Oyuncu İlker Kaleli, milyonlarca mülteciye, “Öz kimlik yani ben, doğup, büyüdüğün, konuştuğun yerdir. Ve ‘ben’i geride bırakıp gitmek, bilerek ve isteyerek yapılan bir şey değilse, çok travmatiktir. Bunu yaptıran tek şey kalıyor geriye, hayatta kalma güdüsü” sözleriyle tercüman oluyor
İlker Kaleli, bir göç hikayesini anlatan Kayıp Şehir’de canlandırdığı İrfan karakteriyle gönüllerimizde yer etti. Şimdi Kanal D’de yayınlanan ‘Poyraz Karayel’ dizisi de fenomen oldu. Dizi, oğlunu arayan işlemediği bir suç yüzünden polislikten uzaklaştırılmış bir babanın mafya ile olan zorunlu işbirliğini anlatıyor. Poyraz, mafya babasının kızı Ayşegül’e aşık oluyor ve derdi birken iki oluyor. Dizinin başlarında tek amacı oğlunu alıp uzaklaşmak iken buna sevdiği kadın da ekleniyor.
Röportaj öncesi serum
Röportaj için buluşacağımız gün gayri insani koşullarda çalışan birçok dizi oyuncusu gibi hastaydı. Buluştuğumuzda serumunu yeni yemişti. Beklenmedik şekilde yağmur bastırınca dış çekimi iptal edip yakındaki Ritz Carlton Otel’e yöneldik. Önceden bilgi vermememize karşın bizi sıcak kış çayları ile şımartan, çekim yapmamız için suit oda açan Ritz Carlton’ın şeker PR Direktörü, rahmetli Ekrem
Türkiye nasıl başa çıkılacağı belirsiz yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya. Dışarıda ise olumsuz algıları, doğru olgularla değiştirmeye çalışıyor. Paris’teki resmi temaslarına eşlik ettiğimiz AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır, önceki hafta gerçekleştirdiği Roma temaslarında gündemin ana başlığının Mülteci krizi iken Paris’te terör konularının masaya yatırıldığını söyledi. Bu noktada Bakan’a en çok Güneydoğu ve insan hakları ihlalleri soruldu. Son iki yılda art arda gelen seçimler nedeniyle siyasilerin AB ülkelerini ziyaret edemediği gerçeğini hatırlatan Bozkır, “Görüyorum ki buralarda yanlış algılar oluşmuş, olumsuz bir tablo ortaya çıkmış. Paris’te terör ağırlıklı sorulara muhatap olduk. Konuşarak, belgelerle ortaya koyarak, bu yanlış algıları doğru bilgilerle değiştirmemiz mümkün olacak” dedi.
Dosyayı elinden düşürmedi
Bakan Paris’te parlamento üyeleriyle temasları boyunca içinde belgelerin, fotoğrafların olduğu ‘kırmızı bir dosyayı’ elinden düşürmedi. Bizimle de paylaştığı bazı fotoğraflar, karşı algı oluşturmaya yönelik görüntüler taşıyordu. Çatışma yaşanan şehirlerde, rögar kapaklarının altından çıkan devasa cephanelik görüntüleri gibi. Paris temaslarını değerlendiren
Son yıllarda neredeyse durma noktasına gelen AB ile müzakere sureci yeniden hızlandı. Neredeyse her hafta bir Avrupa ülkesini ziyaret eden AB Bakanı Volkan Bozkır’ın gündemi de haliyle yoğun. Peki, Türkiye, son yıllarda kendisini zirvelere dahi davet etmeyen AB’nin bir anda yeniden nasıl gözdesi haline geldi? Dün Paris temaslarına eşlik ettiğimiz AB Bakanı Bozkır, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki paradigmanın değişmesine götüren süreci detaylarıyla su şekilde paylaştı: “Biri ekonomik boyuttur. Yıllarca Avrupa Birliği’ne, Maastricht kriterlerine uyan bir tek Almanya var. Maastricht kriterlerine uyulmadığı takdirde euro’nun çökmesi mukarrerdir. Yunanistan çöküyor, İtalya, İspanya, Portekiz, İrlanda zorluk içine düşecekler. Oysaki dünya en büyük ekonomik krizini yaşarken aldığımız doğru önlemlerle biz rakamları üçe katlayabildik. Dolayısıyla sizin bu krizden çıkabilmeniz için Türkiye önemli bir unsurdur. Türkiye’ye yatırım yapmadığınız takdirde yani Avrupa Birliği dışına yatırım yapmadığınız takdirde bu sorundan çıkamazsınız. Her şeyden önce gümrük birliği ilişkisi var. Bugün 14 bin 300 kalem mal mübadele ediliyor. 150 milyar dolar ticaretimiz var. Ve şimdiki yeni paradigma
1970’li yıllar, Ankara... İki genç Yükseliş Üniversitesi’nde makine mühendisliği okuyor. Okul birincisi genç, okulun en popüler kızına aşık. Zaten kız, sınıftaki tek kız öğrenci. Delikanlı sevgilisini arkasına oturtuyor, sınavlarda kopya veriyor. En yakın arkadaşı kendisine kopya vermediği için içten içe kızıyor sınıf birincisi dostuna.
Üniversite bitiyor, okulda asistan oluyor üç arkadaş da. Ege Üniversitesi’nde endüstri mühendisliği bölümünde yüksek lisans yapıyorlar. Para pul ne gezer, her hafta otobüse binip İzmir’e okula gidiyorlar bir iki gün için. Genç adam evli artık, kız hamile üstelik. İzmir seyahatlerinde çantasına elma koyuyor, acıktıklarında eşi ve arkadaşına vermek için.
Temelleri atılıyor
İki arkadaş da biz aç değiliz deyip, kıza İzmir’de çorba içiriyor, kendileri ise simit yiyor. Sonrasında kız üniversitede asistan olarak kalıyor, delikanlı ise yanına arkadaşını ve Yasin Ekinci’yi de alıp bir proje şirketi kuruyor. Üçüncü havalimanını yapan, milyar dolarlık Limak’ın temelleri böyle atılıyor. Öyküde okul birincisi Nihat Özdemir; kopya verdiği, ders parasıyla düğün yapabildiği kız, hafta başında kaybettiği sevgili eşi Gülseren. Gülseren Hanım’ın karnındaki
Koç’un cenazesinde ve taziyesinde ‘halkın’, Koç Ailesi’ni yalnız bırakmadığını gördüm. Halkın sadece TV, gazete ve sosyal medyadan takip ettiği bir ‘patronu’ bunca sevmiş olmasının, Koç Ailesi’nin bu büyük acı karşısında bir nebze olsun teselli bulmasını sağladığını umuyorum
Önceki gün Mustafa Koç’un taziye sırasında önümde duran hanım, “Caroline Hanım hangisiydi?” diye sorunca yüzüm ekşidi. Taziye odasına girerken bu kez yaşlıca bir beyefendinin bize yöneltiği, “Rahmi Bey mi büyük ağabey yoksa İnan Bey mi?’’ sorusuna da anlam veremedim. Nice sonra anladım ki Mustafa Koç’un taziyesinde bildiğimiz, tanıdığımız insanların yanı sıra onu çok seven ama hayatında hiç görmediği insanlar vardı; halk...
“Hangisi büyüktü?” diye soran adam önümde taziyelerini sunup efendice merdivenlerden çıkıp gitti. Anladım ki Mustafa Koç başka bir kademeye çıkmıştı. Her insana nasip olmayacak bir kademe. O noktadan sonra tanıdığım insanları bırakıp tanımadığım insanlarla konuştum. Anladım ki bu halk onun gülümsemesini, dolu dolu konuşmasını, kameralar karşısındaki babacan duruşunu çok sevmiş. Bir de tabii sosyal medyanın sanalda da olsa sınıfsız bir dünya yaratmış olmasının bu yakınlıkta payı
TV dizilerine kiralanan mekanlar için ödenen paralar, oyuncuların aldığı ücretlerle yarışıyor. Dizi senaryoları ise evlerin dizaynına göre yön buluyor. Bu durumun, stüdyo yatırımlarının sektörün ihtiyacını karşılayacak düzeye ulaşmasına kadar sürmesi bekleniyor
Türk dizileri her gün bir vesile ile gazetelerin baş sayfalarında. En çok da oyuncularının aldığı ücretlerle... Halit Ergenç, Meryem Uzerli gibi isimler bölüm başına 70-80 bin TL gibi ücretler alıyor. Bu yüksek ücretler, Türk gençlerinin kimyasını bozmuş durumda! Herkes oyuncu olmak, voliyi vurmak istiyor. Ancak dizilerde parayı asıl kapan oyuncular değil evler! Eğer paşa dedenizden şöyle içinde entrika yapmaya müsait mimarinin olduğu bir ev kaldıysa yırttınız. Odalarda konuşulanları dinlemeye yarayacak merdivenler, ev ahalisine paralel entrikalar yaşayan çalışanların göründüğü geniş bir mutfağınız varsa, hele bu ev bir de şehir merkezinde ise ömür billah iki kuşak çalışmanıza gerek yok.
Konağınız, yalınız, köşkünüz, Riva, Polonezköy, Gebze, Küçükçekmece’de geniş bahçe içinde görkemli bir eviniz yoksa sakın üzülmeyin. Çünkü rezidanslar revaçta. Zira son dönem Türk dizilerinde esas oğlanların hepsi çok zengin, çok
Tatil için geri sayım başladı. Notlar ne olursa olsun çocuklarınızı testlere boğmayın. Oya Eczacıbaşı, çocukların kuramsal bilgileri sanatla deneyimlemesini öneriyor. Bunun için müzeler, sergiler, tiyatro ve sinemalar sizi bekliyor
Öğrencilerin yarıyıl tatiline girmelerine sadece beş gün kaldı. Çevremden gözlediğim kadarıyla pek çok aile yarıyıl tatili için çeşitli planlar yapıyor. Bazıları kış sporları merkezlerinde yer ayırtmış. Büyük bir çoğunluğun ise çocuklarına “tatil armağanı” olarak test kitabı aldığını görüyorum. İnsaf! “Bu çocuklar hiç mi başka bir şey yapmayacak?” dediğimde, “15 gün boyunca okul yok. Okul zamanı tartışma nedeni olan internette bol bol sörf yapabilirler. Arada da sinemaya, AVM’ye gideriz” yanıtını verenler oldu.
Oysa iyi planlanırsa küçük bütçelerle hem unutulmayacak bir tatil yaşanabilir hem de çocukların ikinci yarıya zımba gibi başlamaları sağlanabilir. Bunun formülü kültür-sanat. İstanbul Modern Sanat Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı da benimle aynı görüşte, “Sanat, okulda öğrenilen kuramsal, bazen anlaşılması güç olan bilgilerin deneyimlenebildiği bir öğrenme alanı da yaratır” diyor. Eczacıbaşı ile sanatın çocuklara kazandırdıklarını
Yaklaşık 40 yılda oluşturduğu sikke ve antik obje koleksiyonunu İzmir’deki Arkas Sanat Merkezi’nde sergileyen işadamı Muharrem Kayhan, “Aslında koleksiyon benim değil, Türkiye’nin. Ben yedieminiyim. Muhafaza ediyorum sadece” dedi
İşadamlarının disiplini, tutkularının kendini belli ettiği alanların başında gelir koleksiyonculuk. TÜSİAD Eski Başkanı Muharrem Kayhan da onlardan biri. Kendisine düğün hediyesi olarak gelen tarihi kesik mermer bir kafayla başlamış koleksiyonculuğa. Bugün uluslararası arenada bilimsel çalışmalara imza atarak sürdürüyor koleksiyonculuğu.
İş dünyasını kültürel varlıklara sahip çıkmaya davet eden Kayhan, özel koleksiyonculuğa ve özel müzelere ilginin artması amacıyla antik sikkelerinin önemli bir bölümünü İzmir’deki Arkas Sanat Merkezi’nde sergiliyor.
İzmirli işadamı Lucien Arkas’ın davetlisi olarak sergiyi görmeye gittik. Önce, İzmir Torbalı’daki Lucien Arkas Bağları’nda bulunan LA Mahzen’e götürdü bizi Lucien Arkas. LA Mahzen, dünyanın sayılı yayın evlerinden İsviçreli Braun Publishing tarafından yayınlanan, “Sömelye’nin Cenneti: Dünyanın En İyi Mahzenleri” isimli kitaba adını yazdırmış. Dünyanın en iyi sömelyesi unvanına sahip İtalyan Paolo