Fırsat bu fırsat…
Beşiktaş hem sahada hem de transferde kötü günler yaşıyor ya, al sana eleştirmek için bir ton malzeme.
Hangi gazeteci, hangi yorumcu hangi muhalefet böyle bir ortamı elinin tersiyle itebilir ki?
Malzemenin en alasını verdi Beşiktaş!
Ronaldinho görünümlü Lodeiro! transferinin borsaya bildirildiği gün, kulüp basını atlatmanın mutluluğunu yaşıyordu.
Lescott’u, Türkiye’de ilk yazan bir gazeteci olarak bu durum sadece bizlerin çalışma hırsını ve isteğini arttırır.
Başka hiçbir işe yaramaz!
Veysel Sarı... Yeşil ışıkta geçmeyi umarken bir anda kendisine kırmızı yandı! Işığı yakan ise Beşiktaş Teknik Direktörü Slaven Bilic. Herkesin bitti diye baktığı bu transfer, bir anda yaşanan sinyalizasyon karışıklığı nedeniyle, Beşiktaş'ta transfer sıkışıklığı yarattı. Yeşil ışığı bekleyen Tarık Çamdal da Bilic'in, Veysel'e yaktığı kırmızı ışık nedeniyle ağırdan alınmaya başlandı.
Gelelim Veysel Sarı'nın hikayesine... Evet doğru Bilic istemiyor bu oyuncuyu. Hatta “Nereden çıktı bu transfer" diyormuş. Yönetim nasıl ki İbrahim Toraman, Gökhan Süzen ve Sezer Öztürk'ün kadro dışı kalmasında olduğu gibi hocaya uyduysa, transfer döneminde de Bilic'i dinlemek zorunda. Tüm bu yaşananlar hepimizin bugünlerde basından öğrendiği bölüm. Bir de bilinmeyen bölümleri var. Beşiktaş'a, Guti'yi getiren ve İspanya pazarında da çalışan Menajer Marco Kırdemir, şu günlerde bir dava açma hazırlığı içerisinde. Sebebi ise Veysel Sarı ile yaşadığı yetki belirsizliği.
Velhasıl biz de Marco Kırdemir'e bir tırnak açmaya karar verdik ve kendisi aynen şu ifadeleri kullandı: Geçtiğimiz yaz, Beşiktaş İdari Direktörü Semih Usta'ya, Veysel Sarı'yı önerdim. Kendisi bana Beşiktaş olarak Veysel Sarı ile
Yine hortladı Türk futbolunda iki buçuk büyük var diyenler.
Hayır Beşiktaş amigoluğu falan yapmayacağım…
Ama neye göre büyüklük belirliyor bu arkadaşlar?
Alet mi var ellerinde?..
Nedir kriterleri?
Neden Galatasaray ya da Fenerbahçe’yi yarım büyük yapmıyorlar da, Beşiktaş’ı seçiyorlar hep anlamış değilim?
İşim gereği yıllardır Beşiktaş’ı takip ederim, ben öyle bir küçüklüğünü falan görmedim.
Tersine çok büyüktür Beşiktaş.
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman'ı bilirsiniz.
Daha önemli işler olduğu için futbol yerine zamanını inşaatlara ve sponsorluk görüşmelerine ayırır.
Her iki alan, futbol kulüpleri için muhakkak en önemli can damarlarıdır.
Ama ana damar hangisi biliyor musunuz?..
Futbol!
Öyle bir damardır ki o, tıpkı insan vücudunda olduğu gibi kulüpler için de yaşam kaynağıdır.
Amma velakin, Fikret Orman, bu camiaya başkan olduğu günden beri futbola tabiri caizse elini bile sürmemiştir.
Beşiktaş'ın, Akhisar Belediyespor karşısında yediği üç golü hatırladınız mı?
Stoperlerin kabul günüydü o gün.
Üçüncü golden sonra Bilic'in alev dolu kızgın bakışlarını görmeniz lazımdı.
Berlin'deki kampta ona “Luka Modric Beşiktaş'ın kapısından dönmüştü" dedim...
O da “ciddi misin?" Demişti.
Bilic'i bir daha görürsem “Yönetim sezon başında dünyaca ünlü stoper Kolo Toure'yi almadı" diyeceğim.
Şaka değil gerçek...
Bedava geliyordu tıpkı vatandaşı Drogba gibi.
Sanki yarı insan, yarı makine gibiydi.
Uzun kaslı bacakları ve iri ayaklarıyla attığı her adımı, zemini titretir gibiydi.
Hedefine kilitlenmiş android gibi, muhtemelen vuracağı yerin koordinatlarını belirliyordu beyninde.
Artık hedefine bir adım uzaktaydı.
Ve beklenen an geldi...
Paaattt!..
Hedef kendine geldiğinde ise, arkadaşları çoktan terminatörü uzaklaştırmıştı.
Ortalık bir anda sıkıcı bir sessizliğe bürünmüştü.
Mustafa Denizli döneminde futbol, en kurumsal günlerini yaşadı Beşiktaş'ta.
Tesisler tamamen hocanın kontrolü altında, hesaplar sadece Başkan'a veriliyordu.
Ne soyunma odası, ne tesis ne de otobüste yönetici olurdu.
O futbolun tek patronuydu.
Doğru veya yanlış tartışılır.
Şimdilerde ise futbolun tek patronu Önder Özen.
Takım otobüsünde Ahmet Kavalcı var ama bildiğiniz yöneticilerden değil, tersine herkesin sevdiği bir kişilik.
Yalnız ve güzel ülkemizde hayal kuranları pek sevmezler...
Bir boşluğunu bulup dalarak zihnini tatile çıkaran insanlara bile “Karadeniz'de gemilerin mi battı?" diye takılır, dalgamızı geçeriz.
Çoğumuz “Hayalperest adam", “Hayalden başka bir şey değil" ve “Tam bir hayalci" gibi cümleleri muhakkak çevremizdekiler için kullanmışızdır.
Madem Allah insanoğluna böylesine bir genetik özellik yüklemişse, bu durum neden Türk insanı için alay konusu oluyor hep merak etmişimdir.
Neredeyse deli gözüyle bakacaklar hayal kuranlara.
Bu mantık çerçevesinde, zihnimizde yarattığımız kanunlara göre tarihin en büyük hayalperestlerinden biri olan Einstain, tam bir gerizekalı o zaman.
“Hayal gücü güç verir. Hayal gücü her şeydir. Sizi bekleyen güzelliklerin önizlemesi gibidir. Hayal gücü bilgiden daha önemlidir." sözleri tamamen büyük fizikçiye ait.