Hayat ne garip rastlantılarla örülüyor; 2005 yılında başlattığımız “Baba Beni Okula Gönder” kampanyasında Prof. Dr. Türkan Saylan’ın katkısı büyüktü; dün de müzayedede en yüksek fiyatla satılan tablo, Türkan Şoray’ın saçlarına kırmızı kurdeleler taktığı bir kız çocuğuydu!
Şoray’ın mühür gözlü küçük kız portresi, 200 bin liraya ünlü çağdaş sanatçılardan Haluk Akakçe’de kaldı.
Akakçe, müzayedede birden fazla eser alan isimlerdendi.
Şoray’ın tablosunda büyük çekişme yaşandı. Gecenin en çok eli havada kalan konuklarından Ali Sabancı (Kendisi müzayede boyunca Pegasus olarak anıldı) ile koleksiyoner işadamı Erdoğan Demirören’in de pey ileri sürdüğü tablo, en son 150 bin lirada işadamı Saadettin Saran ile geceye katılan Hülya Avşar’da kalmak üzereydi ki, Akakçe çıtayı yükselterek tablonun sahibi oldu.
Müzayedeyi yöneten Aziz Karadeniz, “Amaç güzel olunca, çok eğlenceli bir müzayede oldu, kimseyi zorlamam gerekmedi” diyor.
İnan Kıraç’ın mesajı
Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Adana’da düzenlenen panele katılmak üzere yola çıkarken, yanıma Ekonomi Muhabirleri Derneği’nin “Türkiye’de Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet: Süper Kadın Süper Zor” adıyla yayımlanan araştırma ve inceleme kitabını almıştım.
Kadınlara yönelik aile içi şiddetin 2002 yılından beri yüzde 1400 oranında artması karşısında bile ses çıkarmayan bir kitlenin ağırlığı altında ezilen bu toplum; ekonomik şiddet kavramını ne kadar tartışılabilir?
55 kadınla yüz yüze yapılan görüşmelerin aktarıldığı kitapta, ekonomik şiddetin türlerine yönelik örnekler veriliyor...
Kadının kredi kartına, maaş kartına “erkek” el koyuyor, düğün takıları kocanın sermayesi oluyor, kadının kendi bütçesini yönetmesine izin verilmiyor, mülkiyet hakkı engelleniyor, bakkaldan bir kilo şeker alması bile kocanın iznine bağlı olabiliyor, kocasından önce eve gelmesi ve evin tüm işlerini de üstlenmesi şartıyla çalışabiliyor ve işyerinde taciz gibi bir yığın kadınlık yükünden söz ediliyor.
Dayak gibi bu da sır!
Kitaba önsöz yazan Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Doçent Dr. Aksu Bora’nın şu sözlerinin altını çizdim:
Size bugüne kadar hiçbir yerde sunumu yapılmayan “Adana’da kadın girişimci olmak” konulu bir öykü anlatacağım.
Emniyet güçlerinin “mağdurun güvenliğini sağlama” konusunda zafiyetleri bilindiğinden aktaracağım hikâyenin kahramanını gerçek adıyla anmayacağım.
Ben “Neşe” diyeyim.
Neşe üniversite mezunu, 30’una bile gelmeden girişimcilikte ciddi adımlar atan Adanalı bir iş kadını. İlkokul çağında kızı ve annesiyle birlikte Adana’da yaşıyor.
Adana’dan komşu ülkelere tekstil ürünleri ihraç ediyor. İşleri gelişiyor; Anadolu’nun bir başka şehrinde tekstil sanayi tesisi kuruyor. İyi para kazanmaya başlıyor, yaşam standartları yükseliyor. Bir cip alıyor, iyi bir yerde oturuyor. Adana’da ekonomik kriz nedeniyle zor duruma düşen bir üretim tesisine talip oluyor.
Neşe’deki “büyüme” birilerinin dikkatini çekiyor. Genç iş kadınını takibe alıyorlar. İşyerine bir muhasebeci kız yerleştirerek para hareketlerini kontrol altına alıyorlar.
Bir gün Neşe işyerindeyken, odasına silahlı adamlar giriyor ve “Kızın ve annen elimizde, şu 1.5 milyon lira değerindeki senetleri imzalayacaksın” diyorlar.
Seçimlerin gölgesi meydanlara, salonlara düşmeye başlayınca; seçim kazanma başarıları kanıtlanmış 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in geleni gideni de artıyor. Üstelik bu ziyaretçiler arasında siyaset yelpazenin sağından olduğu gibi, solundan da isimlere rastlıyoruz.
Her nedense Türkiye’de seçimlere giden siyasetçiler bir Washington, bir de Güniz Sokak’tan icazet almayı marifet biliyor. İşte bu gayretkeşlik bazen de Demirel’in 30 yıl koruma müdürlüğünü yapan Şükrü Çukurlu’nun başına gelenler gibi geri tepiyor.
Korumasına TDH fırçası
2005 yılında DYP’ye katılarak emniyet müdürlüğünden emekliye ayrılan Çukurlu, Demirel’den tam da böyle bir nedenden dolayı sıkı bir fırça yedi!
Çukurlu’nun Türkiye Değişim Hareketi’ne (TDH) girmesi üzerine Demirel’i aradığımda, “Son 3-4 aydır görmüyorum. Bana atıfta bulunarak yapılan açıklamaların bazıları doğru olmadığı gibi, ismim üzerinde istismar kategorisine giriyor. Benimle bu konuyu konuşmadı; konuşması da şart değildi. Senelerce yanımda çalıştı, gelmedi, sormadı; sorması da şart değildi. Tekirdağ Meydanı’nda arz-ı endam ettikten sonra benimle konuşmasının da bir anlamı yok; gerekmez de” sözleriyle eski koruma müdürüne sitem ediyor.
Demi
Tekirdağ mitinginde Şişli Belediye Başkanı ve Türkiye Değişim Hareketi (TDH) Lideri Mustafa Sarıgül’e eşlik eden Sabri Erbakan arkasında 29 yıllık bürokrasi geçmişini bırakarak siyasete soyundu.
Erbakan, Sarıgül’ün miting otobüsünde yaptığımız sohbette “Turgut Özal’ın daveti ile ANAP’ın kurucuları arasında yer almıştım. 1983 seçimlerinde İzmir milletvekili adayı olacaktım, 12 Eylül yönetimi soyadımdan dolayı veto etti” diyor. Saadet Partisi ile yola devam eden Necmettin Erbakan’ın yeğeni Sabri Erbakan en son görev yaptığı Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Müsteşarlığı’ndan 6 ay önce ayrılarak bürokrasiye veda etmişti. Erbakan, “Necmettin Erbakan TDH’ye gelmenizi nasıl karşıladı?” sorusuna “Biz demokrat bir aileyiz” karşılığını veriyor.
Evlerin yüzde 65’i yıkılır
13 yıl Yusuf Özal ile DPT’de birlikte çalışan Sabri Erbakan’ın müsteşarlık bilgilerinden yararlanmak istiyorum. Erbakan, TDH’nin “Afet İşleri” ve “Yatırım” bakanlıkları kuracaklarını anlatıyor. Planlama ve yatırımı aynı bakanlığın yapması gerektiğini söyleyen Erbakan, “16 tane kurum plan yapıyor, bu nedenle de kurumlar arasında çatışma oluyor ve yatırımlar tamamlanamıyor” yorumunu yapıyor.
Müsteşarlığı döneminde
Milli Görüş kadrolarıyla yeni bir politika evreni oluşturan Ak Parti, kurulduğu yıl iktidar olduğunda siyaset yelpazesindeki yerini “muhafazakâr demokrat” olarak nitelemişti.
Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’tan bu saptamaya derin bir itiraz yükseliyor..
11 Eylül’den sonra “teröre karşı savaş” diyerek postallarını ayağına geçiren Amerika’da tavan yapan, dış politika eksenli “yeni muhafazakâr” harekete gönderme yapan Kurtulmuş, “Ak Parti Türkiye’nin Neocon’larıdır” diyor.
Hükümetin önce “Dubai modelini” benimsediğini, ancak bu modelin çöktüğünü ileri süren Kurtulmuş, “Ak Parti neoliberal tezlerin tutsağı” diyerek, gelir dağılımındaki uçuruma ve sosyal dengelerdeki adaletsizliğe dikkat çekiyor.
Sermayenin el değiştirdiğini de ifade eden Kurtulmuş, “Üç tane sakallının cipe binmesi, yoksulluğu örtmüyor” sözleriyle, sanayi ve finans kesiminde yabancı sermayenin ve faiz yükünün giderek artan payına işaret ediyor.
Siyasetin yeniden formatlandığını söyleyen Kurtulmuş, SP’yi ise “Muhafazakâr, sağ ya da sol değil; özgürlük, adalet ve refahı önceleyen, bilimsel gelişmelere açık, antiemperyalist, maneviyatçı bir partiyiz” diyerek tanımlıyor.
Maneviyatçılığı
Son üç dönemdir Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’i, sayısız yerel başarısından dolayı “en mutlu başkan” sanırdım, meğer için için yanıyormuş.
Yerel yönetişimde kesintisiz olarak süren “üniversite-şehir işbirliği” modeli yaratarak, Eskişehir’i “örnek kent” haline getiren Prof. Dr. Büyükerşen’e, “Bugüne kadar ne kadar yatırım yaptınız?” diye soruyorum.
Şile Sivil Platformu’nun şubat ayı konuğu olan Büyükerşen, konferans öncesi yaptığımız sohbette kendisine yönelttiğim bu soruya “1999 yılında göreve geldiğimde, Türkiye’nin kredibilitesi zayıftı, deprem nedeniyle hükümetin bize vereceği bir kaynak da yoktu. Kentsel Gelişim Projesi’ni sunduğumuz Avrupa Kalkınma ve Yatırım Bankası, yapacağımız yatırım kadar kredi vereceğini söyledi. 20 yıl vadeli, ilk 5 yılı ödemesiz, yüzde 0.75 faizli 250 milyon dolar kredi aldık. Bu desteği beklemiyordum, nedenini sordum. İçlerinden biri durumu ‘Hazırladığınız fizibilite raporunuzun yalnızca sayfa numaraları değil, içindeki rakamlar da doğru. Türkiye’den gelen raporların yalnızca sayfa numaraları doğru oluyor’ sözleriyle açıkladı” yanıtını veriyordu.
700 bin nüfuslu bir yerleşimin modern çağın gereksinimlerine yanıt
Ağır ve tehlikeli işlerde çalışan işçilerin başına gelen iş kazaları sonrasında kamuoyuna “Olur böyle vakalar” mesajı veren sorumlularda suçtan arınma refleksi hâkim oluyor.
Balıkesir’de Şentaş şirketine ait kömür madeninde meydana gelen grizu patlaması sonucunda, 17 işçinin yaşamını yitirdiği iş kazası da aynı cümlelerle geçiştirilmeye çalışılıyor.
DİSK Başkanı Süleyman Çelebi’nin yaptığı “Türkiye’de gerçekleşen maden kazalarında binlerce işçi hayatını kaybetmiş, bir o kadarı da yaralanmıştır. İşçi sınıfının yalnızca Zonguldak’ta verdiği ölü sayısı 3500’ün üzerindedir. Bunun nedeni, çalışanların insanca çalışma koşullarından yoksun bırakılması ve aşırı kâr hırsıdır!” açıklamasına itibar ediyorum.
Afganistan’daki işçi korunuyor
Balıkesir’deki facia haberini ilk duyduğumda gözümün önünde belirlenen fotoğrafı size anlatayım.
Afganistan çöllerinde kurulan, NATO’ya bağlı Kandahar Hava Üssü-KAF’tayım.