Ebru Özdemir, başta Sabiha Gökçen Havalimanı olmak üzere Türkiye’yi yeniden inşa eden milyarlık işlerin yüklenicisi Limak Yatırım Grubu’nun en tepe koltuğunda oturuyor. Gerçi “oturuyor” sözcüğü ona hiç uygun değil. Çünkü oturmuyor! Bir gün üçüncü havalimanı şantiyesinde, bir gün yurtdışında iş seyahatinde, bir gün Ankara ofisinde, bir gün Doğu’daki çimento fabrikalarında…
Bir taraftan da sosyal sorumluluk projeleri yürütüyor. Bu projeler içinde öne çıkanı “Türkiye’nin Mühendis Kızları” projesi. Adı bile ilginç, çünkü Türkiye’de kadın mühendis sayısı parmakla sayılacak kadar az. Ancak kendisi de bir mühendis olan Ebru Özdemir için mühendislik, matematikle düşünme bir yaşam tarzı. Bütün ailesi mühendis. Ama onun rol modeli olan mühendis, yakın bir süre önce kaybettiği annesi. Annesini anlatırken, onun işine bağlılığı ile birlikte sosyal yönünün ne denli güçlü olduğunu vurguluyor. “Projeyi hep onu düşünerek şekillendirdik” diyor.
Bu yoğun temposunun yanında iki de çocuğu olan Özdemir, iş hayatında bazen yakından, bazen uzaktan izlediğim iş insanlarından. Bir Kosova seyahatimizde oğlu ile facetime üzerinden yaptığı konuşmaya tanık olmuştum. O konuşmada, o gün okulda olanlar
Beyoğlu, İstiklal Caddesi, Türkiye’nin misafir odası, vitrini... Kültürün, sanatın, alışverişin, turizmin, piyasanın kalbinin attığı bu cadde günün her saati ‘yaşar’. Hele hafta sonları... “İğne atsan yere düşmez” sözü burada vücut bulur, 3 milyon kişilik bir insan nehri caddeden akar zira.
Balo Sokak’ta gerçekleşen hain saldırı sonrasında ilk birkaç gün İstiklal hiç olmadığı kadar ıssızdı. Önceki haftadan itibaren Beyoğlu yeniden hareketlenmeye başladı. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan saldırının olduğu günden beri sokaklarda, esnafa moral veriyor, insanlarla konuşuyor. Çocuklarıyla da yürüdü İstiklal’de. Kendisini ziyarete gittiğimde yine sokaklarda dolaşalım, ‘sokak röportajı’ yapalım dedi, bu kez beraber turladık İstiklal’i... Ertesi gün Okan Üniversitesi’nin Beyoğlu kampüsünün açılışı için yine gittim İstiklal’e. Yüksek lisans, doktora programları ve sürekli eğitim merkezinin olacağı kampüste 400 öğrenci okuyacak. Cadde yine kalabalıktı. Esnafın şikayeti var tabii, ciroların yarıya yarıya azalmasından yakınıyorlar.
Ancak bu İstiklal’e has bir konu değil, ülkenin içine girdiği ortamda genel anlamda bir yavaşlama var.
Ortadoğu’da sınırların değişmesine varan çatışmalar, Avrupa’da ve Türkiye’de metropollerde arka arkaya patlayan bombaların olduğu bir ortamda Türkiye’ye yabancı girişi neredeyse durmuş durumda. Turizmde de son senelerin en kötü dönemi yaşanırken yabancı yatırımcı girişleri her zamankinden daha değerli.
Bu ortamdan etkilenmeyen, Türkiye’nin yaşanan kötü günlere karşın dinamiklerini bilen yatırımcılar ise Katar’dan çıkıyor. Katarlılar banka, gayrimenkul, lojistik sektöründe yatırım yapmak konusunda istekliler. Onlardan birisi de Katarlı Profesör Abdullatif Al Meer.
30 yıllık bankacılık kariyeri boyunca birçok Katarlı kuruluş adına çeşitli ülkelerde yatırımlar yapan Al Meer, QInvest CEO’su iken geliştirdiği, 310 metrelik yüksekliği ile Avrupa’nın en yüksek gökdeleni olan ve 1.5 milyar sterline mal olan, Londra’daki The Shard projesine de imza atmıştı. Son dönemde ise Türkiye ile Katar arasındaki yakınlaşma sonucunda İstanbul’a gelerek yatırım kararı aldığını anlatan Al Meer, grubunun Türkiye’deki yatırımlarının 2 milyar dolara yaklaşacağını söylüyor. Öncelikli yatırım alanlarının gayrimenkul, gıda, lojistik, finans ve teknoloji olduğuna vurgu yapıyor.
Nispetiye’ye dev
Kolpaçino 3, bir haftada 717 bin izlenmeyle rekora koşarken filmi yazan ve yöneten Şafak Sezer’in sevinci gölgeli… Sektörde yapımcıların, montaj odasına girecek kadar baskın olmasından yakınan Sezer, devletin sektöre çeki düzen vermesini istiyor
Şafak Sezer’in yazıp yönettiği ‘Kolpaçino 3. Devre’ gösterime girdiği ilk haftada 717 bin kişi tarafından izlendi. Hasılat rekoruna doğru koşan film, ‘Başkan’ lakaplı mafya babasını canlandıran Erkan Petekkaya’nın adamlarından birinin telefonunun Özgür’ün telefonuyla karışması sonrası yaşanan serüveni konu alıyor. Şafak Sezer çok altlardan gelen bir oyuncu. Çocukluğu, Ankara Çinçin Mahallesi’ndeki bir gecekonduda geçiyor. İlkokuldan sonra eczanede çıraklık yapmasıyla başlayan serüveni, işportacılık, inşaat işçiliğine kadar uzanıyor.
İlk adım babasından
Müthiş taklit yeteneğini gören babası onu bir gün Ankara Halk Tiyatrosu’nun kurucularından Mehmet Karagöl’e götürüyor. O gün bugündür tiyatronun, sinemanın içinde. ‘Kolpaçino 3’ü, Şafak Sezer’in Haramidere’de içine sinema salonu da kurduğu evinde izledim.
Mütevazı ve izole
Sezer’in evine girince kendine ait bir dünyası olduğunu anlıyorsunuz. Çocukluk hayalleri evinde vücut bulmuş.
Usta oyuncu Güven Kıraç’ın başrol oyuncuları arasında yer aldığı aksiyon-komedi, ‘Şeytan Tüyü’ bu cuma vizyona giriyor. Kendisi bugünlerde Emre Karayel ile kapitalizmi sorgulayan, insan zaaflarının ön planda olduğu ‘Kredi’ adlı tiyatro oyununda da döktürüyor. İspanyol yazar Jordi Galceran’ın yazdığı oyun toplumsal olarak saplanılan borç batağı ve banka kredilerini komedi formunda ele alıyor.
Güven Kıraç, Masumiyet, Takva, Duvara Karşı gibi izleyeni ‘dürten’ ve ‘rahatsız eden’ filmlere ruh katmış bir oyuncu. Hayatın içinden, her gün gördüğümüz, yaşamımızın bir parçası olan ‘arıza tiplere’ can verdi. Öyle ki onu izlerken, türlü kurnazlıklarına, hak yemelerine maruz kaldığımız ‘günlük arızaları’ hatırladık ve hepsinin şahsında Güven Kıraç’a ‘iyi dileklerimizi’ gönderdik! Elbette ki izleyicide yarattığı bu yoğun duygular, onun ‘malzemesini’ nasıl en küçük hücresine kadar analiz edebildiğinin bir göstergesi. Yüz yüze geldiğinizde de bu analiz yeteneğinin altında gerçek bir entelektüel birikim olduğunu görüyorsunuz.
Güven Kıraç’la ‘Kredi’den yola çıkarak tüketim-tasarruf alışkanlıklarını, oyunculuğa bakışını, yeni filmini ve yeni ‘rolü’ babalığı konuştuk.
- Borç batağına batmış insanları
BRÜKSEL
İnsanlık tarihinin en ağır trajedilerinden birini yaşıyoruz. Milyonlarca insan Suriye’de ölümden, hayatlarını ortaya koyarak kaçıyor. Bir şekilde başarıp Türkiye’ye ya da Avrupa ülkelerine sığınabilenler şanslı belki ama bu trajedinin etkileri daha on yıllarca sürecek gibi görünüyor. Çünkü mültecilerin üçte biri çocuk. Yaşama daha merhaba derken savaşı yaşamış, bizzat savaş mağduru olmuş çocuklar için şimdi bir şey yapılmazsa, hem bu nesil kayıp bir nesil olacak hem de öfkeyle büyüyen her çocuk, dünyanın güvenliği için risk unsuru bir yetişkin haline gelecek.
Neyse ki Türkiye’de hem devlet hem de sivil toplum ve özel sektör, Suriyeli göçmenlerin yaralarını sarmak ve hayatlarına sağlıklı biçimde devam edebilmelerini sağlamak için çalışıyor. Bu çalışmalardan birisi uluslararası alanda yankı buldu. Maya Vakfı’nın travma geçirmiş Suriyeli mülteci çocuklara yönelik olarak 2014 yılında başlattığı, “Project Lift - Tut Elimi” adlı program, Avrupa’nın kalbi Brüksel’e taşındı. Suriyeli çocukların sanat terapisi yoluyla rehabilitasyonuna odaklanan program, Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen oturumda örnek uygulama olarak anlatıldı. Suriyeli çocukların proje kapsamında yaptığı
Emine Erdem’le, bugünlerde hatırlamaya en çok ihtiyacımız olan çok kültürlülüğümüzün her metrekaresine işlendiği Balat atmosferinde konuştuk.
Bu dünyadan paylarına daha çok acı düşen kadınların hikayelerini okuyorsunuz sıklıkla. Bu ise bir umut hikayesi. Amacı iyilik olan kadınların, kız kardeşleri için yazdığı bir hikaye...
GENPA’nın sahibi ünlü işadamı Zeynel Abidin Erdem’in eşi Emine Erdem Balat’a davet edince birbiri ardına gelen kötü haberlere inat bir umudun kapısı aralandı. Türkiye Soroptimist Kulüpleri Federasyonu Balat’ta bir kültür evi açmış. İl Özel İdaresi’nin tahsis ettiği, Fatih Belediyesi’nin desteklediği ikiz iki katlı bir binada şahane şeyler yapıyorlar. Balatlı kadınlar burada çalışıyor, eğitim görüyor, hayatlarını kazanıyor. Geleceğini değiştirmeye karar veren kadınlarla eğitimlere başlamışlar. Kadınlar İçin Meslek ve İş Merkezi (KİMİM) projesi başlatmışlar. Kadınlar bu eğitimlerde bulaşıkhane, servis ve kat görevlisi olmak için gereken her türlü eğitimi alıyorlar. Daha sonra kendilerine iş bulunuyor. KİMİM, Etiler Soroptimist Kulübü ve İstanbul Kalkınma Ajansı’nın ortak çalışması.
Projenin arkasında ise çeşitli derneklerde yaptığı gönüllü çalışmalarla tanınan,
Berlinale’de boy gösteren “Rauf”, şiddet unsurlarına yer vermeyen, aksine aşkın peşinde savaş karşıtı bir film. “Rauf”la güncel arasında paralellik kuran yapımcılar, “Film, dağın bir seçenek olmaktan çıkması için yol gösteriyor” diyor
Dünyanın en prestijli festivallerinden, 66. Berlin Film Festivali sona erdi. Berlinale’de, ‘Generation Kplus’ kategorisinde yarışan, Barış Kaya ve Sonar Caner’in yönettiği, ‘Rauf’, Kristal Ayı’yı alamadı belki ama eleştirmenlerden ve festival izleyicisinden tam not aldı. Büyük laflar etmeden, minimal öğelerle büyük bir hikayeyi anlatan film, en iyi savaş karşıtı film olarak gösterildi. Film dokuz festivale davet edildi.
Yapımcılığını Aslan Film’in üstlendiği ‘Rauf’ bir çocuktan alıyor adını. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteklediği film, mermer sektöründe Surmer şirketiyle tanınan kardeş iki işadamının yapımcılığında çekildi. İşadamı kardeşler Aslan Filmi kurarak sektöre adım atmışlar. Aslan Film Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Kızılaslan filmi nisan ayında gösterime sokmayı planladıklarını söylüyor. Uğur ve Selman Kızılaslan hem filmi anlattı hem de sinema/dizi sektörüne bakışlarını...
Kırmızıyla beyazı karıştırmak
- Filmin konusunu anlatır mısınız?
Uğu