Kanal sayısı artınca seyirciler tematik kanallara yöneldi. İnternetin yaygınlaşmasıyla birçok seyirci de sevdiği dizileri yayın saatleri dışında bilgisayarından izlemeye başladı. Böyle olunca da ekran başındaki seyirci sayısı ve buna bağlı olarak da reyting pastası düştü. Dizi sektöründeki panik de böylece başlamış oldu. Pasta küçülünce dilimler de kimseyi doyuramayacak hale geldi. Herkes daha büyük dilim alabilmek için panik butonuna bastı. Sektörün yaşadığı krizin temel nedeni bu bence.
Kanallar da ilk bölümden beklentiyi karşılayamayan dizileri hızlıca gözden çıkarmaya başladı. Böyle olunca her sezon 100’e yakın dizi yayına başlayıp yarısından çoğu hezimete uğruyor.
Artık bir dizi yapıyorsan, ilk akşamdan reytingi kapmak zorundasın. ‘Kara Sevda’, ‘Acı Aşk’, ‘Mayıs Kraliçesi’, ‘Kördüğüm’ ve ‘Gecenin Kraliçesi’nde olduğu gibi, birinci bölümde bir sürü olayın hızlıca anlatılmaya çalışılması bu yüzden. Meryem Uzerli olayında olduğu gibi ortada senaryo bile yokken starları kapmak için servet dökülmesi bu yüzden. Birinci bölümlerin 2.5 saatlere varması yine bu yüzden.
Her şeyi ilk bölümde anlatmak zorunda kalınca senaryoların sonra toparlayamaması, kimisinin sürekli geri
Ekran önünde duran herkes bu tuzağa dikkat etmeli, zira şimdi yeni kurbanlar peşinde olabilir.
Bundan daha 2 - 3 ay kadar önce Beyaz’ın 20 yıl zirvede nasıl kalabildiğini yazmıştım. Solcu olmadan emek, dindar olmadan kandil, milliyetçi olmadan şehit, laikçi olmadan Atatürk diyebiliyordu. Ortak değerlerde birleşmek için iyi bir örnekti.
Bugün Beyaz’a “Vatan haini, terör destekçisi” diyenler de, özrünü eleştirenler de çok iyi biliyor onun kim olduğunu. Ama artık ülke ikiye bölünmüş durumda. İnsanlık değerlerini de, insanlığın belalarını da kendi aralarında paylaşmaya çalışıyor.
Eskiden bir terör olayına kimin işine yarar diye bakılıyordu. Şimdi iyi bir şey söylendiğinde de kimin işine yarar diye bakılıyor. İşte Beyaz’a tuzak kuran ve tercih yap diyen bu yaşadığımız atmosfer.
Seni arayan seyirci ‘Ayşe öğretmen’ de olabilir, terör propagandacısı da. Sen o kişinin kimliğini değil, söylediklerini alkışlattın.
Kim, ne amaçla söylerse söylesin “Barış, çözüm, çocuklar ölmesin” her dilde aynı anlamdadır. Eğer o geceyle ilgili bir açıklama yapılacaksa, “Teröre karşı olduğumu söylememe bile gerek yok, beni herkes bilir. Ama kim olursa olsun ‘çocuklar ölmesin’ diyen birini de her
ATV’nin herkesi şaşırtan bir kararla birinci bölümünü yılbaşı akşamı yayınladığı ‘Yeter’, aile içi şiddeti işliyor. Dizi, karısı (Pelin Karahan) ve oğluna psikolojik ve sözel şiddet uygulayan ünlü bir cerrahın (Yurdaer Okur) hikayesi.
Aile içi şiddet deyince genelde aklımıza gelir ve eğitim seviyesi düşük aileler geliyor ama araştırmalar bu sorunun çok daha yaygın olduğunu gösteriyor. Yani şiddet olması için gecekonduda oturmak gerekmiyor, dizide olduğu gibi bu bir villada da yaşanabiliyor. Üstelik de başarılı, ünlü ve saygın bir cerrah tarafından yapılabiliyor. Yani ‘Yeter’, şiddet konusunda hassas bir noktaya temas ediyor.
Diğer bir yanlış inanış da, şiddet uygulayanların psikolojik sorunlar yaşayan, problemli insanlar olduğu. Örneğin, ‘Yeter’de de Yurdaer Okur’un başarılı şekilde canlandırdığı beyin cerrahı Yekta, soğukkanlı bir katil olabilecek psikopat bir karakter gibi çizilmiş.
Oysa şiddet uygulayanların birçoğu ‘normal’ diyebileceğimiz, arkadaşımız, komşumuz ve iş arkadaşımız. Günlük hayatta duygusal, merhametli ve ‘iyi insan’ dediğimiz kişiler. Böyle insanlar nasıl şiddet uygular demeyin. Her üç kadından ikisi fiziksel ya da psikolojik şiddet görüyor! Bu şiddeti
- Kanallar bütün akşam ekranını bir diziyle geçirmesin. Dizi süreleri normalleşsin. Dizi dışında da show, haber programı, yarışma vs. gibi türlerde yayınlar olsun.
- Polisiye, gerilim, bilim kurgu ve animasyon gibi farklı türlerde dizilerimiz olsun. Bir genetik mühendisinin dünyayı karıştıracak buluşu, bir tarihçinin macerası, 2056 Türkiyesi’ni hayal edip anlatan diziler olsun. Ana karakterler yakışıklı ama edebiyat hocası, güzel ama matematik dehası olabilsin. Hayattaki tek amacı entrika olmayan insanların hikayelerini daha çok izleyelim.
- Dizi dünyası reyting mezarlığına dönmesin. Her yeni diziye yaşamda kendini gösterebilecek bir şans tanınsın. Batıdaki gibi yeterli zamanda yazılsın, çekilsin, oynansın. Sektördekiler de normal insanlar gibi yaşayabilsin ve daha kaliteli şeyler üretebilsin.
- İsveç, Norveç ve Finlandiya gibi olsun haber bültenleri. Havadan sudan konular en büyük derdimiz olsun. Haberlerde şiddet, ölüm, katliam ve savaş izlemeyelim. Ağaçta kalan kediyi kurtarsın itfaiye, polis sadece hırsızların peşinde koşsun, çocukların ölümlerini değil gülücüklerini izleyelim.
- Haber programlarında çocukların sosyal medya bağımlılığını, gençlerin neden ideallerini
2015 yılı, ‘Kiraz Mevsimi’, ‘Güzel Köylü’, ‘Aşk Yeniden’ derken genç aşıkların hikayelerini anlatan romantik komedi fırtınasına şahit oldu. Neredeyse haftanın her günü bir romantik komedi dizisi yayınlandı ve 3 - 4 gün birinciliği kimselere kaptırmadı. Fırtına, yıl sonuna doğru dinmiş görünüyor. Geriyegün birincisi olarak ‘Kiralık Aşk’ ve ‘İlişki Durumu: Karışık’ kaldı.
Kore Savaşları
Bu yıl tam anlamıyla ‘Kore Savaşları’ yaşandı. ‘Kocamın Ailesi’, ‘Kiralık Aşk’, ‘İlişki Durumu: Karışık’, ‘Baba Can’dır’, ‘Acı Aşk’, ‘Mayıs Kraliçesi’ vs. Şu an yapım aşamasında başkaları da var. Bütün kanallar ve yapımcılar Kore dizilerinin üzerine atladı desek abartı olmaz. Kore dizisi demek reyting garantisi gibi görülür oldu.
Dönemin yükselişi
TRT dönem dizilerine ağırlık verince hatırı sayılır bir artış yaşandı. Eskilerden ‘Seksenler’, ‘Yedi Güzel Adam’, ‘Yeşil Deniz’, ‘Karadayı’, yenilerden ‘Diriliş: Ertuğrul’, ‘Filinta’, ‘Muhteşem Yüzyıl Kösem’, ‘Analar ve Anneler’ vs. Tabii en büyük sükseyi ‘Diriliş’ yaptı ve şu an en çok reyting alan dizi konumunda. Önümüzdeki yıl yayına girecek yeni dönem dizileri için hazırlıklar da var.
‘Kötü haber’ler yılı
Bu yıl ‘kötü haber’ler yılı
Tüm zamanların gişe rekorunu kırmak için yarışan ‘Düğün Dernek’ ve ‘Recep İvedik’ serisinin ortak özelliklerine bakalım önce. İki film de hata yapan, komik durumlara düşen, alay edilen, kaba saba, kaybeden karakterlerin hikayelerini anlatıyor. Hepsi yoksul ve şanssız. İyi bir aileden gelmiyorlar, eğitim almamışlar. Ne para, ne kariyer, ne itibarları var. Bir düşmanları da yok. Hayat, düzen, parasızlık, şanssızlık onların düşmanları. Yakışıklı, karizmatik, kibar, romantik, cesur ve beyaz atlı prenslerden oluşan film kahramanlarından farklılar.
Senaryo açısından bu karakterlerin karmaşık, büyük hikayeleri yok. Ana hikaye bağlı ya da bağlı olmayan espriler, skeçlerden oluşuyor. İkisi de öncelikli olarak güldürmeyi vadediyor, mesaj vermek gibi amaçları yok. Tabii oyuncu performansları da çok etkili. Hem Şahan Gökbakar’ın, hem de Ahmet Kural ve Murat Cemcir ikilisinin kendine has uslupları başarıda büyük paya sahip.
‘Senaryo ve yönetmenlik açısından da fark var’
Gelelim farklarına. Bana göre ‘Recep İvedik’, şehrin varoşlarında yaşayan kaybedenlerin merkeze baş kaldırısı bir anlamda. Taksim Meydanı’nda, Bağdat Caddesi’nde teybini açıp arabayla dolaşan, rock barlara, lüks
‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ dizisinin Bakırköy Kadın Cezaevi’nde çekim yapması ve Deniz Seki’yi oynatması bu hafta çok tartışıldı. Tartışmanın temel noktası dizinin ATV’de yayınlanmasından dolayı Adalet Bakanlığı’nın imtiyazlı davrandığı iddialarıydı.
Cezaevinde yapılan ilk çekim değil bu. Umarım son da olmaz. Keşke hiç suç da olmasa hapishaneler de. Ama var. Cezaevleri suçun cezasının çekildiği yer değil sadece. Suç işleyenleri tekrar hayata kazandırmak, böylece suçu azaltmak gibi bir görevi de var. Sanatla uğraşan insanın suç işleme oranı diğerlerine göre çok daha az. O nedenle de, cezaevlerine daha çok girmeli sanat. Sanatçılar cezaevine gireceğine, cezaevlerine sanat girmeli.
Mahkumların filmi nasıl çekildi?
2007 yılında Bayrampaşa cezaevinde çekilen ve 2008 yılında vizyona giren ‘Bayrampaşa Ben Fazla Kalmayacağım’ filmi bu konudaki en özel örnek. Dünyada bir ilkti, çünkü cezaevinde mahkumların yazdığı, oynadığı ve müziklerini yaptığı bir filmdi. Senaryosundan, yapımına birçok kademesinde görev aldığım için her aşamasının tanığıyım. Yönetmenliğini Hamdi Alkan, yapımcılığını Birol Güven yapmıştı. Adalet Bakanlığı’ndan izinli olarak Senaryo Yazarları Derneği’nin de
Ahmet Ümit’in, Everest Yayınları’ndan çıkan son romanı ‘Elveda Güzel Vatanım’ı okuyorum. Eğer bir senaryo yazarıysanız, sizi daha ilk sayfalardan içine alan bir romanı okuduğunuzda hemen onun filmini yapmak istersiniz. Okuduklarınızı film sahneleri gibi görmeye başlarsınız bile. Nereyi okuduğunuzu bile unutursunuz. Bir meslek hastalığı diyebiliriz.
Ahmet Ümit’in dili de böyle, çok sinematografik. Zaten ‘Sis ve Gece’, ‘Karanlıkta Koşanlar’, ‘Şeytan Ayrıntıda Gizlidir’ gibi bazı eserleri daha önce de sinemaya ve televizyona uyarlandı. Bir edebiyat eleştirmeni değilim, o nedenle romanı eleştirmeyeceğim. Ama bir senaryo yazarı olarak mutlaka filme ya da bir diziye dönüşmesini istiyorum. Hatta onu yazacak senaryo yazarını şimdiden kıskanıyorum.
1906 - 1926 arasındaki yılları anlatıyor roman. O karmaşık dönemde gençliği ‘heba’ olmuş Şeyhsuvar Sami adlı İttihat ve Terakki fedaisinin derin aşkını merakla okuyoruz. Sıradan bir 20 yıl değil dönem. Belki de bugün çözemediğimiz, çözmeye çalıştığımız bütün meselelerin kökleri orada. Dünyadaki gelişmeleri birebir ülkeye taşıyan İttihat ve Terakkili Osmanlı aydınları, ülkedeki büyük dönüşüm için baş aktörlerdir. 1908’de Padişah