibi kumluk olduğundan Kardak
Çocukluğumuzda deniz gözlüğü ve şnorkel kullanmak bile lükstü. Şimdiki gibi dalgıç elbiseleriyle, tüple dalış bir elin parmağıyla gösterilecek kadar azdı. Koskoca Çanakkale’de beden terbiyesine ait 4 pirat (orta boy yelkenli) vardı. Daha sonra 4 optimist (en küçük yelkenli) katıldı filoya! Ama ben lisansımı çıkardığım halde o yıl Kuleli’yi kazandığım için keyfini çıkaramamıştım. Deniz meraklılarının yaşantıları olanaksızlıklar nedeniyle yetersiz kalıyordu. O zamanlar beden terbiyesinin deniz görmemiş müfettişleri kayıkhaneyi teftişe geldiklerinde, 600 metrekarelik yelkenlilerin ve yarış kayıklarının bulunduğu barınağı çok beğenip, “Akıntı, dalga yok burada. Yarışmalara kolay hazırlanıyordur gençler, güzel bir antrenman yeri” dediklerini dün gibi hatırlıyorum.
Avlamak için zıpkın ve tel gerekir
Çanakkale Boğazı’nda akıntı ve rüzgarı arkanıza alıp gitmek kolaydır ama dönüşü yorar. Hamidiye Tabyası önlerinde güç toplamak zorunda kalırsınız. İşte bu esnada yosunlu bölgede pina, kumlu bölgede sülünes çıkarmak en büyük zevkimdi. Pinalar için gözlükle dalış yeterli oluyordu. Sülünesler için sadece zıpkın veya tel gerekiyordu.
Sülünes, kumlu zeminde gömülü yaşar. Böylece
Protein deposu mavi yengeçlerin diyarı Dalyan’ın yolunu tuttum geçen hafta. Dalyan Resort’ta yediğim mavi yengeç, bana ülkemizin güzelliklerine, değerlerine çok geç kalmadan sahip çıkmamız gerektiğini bir kez daha hatırlattı
Yengecin annesi kızına demiş ki, “Kızım niçin öyle yan yan yürüyorsun?” Kızı cevap vermiş, “Anne düş önüme de doğru yürümeyi öğret bana!” Yengeçler, yampiri yürüyüşleriyle çok ilginç canlılardır. Denizlerin yaramaz çocukları birbirleriyle kavga edip kollarını, bacaklarını koparır. Ama rejenerasyon yetenekleri sayesinde
tekrar eski uzuvlarına kavuşurlar.
Bize benzerler
Yakaladığınız yengeçleri kovaya bırakırsanız kapağını kapatmaya hiç gerek duymayacaksınız. Çünkü hiçbiri kaçamaz. Yukarı çıkmak isteyenin hemen ayağından çekip aşağıya alırlar. Bu sempatik canlılarla ilgili bakış açımı ilk kez Malezya’da değiştirdim.
1996’da Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da bir restoran açma ve Türk mutfağını tanıtma girişimim olmuştu. Akşamları en keyif aldığım iki şeyi yapmadan uyuyamazdım. Fatty Crabs isimli restoranda ballı hardal soslu yengeç yemek ve bowling oynamak. 1.5 saat kuyrukta bekleyip lezzetle dans ettiğim akşamlarda aynı kuyrukta Malezya’nın
Halk arasında “kupa”, “lopa” ve “gopes” olarak bilinen kupes, denizin en arsız balıklarından biri. Avınız için hazırladığınız yeme musallat olur
Güzel bir hafta sonu hem iyi vakit geçirmek, zihnen dinlenmek, hem de avlanmak için nevaleyi hazırlayıp balığa çıktınız. Sahilden çipura ve karagöz niyetine oltayı yemleyip denize salladığınızda eğer olta kısa düşerse, derin olmayan sığ bir yere denk gelirse vay haline oltanın ucundaki o güzel yeme. Tekneyle derinde mercan avına çıktıysanız yine oltanız dibe geldiğinde onu üst sulardan itibaren takip eden balıklar yemi didikler de didikler, oltada tık olmaz ve uzun süre beklersiniz. Kontrol etmek için çektiğinizde yemin bittiğini görürsünüz. Yemi kim yedi diye hiç merak etmeyin. İşte halk arasında “kupa”, “lopa”, “gopes” diye anılan, büyük balık yakalamak isteyen avcıların başına musallat olan, kıyıların arsız balığı kupestir yeminizi çalan.
Avlanması kolaydır
Kupes avına çıktıysanız iskeleden kurşunsuz sinek oltasının ucuna ekmekleri takıp salıverin. Biraz da fazlaca ekmek atın denize. Sürü halinde gezen kupeslerin hepsi gelsin. Çok fazla beklemeden yukarıya alırsınız.
Aslında izmarit familyasından olan kupes balığı,
Akdeniz bölgesinin tabii servetlerindendir akya balığı. Son derece çevik, kıvrak ve yırtıcı bir balık olan akya bazı bölgelerde “beyaz balık” diye de adlandırılır
Yaz aylarında Akdeniz sahillerinde turistik tekne turu yaparken; canınız balık yakalamak istediğinde teknenin arkasından rapalayı veya kaşık dediğimiz metal parlak oltayı suya bırakıverin. Şanslıysanız biraz sonra misinanız gerilir ve bir balık yakalanmıştır. Kaptandan rica edip hemen motoru durdurmasını istemezseniz veya denize bırakacak biraz fazla misinanız yoksa misina kopacak ve yakaladığınız balık
kaçacaktır. Hiç merak etmeyin,
yakaladığınız ama göremediğiniz balık büyük bir olasılıkla halk arasında “kuzu balığı” olarak anılan akya balığıdır.
Kofanaya benzer
Yırtıcılığından ve vücut yapısından dolayı lüfere benzediği için bazı balıkçılar tarafından kofana irisi olarak tanımlansa da uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Lezzet açısından aralarında uçurum kadar fark vardır. Balık sürülerine acımasızca saldıran akya, iki çenesinde, damağında ve dilinde bulunan dişleriyle onları parçalayıp yer. Sırtında ilk sırt yüzgecinin yerine sekiz tane birbirinden ayrı diken vardır ve biri baş tarafına doğru