Oyuncu İlker Kaleli, milyonlarca mülteciye, “Öz kimlik yani ben, doğup, büyüdüğün, konuştuğun yerdir. Ve ‘ben’i geride bırakıp gitmek, bilerek ve isteyerek yapılan bir şey değilse, çok travmatiktir. Bunu yaptıran tek şey kalıyor geriye, hayatta kalma güdüsü” sözleriyle tercüman oluyor
İlker Kaleli, bir göç hikayesini anlatan Kayıp Şehir’de canlandırdığı İrfan karakteriyle gönüllerimizde yer etti. Şimdi Kanal D’de yayınlanan ‘Poyraz Karayel’ dizisi de fenomen oldu. Dizi, oğlunu arayan işlemediği bir suç yüzünden polislikten uzaklaştırılmış bir babanın mafya ile olan zorunlu işbirliğini anlatıyor. Poyraz, mafya babasının kızı Ayşegül’e aşık oluyor ve derdi birken iki oluyor. Dizinin başlarında tek amacı oğlunu alıp uzaklaşmak iken buna sevdiği kadın da ekleniyor.
Teslimiyet, aşkın olmazsa olmazı
Çok sahici bir tarafınız var. Kız arkadaşınız Burçin Terzioğlu ile ilişkiniz mesela... Başından beri ilişkinin arkasında durmanız bunu çekinmeden gösteriyor olma haliniz... Genelde hayran kitlesinin bağlılığını yitirmemek için tersi yapılır ya... Bu yaşadığınız ilişkinin çok özel bir ilişki olmasından mı kaynaklanıyor, yoksa siz ilişkileri böyle yaşayan bir adam mısınız?
Her ikisi de. Bir ilişkiye, ilişki demek için olmazsa olmaz şeylerden birisi teslimiyettir. Teslimiyet varsa gerçekliğini kabullenmişsindir her şeyin. Bunu yokmuş gibi göstermek, neden yapılır çok da anlamıyorum. Niye saklanır bilmiyorum. Ortada bir kabahat mi var? “Ortaya çıkmasıncılık” başka bir şey, sürekli “bununla dile dolanmak istememek” başka bir şey. Herkesin en nihayetinde bir duruşu, bir kimliği var. İki insan bir şeyler yaşamaya karar vermiş ise vermiştir, burada çok da uzatılacak bir konu yok. Gerçek olmak benim için hayatın her alanında önemli. İşimi yaparken de öyle.
Kameraların burnumuzun dibine kadar girdiği gerçeklikte çalışıyoruz artık. Oyunculukta da benimsediğim, yapmaya çalıştığım şey bu. Bir şey oynamak değil, orada bir gerçeklik üretmek. Orada yaşanan şeyin gerçekten oluyor olduğunu izleyiciye hissettirebilmek. Gönülden bağlantıyı kurmak meselesi, izleyen insanın gözü doluyor veya gerçekten kahkaha atıyorsa bu oyuncunun yarattığı gerçeklik ile ilgilidir. Hayatta da böyledir, herhalde kendinden emin olmayan insanların sürekli bir şeyler saklamak, gizlemekle ilgili problemleri var.
Erkekliğin altını çizme derdi var
Sizce kadına şiddet neden bu kadar yaygın bu topraklarda?
Yüz yıllardır erkeğin yönettiği bir dünyada yaşıyoruz, sadece kadına değil herşeye karşı büyük bir şiddet olduğu ortada. Sadece son birkaç yüz yıldır çekilen bütün acılara baksanıza. Savaşlara, açlığa, adaletsizliğe... Erkek beceremedi bu işi, kabul etmek lazım, erkeğin yönettiği dünya, mutlu bir yer olmadı. Bireyselde kadına şiddetin sebebi ise, kadından korkmak, anlayamamak ve erkeğin kadına duyduğu gizli hayranlıkla ilgili bence. Erkeğin de kendini tam anlayamamış olması, hatta erkekliği ile barışık olmaması bile bu şiddeti doğuruyor. Sürekli erkekliğinin altını çizme ihtiyacı hisseden bir erkek modeli var. Arkadaşım senin derdin ne? Emin değil misin erkek olduğundan? Niye her yerde bu kadar erkekliğinden bahsediyorsun ve neden kadından bu kadar korkuyorsun? Hakaretinle, küfürünle, tekmenle tokatınla, silahınla onu bastırmaktan, yok etmekten nenen hiç çekinmiyorsun?
Neyi anlatmaya çalışıyorsun? Neyin kabul görmesini istiyorsun? ‘Erkek’ olduğunun kabul görmesini mi istiyorsun.
E zaten öylesin, değil misin? Değilsin demek ki, bu kadar üstünde duruyor ve bunun acısını şu ya da bu bahaneyle kadından çıkartıp içindeki ‘o sesleri’ bastırıyorsun.
Tek derdimiz ‘ağzımızdaki çiçek’
Kadına şiddet, kanayan yaramız. Önlenmesi için dizilerde mesajlar verilemez mi?
Tabii ki verilebilir, verilmelidir. Ama gerçekten çok saçma sapan gidiyor o işler. Adamın ağzındaki sigaraya çiçek koyuyor, ama aynı bölümde silahla, 9 kişiyi vuruyorsun onda bir sorun yok. Masada alkol durmasın RTÜK ceza verir, diyorsun, aynı bölüm dört kadın tokat yiyor, beş kadın tecavüze uğruyor. Erkeğin yönettiği dünya derken buralara da sirayet ediyor bu iş ister istemez.
Her dizide neredeyse silah var. Silahın bu kadar meşru olduğu, bu kadar göründüğü bir ortamda, diziyi 6 yaşında çocuk da izliyor. Ailelerin bu konuda çok da bilinçli olduğu söylenemez. Bırak çocuğu, belli bir eğitim düzeyi yoksa gençleri etkiliyorsun. Gördüğü her şeyi düşünmeden, yargılamadan alıyor. Elinde silahla dolaşmanın normal bir şey olduğunu, birilerini öldürüp üstüne 5 dakika sonra espriler patlatmayı alıyor. 15 - 20 yıl sonra o insan baskı altında olduğu bir durumda ne yapacak? Bilin bakalım vücudu ona neyi hatırlatacak, çiçekli sigarayı mı, yoksa bunu mu hatırlayacak? Kanala gelen cezalara bakıyoruz, komik! Çiçek kaymış, arabanın markası görünmüş, bunlar mı bizim derdimiz! Sigara içicisi olmak mı bizim derdimiz, yoksa tecavüze uğrayan, şiddet gören kadınlar mı? Ağzımızdaki çiçek tek derdimiz. Sigaraya mozaik koyma, şiddete de koyma, sansürleme hiçbir şeyi.
Kadının dayak yiyişini de göster ama hikaye onu öyle bir anlatsın ki, sonrasında adam hayatına güllük gülistanlık devam edemesin. Sigara içen karakter akciğer kanserinden ölsün beş bölüm sonra. Dizi gibi bu kadar büyük bir gücün var, bunu kullan. Konuşmaktan bu kadar korkma. Kürt meselesi, göç hikayeleri bu nedenle bu noktalarda.